1 Eylül Dünya Barış Günü

Savaş ve Barış karşıtlığında saf tutma, doğaya, insana ve değerlerine bakışla ilgili bir sorundur.

Savaş zor kullanmanın en uçtaki boyutudur. Zor kullanmanın nedenleri arasında esas olan da, genel olarak "ekonomik çıkar" düşüncesidir.

Öyleyse, ekonomik çıkar temelli bir dünyada, yapılması gereken, ekonomik çıkar temelli dünyanın, insan ve değerlerine saygı temelli bir dünyaya dönüşümünü sağlamaya çalışmaktır.

Böyle bir dünyanın temelleri için ilkeler, en başta ve hala, "özgürlük, eşitlik ve kardeşliktir".

Savaş karşıtlığında, Einstein gibi bir tavra,

Barışın tesisi ve sürekliliği için, Kant gibi filozofça analize ve öngörülere,

Dünya nimetlerinin adil dağılımı için, Marks gibi iktisadi ve felsefi bakışla, en fazla kar düşüncesine dayalı yürürlükteki dünya sisteminin temellerinin yeniden sorgulanmaya ve yapılandırılmaya, gereksinme var.

Düşünsel temelleri 200 yıl önce Kant tarafından atılmış olan Birleşmiş Milletler sisteminin yeniden temellendirilmesi, dünyanın ekonomik ve sosyal kaynaklarından adil yararlanma ilkesinin yaşama geçmesi, Birleşmiş Milletler sisteminde ülkelerin eşitsiz temsiliyetine son verilmesini gerekli görüyoruz. Konu ile ilgili olarak Mısırlı bilim adamı Samir Amin'in başlattığı ve Kant'ın bir dünya hükümeti kurulmalıdır şeklindeki düşüncesinin izlerini taşıyan görüşleri çok önemlidir.

Birleşmiş Milletler, dünyada ve her bir ülkede, Barış düşüncesinin egemen olmasını kuruluş şartında temel amaç olarak saptamakta idi (1945). 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirisi de, Başlangıç maddesinde Barış'a göndermede bulunmakta idi. Bir daha savaşların yaşanmaması için Bildiri'de yer alan ilkeler ve değerlere uygun bir dünya sistemi ve her bir ülkedeki hukuk düzenlemeleri ve uygulamaları öngörüyordu.

Ne ki, dünyada barış ve her bir ülkedeki barış düşüncesi konusunda, ileri adımların atıldığını söylemek olanaklı değildir. Bugün dünyanın 55 noktasında, düşük yoğunluklu savaş olarak nitelenen durum yaşanmaktadır. Yeryüzünde kurulu 206 devlet arasında, eşit olmayan ilişkiler olduğu gibi, dünyadaki toplam gelirin % 80'nin dünya nüfusunun % 20 sini oluşturan kesime aktarıldığı bir olgudur. Geri kalmış ülke halklarının her geçen gün artan yoksullaşma yaşadığı bilinmektedir. Dolayısıyla, adil olmayan bir uluslararası hukuk düzeninde Barışı tesis etmek ve sürekliliğini sağlamak da olanaklı değildir.

Ülkemizdeki durum dünyadaki sistemle koşutluk taşımaktadır. Bölgeler ve toplum kesimleri arasındaki gelir elde etme ve adil olmayan dağıtım-paylaşım açısından ürkütücü ve toplumsal barışı tehdit eden gelişmeler yaşanmaktadır. Toplumun büyük çoğunluğu, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. 65 milyon nüfusun 6 milyonu, "mutlu azınlık" , geri kalan % 90 nüfus nerede ise, "öteki" konumundadır. Sosyal adalet ilkesi hergün yeniden ihlal edilmektedir. Çalışanların, köylü nüfusun ve küçük üreticilerin, ülkemizin ulusal gelirinden aldığı pay her geçen gün azalmaktadır. Türkiye geneli için, çalışabilir nüfus içindeki işsizlik oranı % 20'lerde seyretmektedir. Bu oran Güneydoğu Anadolu Bölgesinde % 50'ler düzeyinde seyretmektedir. Bir ülkede, ulusal gelirden 300-400 dolar alan bölgeler, kentler yanında 10-12 bin dolar alanlar varsa, her iki durumda aynı kent içinde de çeşitli toplum kesimleri arasındaki kişi başına ulusal gelir makası uçurum düzeyinde açılıyorsa, o ülkede, ciddi bir ekonomik ve sosyal kriz var demektir. Sosyal adalet ilkesi açısından, bu, ülkemizin durumudur.

Son 10 yıl içinde, Güneydoğudaki silahlı çatışma ortamında yitirdiğimiz ve asla para ile ölçülemeyecek can kaybımızın yarattığı acı ve zarar yanında, ülke kaynaklarının yaklaşık 100 milyar doları; Körfez savaşından kaynaklı olarak, BM'nin Irak'a uyguladığı ambargo nedeniyle de doğan zarar 100 milyar dolardır. Demek ki, hem devletlerarası savaş, hem de, düşük yoğunluklu savaş olarak da nitelenen silahlı çatışmalar, ülkelerin insan ve diğer maddi kaynaklarının tükenmesine ve insan ihtiyaçlarının karşılanması için seferber edilmesi gereken kaynakların ayrılmamasına yol açmaktadır. Belirtilen durum, başka pek çok sonuçlar yanında, yoksullaşma sürecini hızlandırmakta, insan haklarının kullanımını engellemekte ve o ülkede otoriter-totaliter sistemlerin yerleşmesine veya sürekliliğine yol açmaktadır.

1 Eylül Dünya Barış günü nedeniyle, barış hakkının, diğer insan hakları gibi, bir insan hakkı olduğuna vurgu yapmak istiyoruz.

Her bir ülkedeki iç barışı, toplumsal barışı tehdit eden en önemli konunun, insan haklarına dayalı siyasal-hukuksal sistemin yokluğu olduğunu saptıyoruz.

O nedenle de, ülkemizde ivedilikle,

 

  • Anayasal ve yasal sistemin bir bütün olarak evrensel insan hakları ve demokratik standartlarla uyumlu hale getirilmesi,
  • Hukukun üstünlüğü ilkesinin gereği, bağımsız ve tarafsız yargı ilkesine uygun yapılanmaya gidilmesi, adil, elverişli ve etkin (sonuç alıcı) hukuksal süreçlerin işletilmesi,
  • İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi için, yasal, idari ve yargısal pratiklere geçilmesini,
  • Halk katılımına, farklı olanların temsiline, siyasal parti ve demokratik kitle örgütleri biçimindeki örgütlenmelere olanak sağlayıcı, herkesin özgürce düşüneceği ve bunu ifade edebileceği koşulların yaratılmasına, toplumun çoğulcu yapısını kucaklayan, yurttaşının siyasi düşüncesi, etnik kökeni, dili, inancı ne olursa olsun, farklılıklarını, çeşitliliklerini zenginlik kaynağı olarak kavrayan bu özelliklerini koruma ve geliştirebilmeleri için görev üstlenen, o nedenle de Anayasal vatandaşlık ilkesine uygun yurttaş-devlet ilişkisinin kurgulanmasını, bunu Türkiye toplumunun büyük ihtiyacı olarak gördüğümüzü,
  • Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların tanınmasının yanında, halkın yaşam düzeyini yükseltici önlemlere ihtiyaç bulunduğunu, genel olarak çalışanların, küçük üreticilerin, düşük gelir gruplarının, işsizlerin, yaşlı ve özürlülerin, çocukların ve kadınların durumunun düzeltilmesinin mümkün ve olanaklı olduğunu, o nedenle devletin küçültülmesinin değil, tersine sosyal devletin güçlendirilmesi ve bu alanlarda fonksiyon üstlenmesinin gerekli olduğunu, ayrıca geri kalmış yöreler için merkezi planların yapılmasının ve devlet yatırımlarının yoğunlaştırılmasının gerekli olduğunu, "herkese iş" perspektifi ile hareket edilmesinin temel hedeflerden birisi olması gerektiğini, " herkese iş" yanında, "herkese iş güvencesinin" de tanınması gerektiğini, bu çerçevede özellikle çalışanlar için, İLO Sözleşmelerinin tümüyle iç hukuk normu hale gelmesi gerektiğini,
  • Dünya Barış gününde, Güneydoğu'da köyünden göçetmek zorunda bırakılmış olan milyonlarca insanın dramına son verilmesini, hükümetlerin bu konudaki sayısız kez açıkladıkları temelleri olmayan ve bir propaganda niteliğindeki projelerinden vazgeçerek, samimiyetle ve realize edilecek projeler üretilmesini, yöre halkının da fikrini alarak ve onların da katkısı ve desteği ile üretilecek köye dönüş projelerinin yaşama geçme şansının çok yüksek olduğunu, o nedenle, tazminat, kredi ve her tür destek hizmetlerinin yurttaşlara sunulacağının duyurulmasının ve bunun yapılmasının, yaraların sarılmasında etkili olacağını,
  • Türkiye'nin, ekonomik ve sosyal koşullarının, 12 Eylül darbesi ile oluşturulmuş ve halen yürürlükteki Anayasal ve yasal sistemden ayrı düşünülemeyeceğine, sistemin yoksullaşmayı arttıran özelliği yanında baskıcı özelliğinin de hayatın her alanına yansıdığını ve sistemin suç ve suçlu üreten özellik taşıdığına, yaşadığımız olağanüstü koşulların ürünü olarak onbinlerce insanın halen cezaevinde bulunması, milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının da hukuken "sabıkalı" oluşu ve kamu haklarından yararlanmada sorunları bulunuşundan hareketle, toplumsal barış için Genel Af ilanını,
  • Ülkemizin Güneydoğusunda 1978 yılından bu yana uygulanan sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamasının, bir istisna olmaktan çıkıp bir yönetim modeli haline geldiğini ifade eden, olağanüstü yönetim usullerine son verilmesi, bu çerçevedeki kurumlaşmaların tümünün olağan ve demokratik toplumlarda nasıl ise ve Türkiye'nin diğer yöreleri ile aynı idari ve hukuksal rejim haline getirilmesi, böylelikle, ülkemizin bir yöresinde uygulanan ikili idari ve hukuki yönetim modelinin terkedilmesini, düşünüyor, öneriyor ve talep ediyoruz.

    1 Eylül Dünya Barış gününde, tüm dünya halklarına ve Türkiye toplumuna, insan onuruna uygun, barış, huzur ve esenlik dolu yaşantılar dileriz.

    Hüsnü Öndül
    Genel Başkan

  • Bir cevap yazın