25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü

KADINA YÖNELİK ŞİDDET DEVAM EDİYOR!

Gerek coğrafyamızda, gerekse dünyanın birçok yerinde çeşitli nedenlerle çatışmalı süreçler yaşanmakta, bu çatışmalı ortamlarda ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirilmekte, söz konusu ihlallerin birinci mağduru da her zaman olduğu gibi kadınlar olmaktadır.

Coğrafyamızda, özellikle 15 Temmuz 2016 tarihinden bu yana yaşanan gelişmeler sonrasında, şiddetin iyice meşrulaştığı bir süreç yaşamaktayız.

Bilhassa sosyal medyada yayınlanan işkence görmüş insan fotoğraflarının toplumun bir kesiminden destek alması, çeşitli önyargılarla desteklenmesi ve şiddeti destekleyen bu kişilere karşı hiçbir yasal soruşturma yapılmaması son derece korkutucudur.

Coğrafyamızda; erkek egemen, militer, toplumsal cinsiyetçi bir bakış halen gücünü korumakta; kadınıerkeğin namusu olarak gören anlayış ve farklı cinsel kimliklere karşı hoşgörüsüzlük giderek artmaktadır.

Bu nedenle de kadına yönelik cinayetler ve kadına yönelik şiddet olaylarında büyük bir artış yaşanmaktadır.

Kadın mücadelesi, uluslararası dayanışmayla birlikte, yazılı hukukta önemli kazanımlar elde etmiştir. Yine kadına yönelik şiddet konusunda uluslararası hukukta düzenlenmiş son derece önemli sözleşmeler Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından imzalanmış durumdadır.

Ancak gerek yazılı hukukumuzdaki gerekse uluslararası hukuk alanındaki kazanımlarımız, yargıda yer bulamamakta; hakimler ve savcılar uluslararası sözleşmelere son derece duyarsız kalmaktadırlar.

Bu sözleşmelerden belki de en önemlisi Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi‘dir. Üstelik Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu sözleşmenin ilk imzacısıdır.

Bu sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddettin önlemesini amaçlamaktadır.

Bu derece önem arz eden sözleşmenin 3. maddesi, sözleşmenin amacını tanımlarken şöyle demektedir: Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır. Ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir.”

Yine sözleşmenin 5. maddesi, “Taraflar kadınlara yönelik şiddet eylemlerinde bulunmaktan kaçınır. Ve devlet adına faaliyet gösteren devlet yetkilileri, görevliler, kurum, kuruluşlar ve diğer aktörlerin bu yükümlülüğe uygun davranmasını sağlar. Taraflar, devlet dışı aktörlerce işlenen iş bu sözleşme kapsamında yer alan şiddet eylemlerinin gereken özeni göstererek önlenmesini, soruşturulmasınıcezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki ve diğer tedbirleri alır” demektedir.

Sözleşmenin 6. maddesi ise tüm taraf devletlere, “Toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar geliştirme” görevini yükler.

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet alanında verimli politikalar oluşturmak ve şiddeti önleyici tedbirler alma konusunda önemli bir sözleşmedir. Ancak Türkiye’deki yargıç ve savcılar bu sözleşmeyi uygulamak yerine, sanki bu sözleşmeden haberdar dahi değiller.

Uluslararası sözleşmelerin yerel yazılı hukukun üstünde bağlayıcı nitelikte olduğunu düşündüğümüzde, bu son derece vahim bir durumdur.

Bu nedenle; insan hakları savunucusu kadınlar olarak, İstanbul Sözleşmesini mecliste grubu bulunan partilerin kadın milletvekillerine bir kez daha hatırlatmak üzere gönderiyoruz.

Onlardan isteğimiz:

İstanbul Sözleşmesi’nin erkek milletvekillerinin yüzlerine karşı meclis kürsüsünden okunması, özellikle yargıda bu sözleşmeye uyup uyulmadığının gözlenmesi ve buldukları sonuçların insan hakları savunucusu kadınlarla paylaşılması.

Talebimiz budur, desteklerinizi bekliyoruz!