Asker-Sivil İlişkisindeki Kaygı Verici Gelişmeler

Çağdaş demokratik ülkelerde askeri gücün görevi dış güvenlikle sınırlı olduğu ve dış güvenlik konusundaki nihai kararlar dahi sivil kurumlar tarafından verildiği bilinmektedir. Askeri güç sivil kurumlar tarafından verilen kararlar ve öngörülen amaçlar çerçevesinde, dış güvenliğin sağlanması için gerekli önlemlere başvurur. Ülkemizde ise Askeri Güç, kendi görev tanımlamasını “iç ve dış tehdit” söylemi üzerinden kendisi belirlemektedir. Bu yaklaşım beraberinde “ülkenin tek ve gerçek koruyucusunun askerler olduğu” anlayışını taşımakta, demokratik devletin diğer kurumlarına ve bizzat yurttaşlara karşı bir güvensizliği ifade etmektedir.
30 Ağustos’tan sonra bütün Kuvvet Komutanlarının ve son olarak da Genel Kurmay Başkanı’nın yukarıda belirtilen yaklaşım ve anlayışı yansıtan konuşmaları ve açıklamaları, ülkemizde esasen sorunlu olan asker-sivil ilişkisini, ciddi bir demokrasi tartışmasına dönüştürmüştür. Komuta kademesinin söylemleri, demokratik kurumların, sivil toplum örgütlerinin, farklı düşünen aydın ve siyasetçilerinin “yurtseverliğini” sorgulama boyutuna ulaşmış, demokratik hak ve özgürlükler üzerinde açık bir baskıya dönüşmüştür. Yapılan açıklamalarda Türkiye’nin temel sorunlarının tespiti ile yetinilmeyerek, bunların nasıl çözülmesi (ya da çözülmemesi) gerektiği de oldukça sert bir üslupla ifade edilmek suretiyle, başta TBMM ve Hükümet olmak üzere demokratik ve anayasal kurumların yetki alanına müdahale edilmiş, bu kurumların yeni politikalar üretmesine, farklı çözüm yolları arayışına girmesinin de büyük ölçüde önü kesilmek istenmiştir.
Bu kaygı verici gelişmeler karşısında, başta Yasama, Yürütme ve Yargı Organlarını kendi görev ve yetkilerine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu süreçte, Siyasi Partiler, Sendikalar, medya Kuruluşları, Meslek Kuruluşları, Sivil Toplum Örgütleri, aydınlar ve bir bütün olarak kamuoyu demokrasiden, insan haklarından ve özgürlüklerden yana tavır koymalıdır.
Laiklik İlkesine ve İnanç Özgürlüğüne aykırı, Alevi Yurttaşlarımızı Rencide Eden Hükümet Savunması:
Bir Alevi yurttaşımızın AİHM’de açtığı davanın 03 Ekim 2006 günü yapılan duruşmasında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin davadaki temsilcilerinin “Aleviliğin bir din olmadığı” yönünde savunma yaptıkları, yönündeki haberler basına yansımıştır. Böyle bir savunmanın Laiklikle ve inanç özgürlüğü ile bağdaşması mümkün değildir. Devletin yurttaşlarının inancını sorgulaması ve din olup olmadığı yönünde değerlendirme yapması kabul edilemez. Böyle bir değerlendirme, Laiklik ve inanç özgürlüğünün açık bir ihlali olmasının ötesinde, sayıları milyonlarla ifade edilen Alevi Yurttaşlarımızı rencide edeceği açıktır. Bu tür bir savunmayı AİHM önünde dile getirenler ve böyle bir savunma yapılmasına karar verenler görevlerini kötüye kullanmışlardır. Aslında bu savunma Türkiye’nin AİHM önünde niçin yargılandığını da bir kez daha ortaya koymaktadır. Türban nedeniyle her fırsatta din ve inanç özgürlüğüne vurgu yapan zihniyetin, başka din ve inançlar karşısında gösterdiği refleks ibret vericidir. İnsan hak ve özgürlükleri bir bütündür ve istisnasız herkes içindir. Başkalarının özgürlüklerine sahip çıkmayan, hatta engelleyenlerin, kendi özgürlüklerini savunmada da inandırıcılıklarını yitirecekleri açıktır.
Dev-Yol Davasında Adil Yargılama İlkesi İhlal Edildi:
24 yıldır devam eden “Dev-Yol” davası sonuçlandı ve sanıklara son derece ağır cezalar verildi. Davanın 24 yıllık yargılama süreci, adil yargılama ilkesinin her aşamada zincirleme olarak ihlali şeklinde yürütüldü. Ve ne yazık ki, karar aşamasında da sanık vekillerinin savunması alınmadan ve kayıp(!) kanıtlar dosyaya konulmadan hüküm verilmesi ile bir kez daha adil yargılama ilkesi ihlal edildi. Savunma hakkı kısıtlandı ve savunmanın kanıtları incelemesi ve değerlendirme yapılması olanağı tanınmadı. Bu durum “adil yargılama” nın her türlü anayasal ve yasal düzenlemelere rağmen önemli bir sorun olarak devam etmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Anayasa’nın 38. ve tarafı olduğumuz AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenmiş olan adil yargılama ilkesinin, Dev-Yol davasının bundan sonraki yargılama aşamalarında gözetileceğini ve hatanın düzeltileceğini ümit ediyoruz..
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın