İHD Erzurum Şube Yöneticileri Serbest Bırakılmalıdır

Ülkemizde en temel insan haklarının bile yok sayıldığı, yaşam alanlarının daraltıldığı, özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı ve yaşam hakkına doğrudan kastedildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu öyle bir dönem ki “barış” kelimesi hiç bu kadar tehlikeli olmamıştı. Gerçekleri anlatmak ve savunmak hiç bu kadar suç teşkil etmemişti. Barış kelimesini telaffuz ederek, barışı ve yaşamı talep eden, “çocuklar ölmesin” diyen akademisyenler linçe maruz kalıyor, haklarında soruşturmalar açılıyor ve işsiz kalıyorlar. Gerçekleri yazan gazeteciler terör soruşturması geçiriyor, haksız ve hukuksuz tutuklanıyor. Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de Silopi’de yaşananları bize, haber alma özgürlüğümüz çerçevesinde aktaran gazeteciler darp ediliyor, gözaltına alınıyor ve infaz edilmek isteniyor. Cizre’de haber peşinde iken kolundan vurulan Azadiya Welat gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürü Rohat Aktaş’ın, cenazesi ancak DNA testi ile kimlik tespiti yapılabiliyor. İMC TV kameramanı Refik Tekin vurulduktan sonra bölücü terör örgütü üyesi ifadesi kullanılarak gözaltı işlemi yapıldı. Ödüllü gazeteci Tekin’in vurulması Avrupa Konseyince “medya özgürlüğü” kapsamında takibe alınmıştı. Defalarca bölgeden haber yapan gazeteciler dövüldü, gözaltına alındı ve işkence edildi.

Aylardır ölüm, çocuk, yaşlı, kadın demeden masum kişileri hedef alıyor. Şehirler abluka altında, sağlık koridorları açmak isteyenlerin taleplerine karşılık cenazeler çıkıyor bodrumlardan. AİHM’in tedbir kararlarına rağmen yaşam hakkının kutsallığı tekrar tekrar yok sayılarak ölümler gerçekleşiyor. Günlerce ambulans bekleyen vatandaş, infaz edilmiş halde bulunuyor. Sağlık talebi için başvurulan ambulanslardan önce zırhlı araçlar ulaşarak ateş altında tutuluyor. Öldürülen kadınların bedenleri teşhir ediliyor. Küçücük bebek ve çocuklar ateş altında ve mahsur kaldılar. Onlara uzanan her ele karşı kurşun yağıyor. Bodrumlardan çıkarılan cenazelerin sayıları tam olarak saptanamıyor, kimlikleri tespit edilemiyor. Kimyasal silahlar kullanılarak insanlar yakılıyor. Yasalar, uluslararası sözleşmeler, İnsan Hakları Beyannamesinde belirtilen tüm hususlar, bağlayıcı ve imzalanmış anlaşmalar artık geçerliliğini kaybetmiş durumdadır. Çünkü hak ve özgürlükler devletin keyfiyetine bırakılmıştır. Hukuk yasal çerçevesinden sapmış, yargı iktidarın yürütme organı haline gelmiştir. Keyfi tutuklamalar ile ülke, dünyanın en büyük cezaevi haline gelmiştir. Ülkenin doğusu da, batısı da artık kimse için güvenilir değil ve sivil alanların tamamı tehdit altındadır. Yalnızca insan hayatı da değil, ekolojik katliamlara da alan açmak için devlet var gücüyle halka karşı mücadele içerisindedir. Ekolojik sistemde, insanın yerini kapital ile sınırlayan sistem, halklara yaşam alanı tanımıyor. Doğal olarak kendi alanını korumak isteyen Artvin halkına yapılanlar kabul edilebilir değildir. Oysa halklar kendi yaşam alanları hakkında birincil söz hakkına sahiptir.

Bu hukuksuz ve insan haklarının gözetilmediği sistemde, İHD Erzurum Şube yöneticilerimiz ve üyelerimizden Erdal Özakçil, Yavuz Karabudak ve Hamit Ateş 4 Şubat 2016’da gözaltına alınmış ve akabinde tutuklanmışlardır. Tutuklanmalarına gerekçe olarak; insan haklarına ve cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine dayanan çalışmalar olarak gösterilmiştir. İnsan hakları alanının dışında hiçbir çalışması olmayan insan hakları savunucularının tutuklanması, mesnetsiz ve hukuksuzdur.

1998 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunması ve Geliştirilmesinde Toplumsal Kuruluşların, Grupların ve Bireylerin Hakları ve Sorumlulukları üzerine Bildirge” kabul ve ilan edilmiştir. Bu bildirgeye göre; “herkesin bireysel olarak veya başkalarıyla birlikte ulusal ve uluslararası düzeyde insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunmasını ve gerçekleştirilmesini geliştirme ve bunun için mücadele etme hakkı olduğunu” kabul etmiştir. İnsan hakları alanında barışçı yollarla mücadele eden herkes “İnsan hakları savunucusu” olarak anılır. Türkiye; Birleşmiş Milletlerin, Savunucuların Korunması Bildirgesi’ni 2004 yılında imzalamıştır. Ayrıca, AB İlke Kuralları, hak savunucularını şu şekilde tanımlamıştır: “İnsan hakları savunucuları, evrensel olarak tanınan insan hakları ve temel özgürlükleri geliştiren ve koruyan bireyler, gruplar ve toplum organlarıdır. İnsan hakları savunucuları, medeni ve siyasi hakları geliştiren ve koruyan ve aynı zamanda, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları geliştiren, koruyan ve etkin hale getirmek için çalışan kişilerdir. İnsan hakları savunucuları, yerli topluluklar gibi grupların üyelerinin de haklarını geliştirir ve korurlar. Bu tanım, şiddet uygulayan veya yayan bireyleri veya grupları içermez. İnsan hakları savunucularının çalışmaları çoğu zaman hükümet politikalarının ve faaliyetlerinin eleştirisini beraberinde getirmektedir. Ancak, hükümetler bunu olumsuz olarak değerlendirmemelidir. Düşünce özgürlüğüne ve hükümet politikaları ile eylemlerinin özgürce tartışılabildiği bir ortama izin vermek ilkesi esastır ve insan haklarının daha iyi bir seviyede korunmasını sağlamak için etkili olduğu kanıtlanmış bir yöntemdir. İnsan hakları savunucuları, hükümetlere insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasında yardımcı olabilirler.”

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de insan hakları savunucuları dün ve bugün de hak ihlallerine uğramaktadır. Cinayet, infaz, işkence, gözaltı, tutuklamaya maruz kalmakta, tehdit edilmekte ve karalama kampanyalarına kurban gitmektedir. İnsan hakları savunucuları devlet tarafından adil olmayan yargılama ile mahkum edilmiş ve özgürlükleri ellerinden alınmıştır. Bu sıkıntılardan kurumları da zarar görmekte, defalarca aranmakta, belge ve dosyalara el konulmaktadır. İnsan haklarına dönük çalışmaları terör kapsamında değerlendirilerek cezalandırılmaktadırlar. Kurumlar mevzuatlarla sıkıştırılmakta, kişiler yasadışı faaliyet alanında değerlendirilerek cezalandırılmaktadırlar.

Erzurum şubemiz yöneticilerine atfedilenler suç değil, tam da insan haklarına yönelik ve uluslararası anlaşmalarda güvence altına alınmış çalışmalardır. Biz de aynı kurumların yöneticileri ve üyeleri olarak arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın diyoruz. Haksız tutuklamalara ve tecrit politikalarına son verilmeli, ülkenin her noktasında barış tesis edilmeli, insanların hak ve özgürlükleri teslim edilmelidir. Barış taleplerine karşı tüm kurum ve kişiler, üzerlerine düşen görevleri yerine getirmelidir. Yaşam hakkının ve vücut bütünlüğünün korunması sağlanmalı, yıkım ve savaş politikaları terk edilmelidir.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ ANKARA ŞUBESİ

 

Bir cevap yazın