İnsanlık zincirinin en zayıf halkası olan mültecilere karşı devletler ve tüm kurumlar insanlık görevlerini yerine getirmelidirler!

20 HAZİRAN DÜNYA MÜLTECİ GÜNÜ

Dünyada 2001 yılından bu yana her yıl, 20 Haziran Dünya Mülteciler günü olarak anılmaya başlanmıştır. Mültecilik; çatışma, şiddet ve zulüm sebebiyle meydana gelen bir sonuçtur. Hiç kimse evinden, yaşam alanlarından uzak olmak istemez ve mülteciliği tercih etmez. İkinci Dünya savaşından sonra; 2011 yılında başlayan Suriye savaşı ile dünya en büyük mülteci oranına ulaşmış bulunmaktadır. Birleşmiş Milletlerin Raporu’na göre 1996 yılında zorla yerlerinden edilenlerin sayısı 37.3 milyon iken 2017 Küresel Eğilimler Raporunda bu sayı 68.5 milyonu bulmaktadır. Bu sayının 25,4 milyonunu mülteciler, 43,1 milyonunu ise ülke içinden yerinden edilmiş kişiler oluşturmaktadır. Ve %52’si 18 yaş altı çocuklardan oluşuyor. 178 bin 800 çocuk ise refakatsiz ve ailelerden ayrı durumdadır.

Suriye’de iç savaş ile birlikte başlayan yoğun göç dalgası nedeniyle, Türkiye diğer ülkelere göre en fazla mülteci sayısına sahip olmuştur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Nisan 2018 Türkiye verilerine göre Türkiye’de bulunan mülteci sayısı toplamda 3.9 milyondur. Bunların 3.5 milyonu Suriyeli, 169 bini Afgan, 143 bini Iraklı, 35 bini İranlı, 4800’ü Somalili, 10.800’ü ise diğer tabiyetlere sahiptir. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın 18.08.2018 tarihli bilgi notuna göre de Türkiye’de 3.576.337 Suriyeli bulunmakta ve bunların 222.566’sı AFAD Kamplarında barınmaktadır. Geri kalanları kendi imkânları ile yaşama savaşını veriyor. Bu insanlardan kaçının Türkiye’yi terk ettiğiyle ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Bilindiği gibi Türkiye’nin 2016’da Cerablus ve Azez arasındaki bölgeyi Bab kentine kadar kontrol etmesiyle birlikte çok sayıda Suriyeli mültecinin geri döndüğü söylenmekte ama herhangi bir sayı açıklanmamaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin Ocak 2018’de Suriye’nin Afrin bölgesine gerçekleştirdiği askeri harekât sonucu Afrin’de yaşayan 150 bine yakın sivilin burayı terk ederek Suriye’nin başka bölgelerine göç etmek zorunda kaldığı bilinmektedir. Yine, Türkiye’ye sığınan kaç Suriyelinin halen Türkiye’nin kontrolünde bulunan Afrin’e döndüğüyle ilgili herhangi bir sayı açıklanmamıştır. Türkiye’deki sığınmacı kamplarında yaşanan hak ihlalleri, cinsel istismar vakaları hakkında halkın tanıklıkları, anlatımlarının olmasına rağmen sivil toplum kuruluşlarının girmesine ve araştırma yapmasına izin verilmiyor ve bunlarla ilgili bir veri de yok.

Mülteciler özellikle Urfa, Antep, İstanbul ve Çukurova bölgesinde yoğun olarak bulunmaktadır. Ancak ülkenin hemen her yerine de az ya da çok dağılmış durumdadırlar. Barınma, çalışma, sağlığa erişim, eğitim ve hukuki sorunlar yaşamakta, bunların yanı sıra birçok şiddet vakası ile de karşılaşmaktadırlar. Çalışma sorunu anlamında emek sömürüsüne yoğun bir şekilde maruz kalmaktalar. Tarım, inşaat ve küçük sanayi alanında kayıtsız ve köle mantığı ile gün doğumundan gün batımına kadar neredeyse yok denecek kadar bir ücrete ya da barınma ve yemek karşılığında emek sömürüsüne uğruyorlar ve bu emek sömürüsü karşısında savunmasız durumdalar. Emeklerinin sömürülmesi konusunda hiçbir yasal hakka sahip değiller; gerek dil problemleri gerekse çalışma hakkına resmi olarak sahip olmadıklarından kaynaklı olarak hukuksal başvuru yapamıyorlar. Tarım alanlarında sağlıksız çadırlarda, sağlığa erişime ve kaliteli yaşama uzak çok kötü koşullarda hayatlarını devam ettirmek zorundalar. Şehirlerde ise küçük sanayi tesislerinde, merdiven altı imalathanelerde çalışarak, atık toplama işçiliği yaparak; çocuklar mendil ve su satarak, kadınlar dilenerek yaşamak zorundalar. Ayrıca en acı tablo da çocukların ve kadınların cinsel istismara açık olmalarıdır. Bu konuda da her türlü koruma mekanizmasından yoksunlar. Suriyeli kadınlar sınır illerinde özellikle 2. ve 3. eş olarak alınmaktadır. Çocuk yaşta evlilikler ve çocuk annelik oranı çok fazlalaşmıştır.

Eğitim alanında ise; okul çağındaki çocukların bir kısmı doğrudan okullara kaydedilmiş ve Türkçe eğitim ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu husus, dil bilmeyen çocuk için de eğitimci için de büyük problemdir. Bu problemler nedeniyle çocukların çok azı okula gidebilmekte ve çocuklar, okuldan çıktıktan sonra tekrar mendil, su satmak veya dilenmek için tekrar sokaklara dönmektedirler.

Suriyelilerin hemen hiçbiri hukuksal sorunlarını nasıl çözeceğini de bilmiyor. Yoğun yaşadıkları yerlerde basına dahi yansımayan kadın ve çocuk cinayetleri işlenmekte, şiddet olayları normalleştirilmektedir.

Geri gönderme merkezlerinde tutulanların koşullarına gelince, 1 gün içinde 15-20 dakika havalandırmaya çıkarılmakta, geri kalan tüm zamanı 5-6 kişilik odalarda kilit altında tutulmaktadırlar. Kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere temel haklardan yoksun, manevi ve sosyal ihtiyaçları karşılanmadan uzun süre bu merkezlerde tutulmakta, hiçbir şekilde dışarıyla irtibat kuramamaktadırlar. Kısmen irtibat kurabilenler ise korktuklarından başvuru yapmamaktalar. Geri Gönderme Merkezlerine sivil toplum kurumlarının giriş izinleri de ne yazık ki bulunmamaktadır.

Gelişmiş ülkelerin hiçbirinin; Dünyanın savaş, totaliter sistem acımasızlığı, yoksulluk, can güvenliğinden kaynaklı olarak zorunlu olarak meydana gelen ve gittikçe artan mülteci sorununa insan yaşamını ve refahını gözeten kesin çözüm üretmediği gibi sorunlara yeteri kadar ilgi göstermediği de ortadadır.  Ayrıca bu ülkeler tarafından utanç verici bir anlaşma olan Geri Kabul Anlaşması ile bu insanlar çaresiz bırakılmış ve pazarlık konusu yapılmıştır. Yüzlerce mülteci her yıl can güvenliği olmadan, ilkel yöntemlerle, insan tacirleri aracılığı ile yapılan yolculuklarda can veriyor.  Son yılda azalsa da bu can kayıpları devam ediyor. BMMYK raporuna göre 2017-2018 yıllarında Türk karasularında belirlenmiş olan ölü/kayıp sayısı 75’dir. Yine can güvenliği olmayan sağlıksız koşullarda hastalıklar, yetersiz beslenme, ısınma, sağlığa erişim imkanlarının yoksunluğundan kaynaklı olarak hayatlarını kaybediyorlar. Siyasi olarak dünyaya hükmeden AB ülkeleri ve ABD, mülteciler konusunda trajikomik kabul sayısına sahiptir. Yapılan tüm anlaşma ve uygulamalarla Avrupa, kapısını mültecilere sıkı sıkıya kapatarak erişimi engelleme politikasını yürütüyor. 2018 yılında sadece 6.106 kişi üçüncü bir ülkeye yerleştirilmiştir. ABD 1.140, Almanya 1.001, Hollanda 822, Kanada 731, diğer üçüncü ülkelere ise 2.412 kişi yerleştirilmiştir.

Türkiye ile AB arasındaki vize muafiyeti ve geri kabul antlaşması çerçevesinde mülteci pazarlığı 2018 yılının Mart ayında zirveye ulaşmıştır. İran Türkiye sınırına biriken on binlerce Afgan mülteci önce Türkiye’ye kabul edilmiş, ardından Türkiye tarafından sınır dışı edilmiştir. Bu kişiler Türkiye AB ilişkileri kapsamında koz olarak kullanılmış ve bu şekilde mülteci hakları bir kez daha ayaklar altına alınmıştır. Bu yaşanan olay, mülteciler söz konusu olduğunda ülkelerin bir bütün olarak insan haklarını ne kadar araçsallaştırdığını göstermesi bakımından ibret vericidir.

Dünya Mülteciler Günü’nde Türkiye’de zorla yerinden edilen ve iç göçmen konumuna düşürülen Kürt ailelerden de bahsetmek gerekir. 16 Ağustos 2015 tarihinde başlayan ve halen devam eden sokağa çıkma yasakları süresince Diyarbakır Sur, Şırnak merkez, Cizre ve Silopi ilçeleri, Mardin Nusaybin, Hakkâri Yüksekova başta olmak üzere çok sayıda ilçe merkezinde yürütülen askeri operasyonlar sonucu on binlerce konut, iş yeri ve kamu binası yıkılmıştır. En az 500 bin olduğunu tahmin ettiğimiz insan evsiz bırakılmıştır. Bu kişiler halen kalıcı konutlarına kavuşamamıştır.

Sınırlarını korumak amacıyla mültecilere karşı kayıtsız kalan ülkelerin yasal olarak uymak zorunda oldukları yükümlülükler uluslararası anlaşmalara göre düzenlenmiştir. Bu sözleşmeler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ve 1967 Protokolü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin 1954 Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleme 1966, İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme-1984, Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin Seçmeli Protokolü, Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol gibi belli başlı sözleşmelerdir. Ve imza atan ülkelerin bunlara uyma yükümlülükleri bulunmaktadır.

Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin 16-23 Haziran 2015 tarihlerinde Türkiye ziyaretinde Türkiye’deki Geri Gönderme Merkezleri ile ilgili hazırlamış olduğu rapor, 17 Ekim 2017’de açıklanmıştır. Komite’nin belirttiği tavsiyelerin uygulanmadığını da üzülerek belirtmek isteriz. Görüldüğü gibi Türkiye uluslararası yükümlülüklerine uymamaya devam etmektedir.

4 Nisan 2013 tarihinde kabul edilerek 11 Nisan 2013’de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun madde 4 – (1) “Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez” hükmü ile yaşamı tehlike altında olan mültecilerin ülkelerine sınır dışı edilmeleri yasal olarak engellenmiş olmasına rağmen buna uyulmamaktadır.

Sonuç olarak; ülkemizde tüm geri gönderme merkezleri ve kamplar denetime açılmalı, şeffaflaşmalıdır. Emek sömürüsünün önüne geçilmeli, çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere istismara karşı korunmalıdırlar. Eğitim ve sağlığa erişim hakları düzeltilmeli, yaşam alanları rehabilite edilmelidir. Kötü koşullarda yaşam alanlarından çıkartılarak insan onuruna yakışan alanlarda yaşatılmalıdırlar. 20 Haziran Dünya Mülteci Günü, insanlık zincirinin bu en zayıf halkası olan halklara karşı devletler ve tüm kurumlar insanlık görevlerini yerine getirmelidirler. İlgili tüm ulusal ve uluslararası kuruluşları mültecilerin sorunlarına eğilmeye, kesin ve insan onuruna yakışan çözümler üretmeye davet ediyoruz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ