Şemdinli Olayları İle İlgili Olarak Düzenlenen İddianame Üzerinde Yapılan Tartışmalara İlişkin

 

“Şemdinli olayları ile ilgili olarak düzenlenen iddianame üzerinde yapılan tartışmalar ve son olarak da yürütme tarafından bir soruşturma başlatılmış olması Türkiye’de yargının bağımsız olmadığı gerçeğini bir kez daha gösterdi”

Bütün çaba ve söylemlere karşın, Türkiye bir ikilemi aşamamış durumdadır: Yargı bağımsızlığının bütün koşullarını gerçekleştirmek sorumluluğunu taşıyanlar, bir yandan yargı sistemine yapılan her türlü eleştiriyi, “yargıya müdahale” olarak değerlendirip zaman zaman da bu konuda dava açılmasını özendirmekte; diğer yandan ise öteden beri yasal ya da fiili bir dokunulmazlığın korumasındaki Türkiye’nin temel aktörlerine yönelik adli soruşturma ve davaları etkisiz hale getirmek için, doğrudan yargıya müdahale etmekte sakınca görmemektedirler.
Yargının her aşamasının, demokrasinin diğer temel güçleri olan yasama ve yürütme ile yine demokrasinin 4. gücü sayılan medyaya karşı bağımsız olması, hem demokrasinin olmazsa olmaz bir koşulu, hem de yasa önünde eşitliğin ve özgürlüklerin nihai güvencesidir.
Ülkemizin en önemli sorunlarından birisi yasal ya da fiili cezasızlığın son derece yaygın olmasıdır. Askeri darbe yapıp, demokrasiyi ve özgürlükleri askıya alanlardan, faili meçhul cinayetlerden, toplu katliamlardan, işkencelerden, devlet içindeki yasadışı yapılanmalardan sorumlu olanlar bu güne kadar yargı önüne çıkarılamamıştır. Daha yeni, etkileri hala devam eden bir askeri darbenin lideri televizyonlara çıkıp, yaptıkları ile övünebilmektedir. Yıllardır “yok” olduğu söylenen “Jitem”in “var” olduğunu öğrendik, ama hem bu örgütün varlığını bugüne kadar gizleyenlerin ve hem de bu örgütün yasa dışı faaliyetlerinden sorumlu olanların yargı önüne çıkarılacağına ilişkin en küçük bir emare yok.
Ana Muhalefetiyle, İktidarıyla siyasetçilerin; Şemdinli İddianamesi üzerinde yaptıkları tartışmalar demokrasi adına, yargı bağımsızlığı adına, yasa önünde eşitlik adına, hukukun üstünlüğü adına kaygı ve üzüntü vericidir. Bir savcının iddianamesini “orduya karşı darbe” olarak nitelendirip sorunu bir rejim sorununa dönüştürenler, büyük bir sorumluluk altına girmişlerdir.
Hangi makam ya da görevde olursa olsun hiç kimse yargı önünde ayrıcalıklı bir konuma sahip değildir. Ayrıca kişilere yöneltilen iddiaların; kurumlara yöneltilmiş gibi kabul edilerek, bu yolla iddiaların doğruluğunun ya da yanlışlığının araştırılmasının önüne geçilmesi, sadece demokrasi ve hukukun üstünlüğüne zarar vermez, aynı zamanda yargı önünde iddianın haksızlığını kanıtlama olanağını kaybettiği için, bizzat iddialara muhatap kişinin/kişilerin de zarar görmesine yol açar.
Bu konuda, Hükümetin özel sorumluluğunun altını çizmek gerekir. Hükümet üyesi Adalet Bakanı’nın Şemdinli İddianamesini hazırlayan savcı hakkında soruşturma emri vermesi, yargı bağımsızlığının bizzat Hükümet eliyle ihlali sonucunu doğurmuş ve yargının ne ölçüde Hükümetin kontrolünde olduğunu ortaya sermiştir. Bugüne kadar yargı bağımsızlığının yasal ve fiili koşullarını sağlayamayan ve bizzat kendi talimatları ile yargı bağımsızlığını açıkça ihlal eden bir Adalet Bakanı hiçbir koşulda görevde kalmamalıdır. ADALET BAKANI DERHAL İSTİFA ETMELİDİR.
İddianame üzerinde yapılan tartışmaların dozu ve yapılan değerlendirmeler, davanın tümü üzerinde olumsuz bir etki yapmıştır. Bundan böyle bu davanın her türlü baskı ve etkilemeden uzak sürdürüleceğine inanmak son derece zor. Kaldı ki, soruşturma ve davanın amacı sadece ele geçen ve bilinen sanıkların hukuki konumlarının belirlenmesi değildir. Amaç, dava konusu suça her aşamadaki katılanların ve sorumlularının da tespit edilerek yargı önüne çıkarılmasıdır. Davanın bütünü zarar görmüştür. Yaratılan bunca fırtınadan sonra, asker ve sivil kamu görevlilerinin de içinde yer aldığı yasadışı yapılanmaların kaynağına ulaşmak ve asıl sorumluları tespit etmek mümkün olmayacaktır.
Belki de demokrasimizin en temel sorunlarından birisi, “bir sivil savcının yüksek rütbeli bir asker kişi hakkında da iddianame düzenleyebileceğini” henüz sivillerin dahi içine sindirememiş olmasıdır.
“Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (ANAYASA Md.10)
Av.Yusuf ALATAŞ
Genel Başkan

Bir cevap yazın