Meçhuller ve Failler

Meçhuller,

İnsanlık kayıp olgusuyla Nazi işgalleri döneminde karşılaşıyor ve bu tarihten sonra zorla kaybetme totaliter yönetimler tarafından sıkça başvurulan bir sindirme ve yıldırma aracı olarak kullanıldı.

BM’nin 1992 tarihli bildirisinde “hangi görev ya da düzeyde olursa olsun, devlet görevlilerinin devlet adına ya da devletin dolaysız ya da dolaylı desteği ile izin vermesiyle ya da rızasıyla hareket eden örgütlü grupların ya da kişilerin insanları gözaltına alması, tutuklaması, iradeleri dışında kaçırması ya da diğer herhangi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakması ve daha sonra bu kişilerin akıbetini ya da bulundukları yeri açıklamayı veya özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını kabul etmeyi reddetmesi ve böylece onları yasanın koruma alanından çıkarması” olarak tanımlanıyor kayıp olgusu.

Türkiye’de 1980 sonrası dönemde siyasal muhaliflere karşı sistemli olarak uygulanan zorla kaybetme vakaları 1990 yılından itibaren hızla tırmanmaya, hukukun ve insan haklarının askıya alındığı doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesinde yoğunlaşmaya başladı. İHD kayıtlarına Muş Varto’da 20 Kasım 2002 tarihinde Sıdık Kaya son kayıp olarak not edildi ve 24 Nisan 2003’te öldürülmüş halde bulundu. Sıddık Kaya’nın öldürülmesi devlet kayıtlarına faili meçhul olarak yazıldı. Sıddık Kaya kaybedildikten sonra cesedi bulunan ilk insan değil. Yakın tarihimizin sayısal verileri faili meçhul cinayetlerle kayıplar arasındaki paralellik ilişkisini açıkça ortaya koyuyor. 90’lı yılların Türkiye’sinde kayıpların akıbeti ne oluyor ise 2003 Türkiye’sinde de aynı olaylar yaşanıyor.… Kaybedilen Murat Aslan’nın cesedi devlet adına operasyonlar yaptığını itiraf eden Abdulkadir Aygan’nın itiraflarında belirttiği yerde bir toplu mezarda bulunuyor. Türkiye’de halen 850’ye yakın insan kayıp ve akıbetleri bilinmiyor. BM’in tanımında açıkça ortaya konulan “devlet adına dolaylı veya dolaysız hareket edenler “ tanımlaması tamda A. Aygan’ın durumunu ortaya koyuyor. Buna rağmen adli mekanizmalar Aygan’ın itirafları için harekete geçmiyor ve kayıpların akıbetlerinin ortaya çıkarılması için etkin bir soruşturma süreci işletilmiyor.

Dünyanın olağanüstü yönetimler ve çatışma süreçleri yaşayan her ülkesinde “Demokratikleşme” olgusunun önemli bir ayağı da geçmişle yüzleşme olmuştur. Geçmişin bütün hukuksuzluğunu toplumsal belleğin unutkanlığına havale ederek demokratik bir devlet ve toplum yaratmak imkansızdır. Gerçek bir demokrasi iradesi, geçmişle yüzleşme ve tüm sorumluları yargı önüne çıkarma iradesidir aynı zamanda. İHD olarak Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin önemli bir parçası olduğunu düşündüğümüz geçmişle yüzleşmenin faili meçhul cinayetler ve kayıpların akıbetinin ortaya çıkarılması ile başlamasının zamanın geldiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede herkesi bir kez daha tanıklığa ve demokratikleşme sürecine katkı sunmaya çağırıyoruz.

Ve Failler,

21 Kasım 2004 tarihinde Kızıltepe’deki evlerinin önünde Mardin Emniyet Müdürlüğü Özel Hareket Tim görevlileri tarafından 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babası Ahmet Kaymaz’ın katledilmesiyle ilgili davada yaşanan gelişmeler demokrasi ve insan haklarının neresinde olduğumuzu bir kez daha ortaya koyuyor. Mardin Ağır Ceza Mahkemesindeki ilk duruşma iddianame okunmadan yapılmış ve sanıklar yargıdan kaçırılırcasına duruşma öncesinde göreve iade edilmiş ve atamaları başka illere yapılmıştır. Müdahillerin sorumlu polislerin tutuklanmaları ve duruşmaya getirilmeleri talebi ile Ahmet Kaymaz’ın kardeşi Reşat Kaymaz’ın müdahillik talebi hukuka ve yasalara aykırı bir biçimde reddedildi. Ve dün Adalet Bakanlığının isteği ve Yargıtay 5. Ceza dairesinin kararıyla dava Eskişehir’e nakil edildi. Adaleti mağdur yakınları açısından ulaşılmaz, cezasızlığı sanıklar için ulaşılabilir kılmak için her şey tamamlandı. Aynen geçmişte polislerin yargılandığı bir çok davada olduğu gibi.

Hiçbir koşulda dokunulamaz olan yaşam hakkının ihlalinin sorumlusu olan polisler ve mülki idare yetkilileri hem idari hem de hukuksal olarak tam bir koruma mekanizmasına alınmış durumdalar.

Olayın olduğu dönemde Kızıltepe kaymakamı olan Engin Durmaz olaydan kısa süre sonra Erzurum Vali Yardımcılığı görevine, operasyonu organize eden, yöneten ve olayda doğrudan sorumluluğu bulunan Mardin Emniyet Müdür Yardımcısı Kemal Dönmez 1. sınıf emniyet müdürlüğüne terfi ettirildi.

Bütün bunlara karşın, adaletin kılıcı insan hakları savunucuları için son derece hızlı ve keskin. İHD adına olay yerinde incelemelerde bulunan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölge Temsilcimiz Mihdi Perinçek ve Diyarbakır Şube Başkanımız Selahattin Demirtaş hakkında Kızıltepe Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılarak senaryo tamamlanmış oldu.

Bu senaryo bilinen ve alışılmış eski bir senaryo. Fakat biz bu senaryoları seslendirmeye, yazmaya devam edeceğiz.

Aslında 12 yaşındaki Uğur Kaymaz ve Babası başta İHD olmak üzere insan hakları örgütlerinin ve medyanın yarattığı kamuoyu baskısı sonucu sorumlu polislerin yargılanması gündeme gelmişti.

Şimdi de, yeni bir yargısız infaz; “işkence ile öldürme”;

Türkiye’de bir yandan insan hakları , demokratikleşme ve özgürlükler söylemi devleti yetkililerinin dilinden düşmezken, öte yandan yaşama hakkına yöneltilmiş en ağır eylemlerden biri olan “yargısız infazlar” da sürüyor.

19 Nisan 2005 günü Diyarbakır Şubemize başvuran Hasan Bartan isimli şahıs, PKK üyesi olan oğlu Abdulkadir BARTAN’ın 15 Nisan 2005 günü Şırnak ili Bestan bölgesinde yürütülen operasyon sırasında sağ olarak yakalandığını, ancak tüm başvurularına rağmen kendisine hiçbir bilgi verilmediğini ve oğlunun öldürülebileceğinden endişe ettiğini bildirdi. Bu başvuru üzerine Derneğimiz, bir yandan yetkili mercilere başvururken öte yandan da uluslar arası acil yardım çağrısında bulundu. Uluslar arası örgütler de çağrımıza uyarak, acil eylem çağrısı yaptılar.

Baba Hasan Bartın’ın ısrarlı başvuruları üzerine konuyu araştıran Şırnak C.Savcılığı’na Jandarma’nın verdiği resmi cevapta, Abdulkadir Bartan’ın 13 Nisan Günü yapılan operasyonda sağ yakalandığı, ancak kendisinin samimi itiraflarda bulunarak, güvenlik güçlerine yardım etmek istediği ve kendisinin operasyolara götürüldüğü, bir yer gösterme sırasında PKK militanlarının açtığı ateş sonucu 14 Nisan günü öldüğü, yoğun ateş nedeniyle cesedinin alınmasının mümkün olmadığı” bildirildi. Bunun anlamı şu idi, evet Abdulkadir Bartan, babasının belirttiği gibi sağ yakalanmıştı.Fakat 24 saat içerisinde yargı mercileri önüne çıkarılması gerekirken, kendisine işkence edilmişti ve sonuçta da öldürülmüştü. Cesedi de kaybettirilmişti. Çünkü ceset üzerinde yapılacak bir otopsi sonucunda işkence ile öldüğü ortaya çıkacaktı.

Soruşturma halen sürmektedir. Fakat, C.Savcılığı’nın Şırnak Jandarma Komutanlığı’na yazdığı yazıdaki, “operasyon şartlarının zorluğu, terör örgütlerinin çökertilmesi, zornulu ve mecburi nedenler, ülke ve devlet menfaati gibi (hususların) değerlendirmesi.. yargı makamlarına ait olmak üzere” şeklindeki cümle, soruşturmanın varmak istediği noktayı açık bir şekilde göstermektedir.

Bizler bu gidişe seyirci kalmayacağız. İHD olarak bu güne kadar olduğu gibi, insan hakları ve özgürlükler mücadelesine koşulda devam edeceğiz ve ihlalleri gün ışığına çıkarıp takip edeceğiz. Bu olayın da peşini bırakmayacağız.

Son dönemlerde yaşadıklarımız Demokratikleşme süreci yerine, akla veda sürecini çağrıştırıyor bize.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın