PARANIN SEYİR DEFTERİ, HIZ VE GÜÇ

Para bizi ilgilendiriyor. Biz ilgilenmesek de o bizimle ilgileniyor. Tıpkı, politika bilimi gibi. İHD, ideolojik ve siyasi bir tutumu ve bir rejim seçeneğini (kapitalizm ve sosyalizm arasındaki bir seçeneği ve tercihleri) sunmuyor. İnsan haklarının gerçekleştirilmesi sorunu ile ilgileniyor. Üyeleri ve yöneticilerinin ideolojik ve siyasal tercihlerine karışmıyor. Yalnız, bu tercihlerin İHD'nin tercihleri olarak algılanması ya da sunulmasına karşı çıkıyor. Bu bir ideolojik ve siyasi bağımsızlık duyarlığıdır.

Paranın seyir defteri bizi ilgilendiriyor. Yalnız bu kadar da değil. Emeğin seyir defteri de bizi ilgilendiriyor. Hem de öncelikle ilgilendiriyor. İHD, ezilenlerin yanında olduğunu ilan etmiş bir örgüt. Dolayısıyla para (sermaye) en yüksek kar peşinde koşarken, çalışanların ve genel olarak halkın yaşam koşulları, çalışma hakkı, iş güvencesi, iş güvenliği, barınma, beslenme, sağlık ve eğitim hakları, olanaklar ve fırsatlar sorunu gündeme geliyor.

"Para, algılama sorunu ve Atinalı Timon" başlıklı açıklamamızda (19 Nisan 2001) Atinalı Timon'dan bir alıntı yapmıştık. Orada paranın özellikleri anlatılıyordu. Parayı yönetemeyenlerin, para tarafından nasıl yönetilecekleri de… Türkiye'de, "15 günde 15 yasa" sloganı altında, para ile ilgili yasaların yürürlüğe girmesi hedeflendi. Bizi, ekonomik ve sosyal haklar açısından bu yasalaştırma süreci ve 20 Kasım'dan bu yana şiddeti artarak süren ekonomik, mali ve siyasi kriz ilgilendiriyor. Krizin ekonomik ve sosyal faturası ezilen milyonlarca insana çıkarılıyor. Bunun için de, çıkarılacak faturaya itiraz edeceklerin alanları -siyasal özgürlük alanı- daraltılıyor. Kriz, siyasal iktidarı bu denklemle yönetiyor.

Türkiye, yaklaşık 200 milyar dolarlık gayri safi milli hasılasının % 60'nın kamu işletmeleri eliyle üretildiği bir ülkedir. Toprağın % 54'ü de devlet mülkiyetinde. Çok açık bir biçimde, bu kaynaklara ilişkin tasarruflarda siyasetçi+yüksek bürokrasi ve sermaye sınıfının (üçlü ittifak) söz, yetki ve karar sahibi olduğu görülüyor. Üretim düzeyi açısından, Türkiye'nin onda biri nüfusa sahip Norveç ve altıda biri nüfusuna sahip Yunanistan kadar üretemiyor Türkiye. Bölüşüm ilişkileri açısından ise, tam bir gelir dağılımı adaletsizliği yaşanıyor. İşte bu üretim ve bölüşüm ilişkilerine damgasını vuran da üçlü ittifaktır ve bu durum devletçi kapitalizmlerin tipik özelliğidir. Burada İHD, devlet mülkiyeti ve özel mülkiyet arasında tercihlerde bulunmuyor. Ne özel mülkiyetçi rejimi, ne devlet mülkiyetine dayalı devletçi kapitalizmi kutsuyor. Devlete ait alanın boşaltılması ve ulusal ya da uluslar arası sermayeye aktarılmasındaki ideolojik yaklaşıma, rant aktarımına ve sosyal sonuçlarına karşı çıkıyor. İdeolojik hegemonya peşinde koşanlar, "devlet elindeki mülkiyeti" sosyalizm olarak adlandırıyor. Mülkiyetin devlet elinde olması "her durumda kötüdür" anlayışı yerleştirilmeye çalışılıyor. Aslında bu akım, salt sosyalizme karşı ideolojik hegemonya kurmayla da sınırlı bir atak içersinde değil,- sosyal olan ne varsa yıkmayı önüne koymuş durumda. Ne yönlendirici, düzenleyici devlet istiyor, ne de bireylerin ortak çıkarları için dayanışmasına, sendikal örgütlülük içersinde olmasına, sosyal güvenlik kurumlarının güçlendirilmesine ve toplum yararı kavramının yerleşmesine olanak tanıyor.

Hükümet, üretimin arttırılmasına ve bölüşüm ilişkilerinin adil hale getirilmesine ilişkin bir program ortaya koyamıyor. Türkiye, 21. Yüzyıla kalkınma ve gelişme programından yoksun olarak giriyor.

Türkiye'nin yönetici burjuva sınıfı (kentsoylu sınıfı), "daha çok gömlek satışı ile demokrasi arasındaki ilişki"yi kavrayamıyor ve her dönemde otoriter yönetimleri ve uygulamaları destekliyor. Yazık!…

Şimdi gelinen nokta, Goethe'nin Faust'unda Mephistopheles'in anlattığıdır. Koşuyoruz, çalışıyoruz, üretiyoruz. Gücümüz ve hızımız, para sahibinin gücü ve hızıdır. Onur kırıcı bir durum.
Mülkiyetin hukuksal olarak el değiştirmesi sorunu açısından değil, insan merkezci bakış açısından, (onur, insanın imgesine uygun bir muamele beklentisidir) onur kırıcı bir durum.

"Vay canına! Eller de ayaklar da, gerçekten
Baş da ayrıca, eril güçler de, hepsi senin.
Ama yeni yeni almaya başladığım zevkler,
Daha mı az benim oluyor bu yüzden?
Diyelim ki altı yörük at var ahırımda,
Benim olmuyor mu güçleri bu atların?
Gidiyorum dört nala, en eksiksizi insanların,
Sanki yirmi dört bacağım varmışcasına."

(Marx K.1844 Felsefe Yazıları içinde, ç. Murat Belge)

Hüsnü Öndül
Genel Başkan

Bir cevap yazın