“Hayata Dönüş Operasyonu”nun 6. yıldönümü

Bugün, adına “hayata dönüş operasyonu” denilen ve onlarca can’ın yitirilmesiyle sonuçlanan cezaevleri operasyonunun altıncı yıldönümü. Altı yıl önce bugün, özgürlüklerinden yoksun bırakılmış; yaşamları devletin ‘koruması’ ve ‘güvencesi’ (!) altında olan 32 mahkum, Türkiye’deki 20 cezaevinde düzenlenen operasyon sonucu öldürüldü ve yüzlercesi de tahribatları bir daha onulmaz şekilde yaralandı. Faillerin adına “hayata dönüş operasyonu” dedikleri katliam sonrasında, yaşam hakkına kastedilen mahkumlar için hazırlanan otopsi raporlarında operasyon sırasında yanıcı kimyasal maddelerin kullanıldığı, pek çoğunda işkenceye işaret eden darp izlerinin bulunduğu tespit edildi.

Türkiye’de ciddi hak ihlallerinin yaşandığı mekanların başında gelen cezaevlerindeki ölümler,  hala hepimizin hafızalarındadır. Daha 1996’da Diyarbakır E Tipi Cezaevinde, 1999’da Ankara Ulucanlar’da, 2000’de Burdur’da yaşanan katliamlar unutulmamışken, Türkiye Cezaevleri tarihinin en büyük katliamı ile binlerce tutuklu ve hükümlü, F Tipi Cezaevlerine sevk edildi. Bu itibarla, 19 Aralık bir zihniyete işaret eder. 19 Aralık, insan hakları hukukunun, zor araçları kullanılarak ihlal edildiği bir tarihtir. İnsanın temel özelliklerinin yadsındığı bir tarihtir. Operasyon emrini veren kamu otoriteleri hakkında en ufak bir soruşturma açılmazken, operasyondan sağ kurtulan mahkumlar adeta “ölmedikleri” için yargılamalara maruz kaldılar ve bunların birçoğunun yargılamaları devam etmektedir.

Biz insan hakları savunucuları olarak, 19 Aralık 2000 tarihinden bu yana cezaevlerinde bir çeşit ‘ikinci’ bir cezalandırma sistemi olarak uygulanmakta olan tecrit ve izolasyona son verilmesini savunmaktayız. Tecrit ve izolasyon, olağanlaştırılmış bir cezalandırma sistemidir ve mahkumların diğer tutuklu ve hükümlülerle bir araya gelmelerine, çeşitli aktivitelerde bulunmalarına engel olmaktadır. Oysa ki, cezaevinde de olsa, tüm insanların, yaşam, sağlık, eğitim, beslenme, spor, kültürel ve sosyal faaliyette bulunma hakları vardır ve bu hakları ihlal edilemez.

F Tipi Cezaevlerinde 19 Aralık 2000 tarihinden bu yana uygulanmakta olan Tecrit ve İzolasyonun kaldırılması için 250 gündür ölüm orucunu sürdüren tutuklu Sevgi Saymaz, bir anne olan Gülcan Gözoğlu ve müvekkillerinin ortak mekan hakkını kullanmalarını sağlamak için 5 Nisan avukatlar gününden bu yana Avukat Behiç Aşçı bedenlerini açlığa yatırmış durumdalar. Başta Hükümet ve Adalet Bakanlığının, bu eylemleri görmezden gelme tavrını sürdürmeleri, bizlerde yeni ölümlerin yaşanacağı endişesini doğurmuştur. Bu yok sayma, sorunları çözme yönünde adım atmama ve insancıl talepleri görmezden gelme tutumu, uygulanan tecrit ve izolasyonun yarattığı koşulların sadece tutuklu ve hükümlüler için değil ama aynı zamanda onların aileleri ve avukatları için de hukuksal yollardan mücadele edilemez bir durumda olduğunun açık bir ifadesidir.

Cezaevleri, toplum tarafından sürekli izlenmesi gereken mekanlardır. O duvarların ardında ne olup bittiğini bilmek hakkımızdır. Yalnız Türkiye’de değil, bütün dünyada da durum böyledir. O nedenledir ki, İHD, kuruluşundan bu yana, yani 20 yıldır, cezaevlerine ilgisini diri tutmuştur.

19 Aralık gününü, Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Mücadele Günü ilan edişimiz vesilesiyle aşağıdaki ivedi taleplerimizi bir kez daha siyasal iktidara yöneltmekteyiz: 

  • Adli veya siyasi ayrımı yapmadan bütün tutuklu ve hükümlüler için insan onuruna saygı gösterilmelidir.
  • Hiçbir tutuklu ve hükümlü tecrit ve izolasyon koşullarında tutulmamalıdır. F Tipi Cezaevlerinde derhal 3 Kapı 3 Kilit talebi kabul edilmeli ve her an yeni ölümlere dönüşebilecek olan ölüm orucunu bu yolla sona erdirilmelidir.
  • Tutuklu ve hükümlülerin haklarını ihlal eden, onlara işkence yapan, yaralayan ve öldüren kamu görevlileri hakkında davalar açılmalı, açılmış davalar bir an önce sonuca bağlanarak failler hak ettikleri cezalara çarptırılmalıdırlar.
  • 24 saate yayılan tecrit, gayriinsani muamele olduğundan Tek Kişilik İmralı Kapalı Cezaevi derhal kapatılmalıdır.
  • Temel insan haklarına aykırı birçok madde içerdiğinden, Ceza İnfaz Yasası’nın ivedilikle  ilgili meslek kuruluşları, İnsan Hakları Örgütleri ve akademisyenlerden olaşacak bir kurulda yeniden düzenlenmesi sağlanmalıdır.
  • Cezaevleri sivil izlemeye açık olmalıdır.
  • Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerin, savunma, şiddete maruz kalmama, sağlık, eğitim, beslenme, aileleri ve avukatlarıyla ve genel olarak dış dünya ile iletişim haklarına saygı gösterilmeli ve BM Minimum Cezaevleri Standartlarında belirlenen ilkeler kabul edilmelidir.
  • Daha özgün sorunlar da yaşandığından, Kadın ve Çocuk Cezaevleri, insan onurunun zedelenmediği, temel hakların koruma altına alındığı bir bakış açısıyla yeniden düzenlenmelidir.
  • Hükümet ve Adalet Bakanlığı sorumluluklarını yerine getirmeli; meydana gelebilecek yeni ölümleri durduracak sorumlulukta davranmalıdır.

Av.Reyhan YALÇINDAĞ
Genel Başkan Yardımcısı

Bir cevap yazın