Tüm Vicdanlara Sesleniyoruz…

Bu artık son olsun…
1 yıl önce Mehmet Aras ölüyor demiştik.
Keşke yaşam bizi yalanlasaydı.

Hani hep iddia ederdik ya, yine bir iddia olsaydı Mehmet Arasın kanser oluşu. Mehmet Aras bugün 19.00 da yaşamını yitirdi. 50 yaşında ve 16 yıldır cezaevinde yaşamını sürdüren Mehmet Aras artık aramızda değil.

Mehmet Aras sabah saat 09.00 da yoğun bakıma alındı, ailesinin son bir kez çocuğumuzu görelim talebini bile çok gördüler. Son nefesini soğuk yoğun bakım odalarında verdi.

Söyleyeceğimiz tek şey var artık;

Sayın Cumhurbaşkanı bir yıl önce size müracaatımızı dikkate alsaydınız, sağlık nedeniyle tek imzanızla son bir yılını ailesi ile geçirecekti, iyileşebilecekti belki de MEHMET ARAS.

Şimdi herkesi 1 dakika elini vicdanına koyarak MEHMET ARAS’IN Yoğun bakımdaki son dakikalarını düşünmeye davet ediyoruz…

HAPİSHANELERDEKİ HASTA MAHPUSLAR

Ağır hasta mahpus Mehmet Aras hastalığının son devresinde olmasına rağmen tahliye edilmediği için 18 Aralık 2011 günü yaşamını yitirdi. Mehmet Aras’ın yaşamını yitirmesine sebep olan hukuksuzluğa ve vicdansız uygulamalara bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz.

Türkiye’deki hapishanelerde 31.11.2011 itibariyle 127.831 hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Bunlardan 73.419’u hükümlü, geri kalan 54.412’si tutukludur. Türkiye hapishanelerinde bulunan mahpusların %42.5’i tutuklu durumdadır. Mahpus sayısı ve tutuklu mahpus oranı oldukça yüksektir. Bu durum Türkiye’de ağır bir tutuklama rejimi uygulandığını göstermektedir.

Hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri derneğimiz tarafından her yıl özel bir raporla kamuoyuna açıklanmaktadır. Bu raporda sadece 246 ağır hasta mahpusun durumu belirtilmiş ve çözüm önerileri sıralanmıştır.

ÇHD İstanbul Şubesi ile Derneğimiz İstanbul Şubesinin Adalet Bakanlığı’na yapmış olduğu başvuruda son 10 yılda hapishanelerde ölen mahpuslarla ilgili bilgi istenmiştir.  Bu bilgilerden anlaşıldığı kadarı ile 2006 yılından itibaren dikkat çekici bir şekilde sayıları giderek artan oranda mahpusların hastalıktan öldüğü görülmektedir. 2010 yılında 161 mahpusun hastalığı nedeniyle ölmüş olması durumun vahametini göstermektedir. Yıllar itibariyle hapishanelerde hastalıktan ölen mahpus sayısında artış olmasına rağmen özellikle sayın Cumhurbaşkanının Anayasanın 103. maddesine göre özel af niteliğinde cezayı kaldırma kararlarında bir azalma söz konusudur. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Sayın Cumhurbaşkanı tarafından 2008 yılında 2 kişi, 2009 yılında 7 kişi, 2010 yılında 2 kişinin hastalık nedeniyle kalan cezası affedilmiştir. Bu durum duyarsızlığın ne kadar büyük olduğunu, Adalet Bakanlığı bürokrasisinin ve özellikle de Adli Tıp Kurumu’nun ölümlere seyirci kaldığını göstermektedir.

Türkiye’deki infaz rejimi 5275 sayılı kanunla yürütülmektedir. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun bir bütün olarak, özgürlüğünden yoksun bırakılan veya hapsedilen kişilerin yani mahpusların hakları ile ilgili uluslar arası sözleşme, kural,  bildirge ve standartlara aykırıdır. 5275 sayılı kanun bir bütün olarak BM’nin 09.12.1988 tarihli “Herhangi Biçimde Alıkonulan ya da Hapsedilen Tüm Kişilerin Korunması İçin İlkeler Manzumesi”ne, BM’nin 14.12.1990 tarihli “Mahpusların Islahı İçin Temel İlkelerine”, BM’nin 14.12.1990 tarihli

“Asgari Standart Kurallarına” uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Buna rağmen İnfaz Kanunun 71. maddesindeki Hükümlünün Muayene ve Tedavi İstekleri ile İlgili Düzenlemeye dahi uyulmamakta, mahpusların hapishane revirinde mümkün olmaması halinde devlet veya üniversite hastanelerinin mahkum koğuşlarında hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından ve tıbbi araçlardan yararlandırılma hakları asgari düzeyde bile kullandırılmamaktadır. Adalet Bakanlığı mahpusların sağlık hakkını güvence altına alacak kalıcı tedbirler alma yerine kamuoyunda Üçlü protokol olarak bilinen Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı Protokolü ile Adalet ve Sağlık Bakanlığı arasındaki protokollerle durumu geçiştirmeye çalışmaktadır. Aşağıdaki Tablodan da anlaşılacağı gibi, hastalığı nedeniyle ölen mahpus sayısındaki artış bu protokollerin hiçbir işe yaramadığını göstermektedir. Adalet Bakanlığı’nın “kampus hapishaneler” de tam donanımlı hastane inşa edip gerekli personel ve ekipman bulundurması, diğer hapishanelerde ise tam donanımlı ve personeli olan revir bulundurması gerekmektedir.

5275 sayılı kanunun 16. maddesinde, hastalık nedeniyle hapis cezasının ertelenmesinde Adli Tıp Kurumunun tam yetkili kılınması sorunun ana kaynaklarından birisini teşkil etmektedir. Uygulamada Adli Tıp Kurumu devlet hastanesi veya üniversite hastanesinin vermiş olduğu hastalık raporlarını kabul etmemekte, mutlaka mahpusun İstanbul’a götürülmesini sağlayarak mahpusa ayrıca acı çektirmekte ve genellikle de “hastalığı cezaevinde ya da hastanelerin mahpus koğuşunda tedavi edilebilir raporu” vererek salıverilmelerini engellemektedir. 2010 yılında 161 mahpusun hastalığı nedeniyle hastanede ölmesinin nedenlerinden birisi de Adli Tıp Kurumu’nun uygulamalarıdır.

Derneğimiz bugüne kadar, gerek Adalet Bakanlığı yetkilileri gerekse de TBMM İnsan Hakları Araştırma ve İnceleme Komisyonu’na hasta mahpusların durumları ile ilgili çözüm önerilerini iletmiştir. Bu raporda belli başlı çözüm önerilerimiz şöyle sıralanmıştır:

1-Cumhurbaşkanlığının özel af niteliğinde cezanın kaldırılması ile ilgili prosedüründe değişiklik yapılmalıdır. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 01.01.2006 tarih ve 20 sayılı Genelgesi’nde özel af taleplerinde yapılması gereken işlemler belirtilmiştir. Bu işlemler arasında hükümlünün tam teşekküllü bir devlet hastanesi sağlık kurulundan alacağı sağlık raporunun onaylanmak üzere Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, bu yetmezmiş gibi Adli Tıp Kurumu isterse hükümlünün Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi gerektiği belirtilmektedir. Adli Tıp Kurumu tekelinin genelge ile kabul edilmesi önemli sorunlara sebep olmaktadır. Nitekim bu kadar çok sayıda ağır mahpus olmasına rağmen af yetkisinin geçen yıl sadece 2 kişi için kullanılması prosedürün mahpus aleyhine olduğunu göstermektedir. Bu prosedürde Adli Tıp Kurumu devreden çıkarılmalı, tam teşekküllü devlet hastanelerinin verecekleri raporlar yeterli görülmelidir.

2- 5275 sayılı İnfaz Kanunun 16. maddesinin 3. fıkrasında Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenen raporlarının Adli Tıp Kurumu’nun onayına sunulması ile ilgili düzenlemenin kaldırılması gerekmektedir. Uygulamada Adli Tıp Kurumu tam teşekküllü hastanelerin vermiş olduğu raporları onaylamak için hasta mahpusu da İstanbul’a çağırmakta, bu durum başlı başına bir eziyet halini almaktadır. Adli Tıp Kurumu genellikle de verilen raporları onaylamamaktadır. Bu nedenle yasanın bu hükmünün değiştirilerek hapis cezasının hastalık nedeniyle ertelenmesinin Adli Tıp tekelinden çıkarılması gerekir.

3- 5275 sayılı İnfaz Kanununu 17. Maddesindeki sürenin 3 yıldan 7.5 yıla çıkarılarak Savcıların yetkisinin genişletilmesi ve böylece hastalık halinde geçici infaz ertelemesinin kapsamı genişleyecektir.

4-Adli Tıp Kurumunun resmi bilirkişi tekeli kaldırılmalıdır. Bilimsel kriterlerden ziyade bilimsel olmayan kriterler ile hareket eden ve tamamen siyasal iktidarın etkisinde olan Adli Tıp Kurumu’nun bu tekeli kaldırılmalı, üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlıkları veya Sağlık Bakanlığı’nın Eğitim ve Araştırma Hastaneleri gibi kurumların bilirkişilik vasfı kabul edilmeli, buna göre düzenlemeler yapılmalıdır.

5- Adalet Bakanlığı, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı arasındaki Üçlü ve İkili Protokoller İnfaz Yasasının 71. maddesi ile uluslar arası kurallara ve etik ilkelere uygun hale getirilmeli, Adalet Bakanlığı’nın bir an önce hapishanelere hastane ve revir yaparak nitelikli personel ( Uzman doktor gibi) ihtiyacını karşılaması gerekmektedir.

6- Özellikle F Tipi hapishanelere geçildikten sonra bu hapishanelerdeki tecrit koşulları hastalıkları tetiklemekte ve mahpusların hastalıklarının hızlı bir şekilde ilerlemesine neden olmaktadır. Tecrit uygulamaları bir nevi mahpusu çürütme politikası olarak uygulanmaktadır. Dolayısıyla hapishanelerdeki tecrit uygulamasına son verilmelidir.

7- Hapishanelerde beslenme, havalandırma ve spor yapma imkanları iyileştirilerek ve hijyen sağlanarak, mahpusların beden ve ruh sağlıklarının korunmasına yardımcı olunmalıdır.

8- 5275 sayılı kanun bir bütün olarak, özgürlüğünden yoksun bırakılan ya da hapsedilen kişilerin korunması ile ilgili BM kurallarına uygun hale getirilmelidir.

9- Bir önceki yasama döneminde TBMM tarafından onaylanan İşkenceye Karşı Sözleşmenin seçmeli protokolü uyarınca 1 yıl içerisinde oluşturulması öngörülen ulusal önleme mekanizmasının sivil toplum ve demokratik kitle örgütlerinden oluşması sağlanmalıdır. Hapishane İzleme Kurulunu oluşturan sivil ve demokratik kurumların hapishaneleri denetlemesinin önündeki engeller kaldırılmalıdır.

10- Hapishanelerdeki sağlık koşulları düzeltilinceye kadar Adalet Bakanlığı’nın acilen tüm hapishanelerdeki sağlık sorunu olan mahpusları sağlık kontrolünden geçirmesi ve bunların kayıtlarını tutması sağlanmalıdır.

Öztürk Türkdoğan
Genel Başkan

 

  

 

Bir cevap yazın