Türkiye’nin İnsan Hakları Örgütlerine İlişkin Politikası

Bu makale, İHD ve TİHV’in birlikte organize ettikleri ’10-17 Aralık 1994 İnsan Hakları Haftası’ etkinliklerinin ana konusu olan “Düşünce Özgürlüğü ve Göç” panelinde sunulmuş ve ilk olarak  “Düşünce özgürlüğü ve Göç”, TİHV yayınları, Eylül 1995 adlı kitapta yayımlanmıştır.

Bilindiği gibi genel olarak sendika, vakıf, dernek şeklinde örgütlenme özgürlüğü/hakkı, ulusalüstü insan hakları belgelerinde tanınan haklardandır. Bizim üzerinde duracağımız konu ise insan hakları alanındaki örgütlenmelerdir.

1. Ulusalüstü İnsan Hakları Belgelerindeki Durum

Ulusalüstü insan hakları belgelerinde devletler;  devlet ve hükümet dışı insan hakları örgütlerinin kuruluşunu teşvik edeceklerini, iç hukuklarında bu yönde düzenleme yapacaklarını, bu örgütlerin çalışmalarını kolaylaştıracaklarını kabul ve taahhüt etmişlerdir.

26 Haziran 1945’te imzalanan BM Şartı’nın (1) 71. maddesinde Ekonomik ve Sosyal Konsey’in, uzmanlık kurullarının yanında hükümet dışı kuruluşlara da danışman statüsü tanıyarak ilişkiye geçebileceği düzenlenmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin girişinde insanlık ailesinin bütün fertleri ve uzuvlarından söz edilmiştir.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) Paris Şartı’nın (21 Kasım 1990) (2) “Hükümet dışı örgütler” başlıklı bölümünde; AGİK İnsani Boyutu Konferansı Moskova Toplantısı Belgesi’nin (3 Ekim 1991) 43. maddesinde ayrıntılı düzenleme getirilmiştir. Buna göre, belgeyi imzalayan ülkeler (Türkiye de belgeyi imzalamıştır);

-Hükümet dışı insan hakları örgütlerini tanıdıklarını,

-Etkinliklerini özgürce icra etme yetilerini kolaylaştıracaklarını,

-Bu örgütlerle ilişki içerisinde olacaklarını,

-Görüş alışverişinde  etkili olacak yöntem konusunda çaba harcayacaklarını,

– Hükümet dışı örgütlerin ülkelerine ziyaretlerini kolaylaştıracaklarını,

-AGİK çalışmalarına katılabileceklerini,

-AGİK delegelerine yazılı görüşlerini dağıtabileceklerini

-AGİK Sekretaryası’nın elindeki kaynaklardan bu örgütlerin yararlanmalarına olanak tanıyacaklarını, karar altına almışlardır.

25 Haziran 1993 Dünya İnsan Hakları Konferansı Viyana Bildirgesi’ndeki 36. ve 38. maddede hükümet dışı insan hakları örgütlerinin işlevine ve önemine vurgu yapılmıştır. Hükümet dışı insan hakları örgütlerinin “müdahale olmaksızın insan hakları faaliyetlerini serbestçe yürütebilecekleri”nin altı çizilmiştir.

Yukarıda belirtilen düzenlemeler, insan hakları savunucularının, örgütlerinin kazanılmış haklarıdır. Bunun nedeni çok açık: İnsan haklarının kazanılması, korunması, uygulanması ve geliştirilmesinin güvencesi insan hakları savunucuları ve örgütleridir. Bu kişiler ve örgütler, insan haklarını tanıtır, eğitimde etkin rol oynar, kamuoyunu aydınlatır ve kazanımların “hak” formuna kavuşması için çalışırlar. Kastedilen yalnızca her bir ülkedeki insan hakları savunucuları ve örgütleri değildir. “Evrensellik” ilkesinin doğal sonucu olarak dünyadaki insan hakları savunucularının “insan hakları kamuoyu”nu oluşturduğunun bilinmesi gerekir.

2. Türkiye Pratiği (İki örnek)

İnsan Hakları Derneği (İHD), 17 Temmuz 1986’da 98 kurucu üyesi ile kuruldu. İçişleri Bakanlığı, tüzüğünde belirlenen amacı geniş ve siyasi nitelik gösterebileceği düşüncesiyle olumsuz karşıladı ve amacın “belirli” sayılamayacağını, bu nedenle tüzüğün onaylanmayacağını bildirdi (8.9.1986, 06-30-055 sayılı Ankara Valiliği yazısı).

İkinci örnek olarak Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İHD’nin girişimi ve öncülüğü ile kuruldu (1989). Vakıf, işkence kurbanlarının rehabilitasyonunu hedefliyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Vakıf Senedi’nde geçen “işkence“ sözcüğüne karşı çıktı. Vakfın tescili için mahkemeye müracaat 1989’da yapılmış olunmasına karşın, ancak 1990 yılı sonunda tescil yapılabildi.

Kuruluş sürecindeki engellemeler, pratik faaliyet alanında da sürdü. Hakların kazanılması, korunması, uygulanması ve geliştirilmesi süreci tam olarak düşünce özgürlüğü ile ilişkilidir. Eğer düşünce özgürlüğünü, “İnsanın serbestçe düşünerek bilgilere ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına ya da başkalarıyla birlikte (dernek,toplantı,sendika vb) çeşitli yöntemler aracılığıyla (söz, basın, resim, sinema, tiyatro vb) serbestçe açıklayabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi (3) olarak anlıyor isek Türkiye’nin insan hakları örgütlerine ilişkin politika ve uygulamalarının da kara bir tablo oluşturduğunu saptamak olanaklıdır.

Öncelikle insan hakları örgütlerinin amacı belirgindir. A priori bir şekilde amacının insan hakları için mücadele olduğu kabul edilmek zorundadır. Belirtilen durumda hak ihlallerinin saptanması, sözlü ya da yazılı veya görsel araçlarla bu saptamaların kamuoyuna duyurulması, ihlalleri önleme, uygulamayı hukuka uygun hale getirme, ulusalüstü normlara aykırı hukuksal düzenlemeleri kaldırma ve yeni düzenleme yapma mevkiinde bulunanları uyarma biçimindeki açıklamaların, çalışmaların, yasa dışılığını savlayan anlayışın hiçbir hukuksal değeri ve meşruiyeti bulunmamaktadır.

İnsan hakları savunucuları ve örgütlerinin sahip oldukları statü, kişisel imtiyaz değildir. ”İmtiyaz”, “dokunulmazlık” amaçla birlikte düşünülmek durumundadır. Hakkın “kötüye kullanıldığı” politik amaçla ileri sürülmektedir. Politik amacın, gerçeklerin gizlenmesi olduğu bellidir.

İnsan hakları savunucularından; işkenceler, yargısız infazlar, köy yakma ve boşaltmalar konusunda “üç maymun” tavrı beklentisi boş bir hayaldir. “Görecek, duyacak ve konuşacak” olana yönelen şiddetin, baskının, soruşturmanın ve yargılanmanın “demokratik düzen” ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Türkiye’nin insan hakları örgütlerine yönelik politikasını ve uygulamasını düşünce özgürlüğü bağlamında ve İHD özelinde somutlamak olanaklıdır.

Genel merkez ve şube etkinliklerinin, basın toplantısı, inceleme-araştırma gezileri, afiş-bildiri çalışmaları, panel-kurultay düzenlenmesi, rapor,bülten,kitap yoluyla düşüncelerin açıklanması biçimindeki çalışmalarının, yasaklama, kapatma,soruşturma ve dava açılması, gözaltı ve öldürme biçiminde yaptırma uğraması son üç yılın verilerine göre aşağıdaki gibidir:

Yasaklama (faaliyet): 12

Kapatılan şube sayısı: 12,

Açılan dava sayısı : 28

Gözaltı (olay sayısı) : 25

Öldürme : 11

1986 – 1990 döneminde genel merkez ve şubelere yönelik soruşturma ve dava sayısının toplamı 36’dır.

AGİK Budapeşte Toplantısı (5-6 Aralık 1994) sonunda “insan hakları savunucularının ve örgütlerinin korunması” kararının alınması anlamlıdır. Türkiye bu karara katılırken siyasal iktidar, içerde insan hakları savunucularına yönelik sistemli ve sürekli tehditlerini hiç eksik etmiyordu.

Yukarıdaki sayısal tablonun bazılarını açmakta yarar var:

27 Şubat 19993’de kaçırılarak öldürülen İHD Elazığ Şube Başkanı Av. Metin Can ve Dr. Hasan Kaya canilerin elindeyken TBMM’ye dilekçe iletmek isteyen insan hakları savunucuları polisin coplarıyla dağıtıldı.

24 Nisan 1993’de İHD Aydın Heyeti, Güneydoğu’da kurşun yağmuruna tutuldu.

25-26 haziran 1993’de İHD Aydın girişiminin, “Kürt Sorunu Kurultayı” girişimi yasaklandı.

Başta İstanbul, İzmir, Adana olmak üzere çok sayıda İHD şubesi polis baskınlarına uğradı.

24 Ekim 1992 tarihli Genel Kurul toplantısında yaptıkları konuşmalar nedeniyle iki delege ve Genel Başkan Yardımcısı Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesinden cezalandırıldılar.

10 Aralık 1992’de, yani İnsan Hakları Günü’nde yaptığı konuşma nedeniyle İHD Genel Başkanı Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesinden yargılanmaya başladı. İnsan Hakları Haftası’nda yaptıkları konuşmalar nedeniyle ayrıca dört insan hakları savunucusu hakkında yine aynı maddeden yargılamalar yapıldı.

İnsan Hakları Bülteni’nde (Haziran-Temmuz 1993), bir Kürt kadınının uğradığı vahşi ve iğrenç işkence nedeniyle analizde bulunan ve “insani-moral değerler”i anımsatan İsmail Beşikçi ve İHD Genel Sekreteri, Terörle Mücadele Yasası’nın 8. ve Türk Ceza Yasası’nın 312. maddesinden cezalandırıldılar.

“Yakılan Yıkılan Köylerden Bir Kesit, 1993” adlı kitaba el konuldu. İHD Genel Başkanı, Genel Başkan Yardımcısı, Genel Sekreteri ve Yürütme Kurulu üyeleri, Terörle Mücadele Yasası’nın 8. maddesinden yargılandılar.

İHD Diyarbakır şubesinin üç yöneticisi, “Olağanüstü Hal Raporu, 1992” adlı kitaptan tutuklandılar. Diğer yöneticiler hakkında da soruşturmalar açıldı.

Yargılama gölgesinin dışında İHD faaliyetlerini terk ettirmek için gözaltına almalar, ölümle tehditler sürdü. Olağanüstü Hal Bölgesi’ndeki şubeler fiili baskılarla çalıştırılamaz duruma getirildi. Üç şube başkanı bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.

Devlet, izin verdiği konularda, izin verdiği zaman ve yerlerde inceleme-araştırma yapması ve izin verdiği ölçüde açıklaması için resmi insan hakları örgütlerini, oluşumlarını yarattı.

Özgürlük musluğunu bir el tutuyor; neyi ne zaman göreceğimize, neyi ne kadar duyacağımıza ve ne zaman hangi sınırlarla konuşacağımıza o karar vermek istiyor. “Özgürlük budur” diyor.

ABD Yüksek Mahkemesi’nin kararını anımsayalım: ”halkı zararlı düşünce akımlarına karşı korumaya kalkışmak devletin ne görevi, ne de hakkıdır. Anayasa koyucuları bizim adımıza doğru ile yanlış arasında bir ayrım yapmak için hiçbir yönteme güvenmediklerinden, gerçeği arama konusunda herkesin kılavuzunun, yine kendisi olması gerekir”(4). Özgürlük budur, diyoruz.

  • Gemalmaz M. Semih, Temel Belgelerde İnsan Hakları, İHD yayınları,İstanbul, 1994
  • (2) Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı(21 kasım 1990), Yayına hazırlayan AGİK Parlamenter Asamblesi Türk Grubu Başkanlığı, Ankara, 1992.
  • Tanör , Bülent, Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, BDS yayınları, İstanbul, 1994 (3.basım).
  • g.e., s.61

Hüsnü ÖNDÜL

Bir cevap yazın