Yaşanılır Bir Dünya, Tahrip Olmamış Ekolojik Denge ve Çevre Hakkına Saygı!

Değerli Basın Mensupları,

5 Haziran Dünya Çevre Günü’nün BM tarafından kabul edilişinin 32. yıldönümüne, yine gelişmiş egemen devletlerin, uluslararası özel şirketlerin ekolojik doğal ortamı ve çevreyi ölçüsüz yöntem ve araçlarla tahrip ettiği, küresel ısınmayla dünyanın ikliminin bozulduğu, bio çeşitliliğin azaldığı ve çevre kirliğinin insan sağlığını tehdit ettiği bir dünya denk düşüyor.

Küresel ısınmanın çevresel etkileri bütün dünyayı hızla bir felakete doğru sürüklüyor. Küresel Isınmanın etkilerinin azaltılması amacıyla 2005 Şubat ayında yürürlüğe giren Kyoto Protokolünü dünyanın en büyük sera gazı üreticisi konumunda olan ABD imzalamayarak protokolün başarı şansını azaltıyor. Türkiye de vakit geçirmeden Kyoto Protokolünü imzalamalı ve gereklerini yerine getirmelidir.

Üçüncü kuşak haklar arasında da tanımlanan çevre hakkı, “Sağlıklı bir çevreye sahip olma ve çevre değerlerini koruma, geliştirme hakkı” olarak da özetlenebilir. Stockholm Konferansının üzerinden 33 yıl geçmesine, çevre sorunlarına ilişkin birçok bilimsel konferanslar düzenlenmesine, duyarlılık çağrısı yapılmasına, 200’ü aşkın uluslararası antlaşmaya, çevre hakkının ihlal edenlere yönelik yaptırımlara, çevre dostu teknolojilere ve sürdürülebilir kalkınma tezlerine rağmen, ekolojik ortamdaki bozulma, yoksulluk, açlık, kirlilik ve küresel ısınma gibi sorunlar artarak devam etmektedir. Çevre konusunda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki farklar her geçen gün belirginleşmeye devam etmektedir. Yine tüm uluslararası girişimlere ve çok taraflı antlaşmalara rağmen, çevre sorunları insanlık ailesinin geleceğini tehdit etmeye devam etmekte ve ekolojik dengenin bozulması ile çevre tahribatı, dünyanın birincil gündem maddesi olmayı sürdürmektedir.

Dünyaya egemen olan güçlerin, daha fazlasına sahip olma, öldürme, yok etme ve daha fazla kazanma hırsı, yaşamın kendi demek olan ekolojik ortamın yaşanabilir olmaktan çıkmasının temel nedenidir. İnsanlığı felakete sürükleyen bu anlayış, “küreselleşme” ile birlikte ortaya çıkan ve doğal yaşamı, doğal varlıkları ve insanlığı ciddi bir tehdit ile yeni bir olgu ile karşı karşıya getiren bir anlayış olmaktadır. Canlı çeşitlerinin yok olma ritmi, bugün doğal ritmin 10.000 katına ulaşmıştır. Küreselleşmenin yıkıcı etkisiyle son yıllarda canlı türlerinin birçoğu yok olmuş durumdadır. Bu anlayışı kısaca “Sonunu Hazırlayan İnsanlık” olarak tanımlamak gerekir.

Ülkemizin, çarpık kentleşme, termik santraller, baz istasyonları, siyanürlü altın işletmeciliği, yetersiz yeşil alan, endüstriyel artıklar, sanayileşme ve enerji üretimi ile ortaya çıkan toprak, hava ve su kirliliği gibi büyüyen çevre sorunları bulunmaktadır. Sorunları giderme, doğal, tarihsel ve kültürel değerleri korumakla görevli yasama, yürütme ve yargı erklerinin çevreye olan duyarsızlıkları sürmektedir. Ayrıca yaşanan çatışma sürecinin, yakılıp yıkılan köyler, orman yangınları, tahrip edilen doğal kaynaklar gibi telafi edilemez sonuçları doğmuştur.

Türkiye’nin uluslar arası öneme sahip 266 doğal alanından biri olan, uzmanlarca biyosfer rezervi olarak tanımlanan ve bio çeşitlilik ile ilgili Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler gereğince koruma altına alması gereken canlı türlerinin yaşadığı Dicle Vadisi üzerinde Hasankeyte yapılması planlanan ILISU Barajı yapımı yeniden gündemde. Çevresel Etki Değerlendirme süreci dışında tutularak, kamuoyunun ve sivil toplum örgütlerinin tüm çabalarına rağmen yapılmaya çalışılan Ilısu Barajı projesi derhal durdurulmalıdır.

İnsan hakları savunucuları olarak bu gidişe kayıtsız kalmayacağımızı yüksek sesle ifade ediyoruz. Ekolojik problemlerin yerel ve bölgesel değil küresel olduğu, çözüm için uluslararası işbirliğine ihtiyaç olduğu, ekonomik gelişme ve çevre yıkımının at başı gittiği, büyüme ve tüketim modeli yerine doğal kaynakların en verimli ve akılcı biçimde kullanıldığı yeni yöntemlerin yürürlüğe konması gerektiği, ulusal ve uluslararası hukuku çevre gerçeğiyle uyumlu hale getirmek gerektiği, yaşanılır çevrenin tüm insanlığın bugünün ve gelecek kuşakların ortak malı olduğu, hiçbir kişi ve kuruluşun gelecek kuşakların yaşamlarını tehlikeye atma hakkının bulunmadığı bilinci ile çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın