Yokmuş gibi davranmak: Ölüm orucu eylemi ve sanal iyilik hali

İnsanların ölümü en büyük krizdir. Türkiye Cezaevlerinde yaklaşık 1500 kişi, süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eylemini sürdürüyorlar.

Sayın Adalet Bakanı'nın açıklamasına göre 240 kişi ölüm orucu eylemini sürdürüyorlar. Ölüm orucu eylemcileri 20 Ekim 2000 tarihinden bu yana eylemlerini sürdürüyorlar. Bugün 126. Gün.

İHD tüm sorunların çözümünü dialogda görmektedir. Aylar önce de ifade ettiğimiz gibi, diyalog, bir "anlama çabası" demektir. Anlama çabası, hem tek tek bireylerin kendi yaşamları, ülke ve toplum sorunları için gerekli olan bir çabadır, hem de devlet organları için, zorunludur.

Olumlulukların altını çizmeliyiz. Bunlar Adalet Bakanlığı tarafından açıklanmıştır:İnfaz yargıçlığı, cezaevleri izleme birimlerinin oluşturulması, Terörle Mücadele yasasının 16. Maddesinin değiştirilmesi, tutuklu ve hükümlüler için hakların ve yükümlülüklerin içinde yer alacağı hukuksal belge. Bunlara eklenecekler olabilir, içerikleri ile ilgili tartışmalar yapılabilir. Daha çok yasama organının tasarrufuna bağlı konulardır sayılanlar. Sayın Adalet Bakanı, süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eylemcilerine bir çağrıda bulunarak, eylemi bırakmalarını istemektedir.

Tutuklu ve hükümlüler ise, bir grup ailenin temsilcilerine, çözüm yeteneği ve yetkisi olan bir heyet ile görüşmek istediklerini açıklamışlardır. Varılacak mutabakat için sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin gözlemci olmasını istemektedirler.

Sorun nerede düğümlenmektedir?

İlkin, F tipi Cezaevi konusunda ilkesel tutumumuzu açıklayalım. F Tipi Cezaevlerine yönelttiğimiz temel eleştiri noktası, tecriti öngören özelliğinedir.

İkincisi, devlet organlarının eylem ve işlemlerinin ön kabulle, hep doğru, hukuka uygun ve yerinde oluşu, o nedenle eleştirilemez, karşı çıkılamaz olarak değerlendirilmesi anlayışıdır. Böyle bir anlayışın demokrasilerde yeri yoktur. Eleştiri özgürlüğü ve hakkı, gelişmenin ve ilerlemenin temel dinamiğidir. Yurttaşlar, demokrasilerde, demokratik araç ve yöntemlerle, "Hayır!" deme özgürlüğüne ve hakkına sahiptir.

Üçüncüsü, demokrasilerde, yurttaş- devlet ilişkisinin niteliği ile ilgilidir. Demokrasilerde yurttaşlar, devlet organlarına yalnızca dilekçe hakkını kullanarak başvurmazlar. Ya da yalnızca yargı yoluna başvuru olanağı tanınması yeterli kabul edilemez. Demokrasilerde yurttaşlar, kamu otoritesini temsil edenlerle, tek tek ya da gruplar olarak ya da örgütleri aracılığı ile temas halindedirler. Görüş alışverişinde bulunmak doğal bir haldir.

Öyle anlaşılmaktadır ki, devlet organları sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin tutuklu ve hükümlüler ile görüşmelerini, "taviz", "pazarlık", ya da "yararsız" bir ilişki biçimi olarak değerlendirmektedir. Bu tarz bir düşünceye katılmamaktayız. Ancak yine öyle anlaşılmaktadır ki, devlet organları, kendi içinden görevlendirilmiş ve yetkilendirilmiş kamu görevlilerinin, tutuklu ve hükümlülerle " görüşmesini" de istememektedir. Bu düşünce tarzı ise asla kabul edilemez.

Asla kabul edilemez. Çünkü, yurttaşların şikayet ve taleplerini dinlemek, hukuka uygun yanıtlar vermek, devlet organları için bir görevdir. Tutuklu ve hükümlüler ile görüşmek, şikayet ve taleplerini dinlemek anlamına gelir. Tutuklu ve hükümlüler Türkiye cumhuriyetinin birer yurttaşıdır. Kamuya ait mekanlarda tutulmaktadırlar. Belirli bir hukuksal statüdedirler ve Türkiye'de kamuoyunun en az bilgisinin olduğu ve doğrudan kamu otoriteleri ile yüzyüzedirler. Sivil yaşamın, doğal olarak uzağındadırlar. Şöyle de düşünülebilir. Sayın Adalet Bakanı, neden, infaz yargıçlığı oluşturmak istemektedir, neden sivil izleme birimlerinin oluşturulması gereksinmesi duymaktadır, neden 16. Maddenin değiştirilmesi düşüncesindedir, neden hukuksal alt yapıdan söz etmektedir? Halihazırdaki tutuklu ve hükümlüler, bu olanaklardan yoksundur da ondan. Demek ki, görüş alışverişinde bulunmak, görüşmek, taviz, pazarlık anlamına gelmez. Dün de (19 Aralık öncesinde de) bu anlama gelmiyordu.

Türkiye cezaevlerinde 126 gündür devam eden ölüm orucu eylemi var. Böyle bir olguyu görmezden gelemeyiz. Yokmuş gibi davranarak sorunlar çözülemez. Sorun tek başına eylemcilerin, ailelerinin, insan hakları örgütlerinin ve Adalet Bakanı ve bürokratlarının sorunu değildir. Türkiye toplumu sanal iyilik hallerini terketmek zorundadır. Kriz halleri, para'dan ibaret değildir. Para yalnızca bir araçtır ve o araçla ilgili olarak yaratılan sanal iyilik hali nasıl realite ile bağdaşmıyor ve ekonomi bilimi hükmünü icra ediyorsa, insanlık dramına dönüşen süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eylemi de çözüm beklemektedir. Çözüm için hukuka uygun ve bilimsel araçlardan yoksun değiliz. Yapmamız gereken o araçları kullanmaktır.

Parayı temin edebiliriz. Paraya hükmedebiliriz ve hükmetmeliyiz. Yitirmekte olduğumuz ise, insan ve değerleridir. Bunu yitirdiğimizde, paraya karşı ya da parayı kazanmamızın hiçbir anlamı olmayacaktır.

Hüsnü Öndül
Genel Başkan

Bir cevap yazın