İnsan Hakları Derneği, aylık, 3 aylık, 6 aylık, 9 aylık ve nihayet yıllık insan hakları raporlarında, bazı hak kategorileri açısından Türkiye’de insan haklarının durumunu kamuoyuna açıklamakta ve o arada verilerden hareketle değerlendirmelerde bulunmaktadır.
Ekteki bilançoda da görüleceği gibi, ‘2007 İnsan Hakları Raporu’, yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ekonomik ve sosyal haklar ve eğitim hakkı gibi ana başlıklar ve ilişkili ara başlıklardan oluşmaktadır. 2000 yılından beri yaptığımız gibi, karşılaştırmalı bir tabloyu da bilgilerinize sunuyoruz. Tablo, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine aday olmadığı 1999 yılı verileri ile başlamakta ve Aralık 1999 Helsinki zirvesinden sonraki adaylık dönemi ile devam etmektedir.
2007 yılında yaşam hakkının korunması açısından olumlu bir gelişme gözlenmedi. Tersine, hem silahlı çatışma ortamının yol açtığı ölümlerde artış, hem de güvenlik kuvvetlerinin aşırı ve orantısız güç kullanmaları gözlendi. Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda Haziran 2007 tarihinde yapılan değişikliklerle polise geniş yetkiler tanındı. İnsan hakları ve özgürlükleri açısından olumlu karşılamadığımız bu değişiklikler, tek başına olmasa da, ihlallerin artmasını etkilemiştir. 2007 yılının Ocak ayında, insan hakları savunucusu, gazeteci Hrant Dink İstanbul’da öldürüldü. 18 Nisan’da Malatya’da Zirve yayınları çalışanları Necati Aydın ve Uğur Yüksel ile papaz Tilman Ekkhart öldürüldü. 20 Ağustos’ta Nijeryalı Festus Okey, İstanbul Taksim Polis Merkezinde polis tarafından vurularak öldürüldü. 7 Ekim tarihinde İstanbul’da Ferhat Gerçek adlı genç siyasi bir dergiyi sattığı gerekçesi ile polis kurşunuyla vuruldu ve felç oldu. 22 Kasımda İstanbul Avcılarda bir parkta Feytullah Ete adlı 26 yaşındaki bir yurttaş, bir polisin tekmelerine maruz kaldı ve daha sonra yaşamını yitirdi. 25 Kasım’da İzmir’de Baran Tursun adlı genç, polisin dur ihtarına uymadığı gerekçesi ile polisin ateşi sonucu yaşamını yitirdi. Yukarıda sözünü ettiğimiz olayların tümü basın yayın organları tarafından kamuoyuna haber verilen olaylardır. Türkiye’nin çeşitli il, ilçe ve köylerinde benzer nitelikli pek çok olay vardır ve raporumuzda bunlara yer verilmektedir.
Silahlı çatışmalarda yaşamını yitirenler sayısındaki ciddi artış, operasyonların derhal durdurulması talebindeki haklılığımızı ortaya koymaktadır. 2006’da 345 insanımızı silahlı çatışmalarda yitirirken, bu sayı 2007’de 424’e çıkmıştır.
2)Kadının İnsan Hakları
Eril ve militarist devlet yapısı ve toplumsal cinsiyetçi bakış açısı, 2007 yılının da kadın katliamları ve kadına yönelik her türlü şiddetin yaşandığı bir yıl olmasına yol açtı. Şiddet kültüründen beslenen egemen yapı, en fazla kadını mağdur etmektedir. İHD olarak, 2007’de namus adına işlenen cinayetlerde 36 kadının katledildiğini, 65’inin intihar ettiğini, ev içi şiddet sonucu 66 kadının öldürüldüğünü, toplumsal alanda kadına yönelik şiddet sonucu toplam 53 kadının öldürüldüğünü, 48’inin taciz ve tecavüze uğradığını, 314 kadının da zorla fuhuşa zorlandığını tespit ettik. Oysaki gerçek rakamların bunun da çok üzerinde olduğunu biliyoruz. İdari ve adli mekanizmalar şiddet mağduru kadının yaşam hakkını koruyamamaktadır. 2007 Ocak ayına Diyarbakır’da Ayşegül Alpaslan adlı beş çocuk annesi kadının kendisine defalarca kez şiddet uygulayan eşini Savcılığa şikayet ettikten sonra onun tarafından öldürülmesiyle girmiştik. Maalesef 2007 yılı boyunca benzer şekilde adli ve idari koruma mekanizmalarının yetersizliği, uygulama sorunları, eril mentalite gibi nedenlerle birçok kadının yaşam hakkının ihlal edildiğine tanıklık ettik. İnsan hakları savunucuları olarak bu vesileyle bir kez daha devleti kadına yönelik şiddetin son bulacağı adil ve kadın-erkek eşitliğinin yaşamın her alanında sağlandığı bir ortam tesis etmeye çağırıyoruz.
3)İşkence Yasağı
2001 yılından başlamak suretiyle, işkencenin önlenmesinde etkili olabilecek hukuki reformlar yapılmış olmasına karşın (gözaltı süresinin 4 günle sınırlanması, avukatın hukuki yardımından yararlanma ve görüşme olanağının tanınması, işkence suçu nedeniyle doğrudan soruşturma açılabilmesi gibi…) işkence hala bir sorgulama ve cezalandırma yöntemi olarak uygulanmaktadır. Hükümet, “işkenceye sıfır tolerans” sloganını benimsediğini açıklamakla birlikte, önlem olarak yeterli çaba göstermemekte ve gerçekte yaşanan durum, ‘işkenceciye sonsuz tolerans’ şeklinde olmuştur. Genellikle, işkence ile suçlanan kamu görevlilerine idari işlem olarak aklanıncaya kadar sürecek bir geçici uzaklaştırma yaptırımı uygulanmamaktadır. Bunun yerine, işkence yapmakla suçlanan kamu görevlilerine avukat tahsisi imkanı verecek hukuki düzenlemeler yürürlüğe sokulmaktadır. Yargının tutumunda da eleştirilmesi gereken pek çok yön bulunmaktadır. İşkence suçu konusunda cezasızlık politikasının benimsendiğini ifade edebiliriz. İnsan hakları örgütlerinin yıllardır açıkladıkları raporlara karşın, işkence ile suçlanan hiçbir kamu görevlisi hakkında tutuklama kararı verilmemekte oluşu, işkence davalarının çok uzun yıllara yayılması (işkence ile 1991 yılında üniversite öğrencisi Birtan Altunbaş’ı öldüren kamu görevlileri hakkındaki dava 16 yıl sonra ancak 2007 yılında sonuçlanabilmiştir) kabul edilebilir uygulamalar değildir. Bu tür yaklaşımlar hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı düşer. İnsan haklarının hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçmesi ile korunacağı hatırlanmalıdır. Oysaki AKP Hükümeti’nin “kaşıkla verilen hakların kepçeyle geri alınması” pratiğinden kaynaklı yasalardaki geriye gidiş de işkenceyi sokak ortasına kadar taşımıştır. Tek bir örnek vermek gerekirse, 29 Temmuz’da İstanbul’da avukat Muammer Öz, kimlik soran polisle tartıştığı için dövülmüş ve burnu kırılmıştı.
İşkence vakalarında kayda değer olumlu gelişme gözlenmemektedir. Son üç yılın sayısal verileri birbirine yakın seyir izlemektedir.
İşkence tekniklerinden elektrik işkencesinin (bir kişiye), falaka (en az dört kişiye cezaevinde) ve Filistin askısının (bir kişiye) uygulanmakla tekil, yaklaşık 30 çeşit işkence yönteminin (soğuk su, çıplak bırakma, uyutmama, aç bırakma, tuvalete çıkarmama, kaba dayak, hakaret, küfür, çeşitli tacizler, bıyık yolma ve benzeri…) ise pek çok kişiye uygulanmakla yaygın olduğu gözlenmektedir.
Sonuç olarak işkence yasağına uyulmamakta, işkence önlen(e)memekte, işkence cezasız bırakılmaktadır. Bu durumun düzeltilmesi için, insan hakları örgütlerinin yıllardır ifade ettikleri ve öneri olarak yetkili makamlara sundukları, idari, yasal, eğitsel, yargısal başlıklar altındaki önlemler daha fazla gecikilmeden alınmalıdır.
4.İfade Özgürlüğü
İfade özgürlüğü alanındaki kötüye gidiş 2007 yılında da devam etti. 2005’de, düşüncelerini açıkladıkları için 192 kişi hakkında dava açılmışken bu sayı 2006 yılında dramatik bir artışla 1013 kişiye ulaşmış, (6 Kasım 2007’de açıklanan Avrupa Birliği Komisyonunun Türkiye İlerleme Raporu’nda bu durum, “2005’le kıyaslandığında 2006’da yargılanan insanların sayısı neredeyse iki katına çıktı ve 2007’de bu seyir hızlanarak sürüyor…” sözleriyle ifade edilmişti) ve 2007 yılında da, 1232 kişi hakkında 190 dava açılarak en yüksek sayıya ulaşmıştır.
İfade özgürlüğü konusunda kötü ünlü 301’nci maddenin yanında Türk Ceza Kanunu’nun en az 14 maddesi ve başta Terörle Mücadele Yasası olmak üzere başka yasalardaki sınırlayıcı maddeler bir bütün olarak ele alınmalı ve mevzuattan ayıklanmalıdır.
Yargıda oluşacak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi standartlarına paralel değerlendirmeler, büyük ölçüde ifade özgürlüğü sorununu çözebilecektir. Aksi takdirde, maddi yasalardaki iyileştirmeler, yurttaşın yaşamına yansımayabilir. O nedenle, hukukun üstünlüğü ilkesi, bağımsız ve tarafsız yargı ilkesi ve bu konulardaki istikrarlı uygulamalar önem taşımaktadır.
Değerli Basın Mensupları,
5.Örgütlenme Özgürlüğü
2007 yılında da bazı siyasi partiler, sendikalar, dernekler çeşitli baskılara maruz kaldılar. 13 siyasi parti ve dernek hakkında kapatılma davası açıldı, 105 siyasi parti/dernek/sendika da baskına uğradı.
6.Toplantı ve Gösteri Özgürlüğü
Pek çok kişi hakkında soruşturmalar açıldı ve pek çok kişi toplantı ve gösteri özgürlüğü hakkını kullandığı için baskıya ve saldırıya maruz kaldı. Ayrıca pek çok kişi hakkında şiddete başvurmadıkları halde soruşturma ve davalar açıldı. Toplantı ve gösteri esnasında polisin aşırı ve orantısız güç kullanımı sonucu ölümler yaşandı ve bununla ilgili olarak adil bir yargılama süreci gerçekleşmedi. 2007’de 638 kişi hakkında toplumsal gösterilere ve basın açıklamalarına katıldığı için 29 ayrı soruşturma açıldı ve 353 kişi hakkında da 17 dava açıldı.
7.Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı
Kişilerin hukuka aykırı olarak gözaltına alınması uygulamaları gözlendi. Özellikle son dönemlerde farklı şubelerimiz, kayıt dışı gözaltı olarak tanımlanan yasa ve hukuka aykırı olarak gözaltına alınma ve işkence görmeyle ilgili başvurular almaktadırlar. Bu da biz insan hakları savunucularında, 1990’lı yıllardaki gözaltındaki kayıpları hatırlatan bir süreç mi yaşanacak kaygısını uyandırmaktadır. 2007’de 7197 kişi gözaltına alındı ve 1440 kişi tutuklandı.
Özellikle muhalif ve Kürt öğrencilere yönelik baskılar Üniversitelerde kendisini ciddi şekilde hissettirdi. Geçtiğimiz günlerde Afyon’da yaşandığı gibi bazı üniversitelerde bu öğrenciler fiili saldırılara maruz kaldı. 2007’de 92 öğrenci okuldan atıldı, 241 öğrenci çeşitli sürelerle okuldan uzaklaştırıldı, 36 öğrenciye kınama ve uyarı cezası verildi
8.Ekonomik ve Sosyal Haklar
2007 yılında da cinayet gibi iş kazalarında ölümler devam etti. Bazı işverenler ve devletin denetim organları, yurttaşların yaşam, sağlık ve iş güvenliği haklarını ihlal ettiler. Son günlerde tekrar kamuoyunun gündemine taşınan İstanbul Tuzla Tersanesindeki işçilerin ölümü, bu alandaki ihmali, vurdumduymazlığı gözler önüne sermiştir. Ortada bazı işverenlerin bile karşı çıktığı, insanlık dışı, yasa dışı bir düzen var. Bu düzen, yürürlükteki yasalara da aykırı. Kayıt dışı taşeronluk, kayıt dışı işçilik söz konusu. İşçilerin hiçbir güvenceleri yok. Ne iş güvencesi, ne işyeri güvenliği… Devlet organları, yurttaşların ekonomik ve sosyal haklarına saygılı olmalı ve gereğini yapmalıdır. Devlet, Davutpaşa ve Tuzla’da yaşanan ölümlerden gerekli dersleri çıkartarak işçilerin yaşam haklarını güvence altına almalıdır.
Değerli Basın Mensupları,
İnsan Hakları Derneği, yıllardır, hükümetlerin politik renklerine bakmaksızın değerlendirmelerde bulunmakta ve o doğrultuda çalışmaktadır. O nedenle de hükümetlerin politik renklerine değil, eylem ve işlemlerine bakmaktadır. Eğer hükümetler, insan hakları ve özgürlüklerini koruma ve geliştirme doğrultusunda adım atmışlarsa, İHD bu durumu hiçbir komplekse kapılmadan olumlu olarak kaydetmekte ve bunu, yeri geldiğinde dillendirmekten kaçınmamaktadır. AKP hükümetleri döneminde de özellikle Avrupa Birliği sürecinde yaşanan bazı olumlu yasal değişikliklerin önemi yadsınamaz. Bu düzenlemelerin, Türkiye’yi henüz demokratik bir ülke olarak nitelendirmek için yeterli olmasa da önemli adımlar olduğu da yadsınamaz. Ancak, işkence konusunda olduğu gibi, bazen tek başına hukuki düzenleme yapmak yeterli olmayabiliyor. Bunun dışında, pek çok düzenleme de kendi içinde yetersizlikler içeriyor.
Türkiye’nin tam üyelik görüşmelerine 2005 yılında başlamasından bu yana, hukuki reformların durduğu ve uygulamada da sorunların olduğu, geriye gidişlerin yaşandığı açıktır. 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu değişiklikleri, 2007 yılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu değişiklikleri bu söylediklerimize örnektir. O nedenle demokratik kamuoyunda hükümetin gerçek bir demokratikleşme iradesi taşıyıp taşımadığı sorgulanır olmuştur. İHD açısından da durum böyledir.
Bugünlerde Hükümet tarafından gündeme getirilen başörtüsü konusu işte bu sorgulamanın şiddetlenmesine yol açmıştır. İHD başörtüsü konusundaki ilkesel tutumunu sürdürmüştür. Bu konuya, bireysel haklar ve özgürlükler çerçevesinde yaklaşmış, konunun kadının insan hakları, bireyin ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, eğitim, çalışma hakkı gibi boyutları olduğunu açıklamıştır. Ama aynı zamanda devletin laik niteliğine ve demokrasiye vurgu yapmıştır. Üniversitelerde başörtüsü serbestliğinin sağlanması önemlidir.
İkinci güncel konu, barış/çatışma ortamı konusudur. Ve buradan Kürt sorunu konusudur. İHD, yıllardır, "Türkiye’nin asal(temel) sorunu insan hakları ve demokrasi sorunudur. Bu insan hakları ve demokrasi sorununun en önemli halkası da Kürt sorunudur" demektedir. O nedenle biz, insan hakları sorunları, demokrasi sorunları çağcıl demokratik ülkelerde nasıl çözülüyorsa, öyle çözülsün istiyoruz. Bu da biliniyor. Barışla çözüm, barışçıl çözümdür. Hem kullandığı dil bakımından, hem araçlar bakımından, hem de yöntem bakımından. Dolayısıyla İHD, geçmişte de şimdi de, savaşa, savaşçı dile, savaş araçlarına ve savaşçı araçlara ve yöntemlere karşıdır.
Kürt sorununu hissetmek, düşünmek, konuşmak, tartışmak, dinlemek ve herkesin fikrine saygılı olma mecburiyetine uyarak çözüm arayışlarına girmek lazımdır. O nedenle, İHD, askeri/polisiye yol ve yöntemleri, ülke içi ülke dışı savaşları, operasyonları, tankları, topları, savaş uçaklarını değil; insan hakları ve demokrasi paketlerini savunur. İki gündür Irak Federe Kürt Bölgesine yönelik kara operasyonlarını a) uluslararası hukuk açısından egemen bir ülkenin toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi, b) Kürt sorununun şiddet yoluyla çözümü ana politikasının devam ettirilmesi olarak değerlendiriyoruz ve barış adına büyük kaygılar duyuyoruz. İHD, sorunun hukuki, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel haklar boyutları olduğunu bilir. Bunlar hem barışçıl yol, yöntem ve araçlardır; hem de haklar ve özgürlükler barışın da temelidir. O nedenlerle, hükümeti, demokratik kamuoyunun barışçı girişim ve uyarılarına duyarlılığa davet ediyoruz.
Biz insan hakları savunucuları, yitirdiğimiz her bir Can’la tüm insanlık ailesinin değerlerinden yitirdiğini biliyoruz. Gelecek kuşakların yüzüne bakabilmek için çocuklarımızı, gençlerimizi yaşatmamız, onurlu, adil ve eşitlikçi bir ortam sağlamamız gerekmektedir. Bunun da yolu gerçek bir demokrasiden, onurlu Barıştan geçmektedir.
İhlalsiz, sömürüsüz, gözyaşısız bir ülke ve dünya özlemiyle…
Hüsnü ÖNDÜL
Genel Başkan