Düşünce ve İfade Özgürlüğü İle Örgütlenme, Basın Ve Siyaset Yapma Hakkı Ağır Baskı Altındadır

Türkiye’de son kırk yılda yüz binlerce insana düşünceleri nedeniyle dava açılıp on binlercesine cezalar verildi. Ceza Kanunu maddeleri defalarca yeniden düzenlendi ve Terörle Mücadele Kanunu’nda da bazı düzenlemeler yapma iddiasıyla her defasında özgürlüklerin kısıtlanmasına öncelik verildi. Hiçbir değişiklikte özgürlükler lehine bir düzenleme yapılmadı. Biçimsel değişikliklerle yeni suçlar ihdas edilerek toplumun tüm kesimleri adeta potansiyel suçlu haline getirildi.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun düzenlemeler yapmak yerine AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan bir yargı sistemi ortaya çıkarıldı. 15 Temmuz 2016 yılında yaşanan darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL ile birlikte düşünce, ifade, örgütlenme ve siyaset yapma hakkı ile basın özgürlüğü konusunda var olan kısmı haklar bile askıya alınmış ve demokratik toplumun temel göstergelerinin hepsinde dramatik gerilemeler yaşanmıştır. 2018 yılında OHAL şeklen kaldırılmış olsa bile OHAL döneminde çıkarılan ve toplumu baskı altına alan KHK’lerin hepsi TBMM de onaylatılarak OHAL kalıcı hale getirilmiş ve otoriter yönetim anlayışı güçlendirilmiştir.

OHAL rejimi tahkim edildikten sonra otoriter yönetim uygulamaları içi boş yargı reformları adı altında hak ve özgürlükler lehine reformlar söylemleriyle 2019 yılından 2024 yılına kadar 9 adet yargı reformu paketi hazırlamış ve bu paketlerin hiç birisinde özgürlükleri genişletecek bir adımın atılmadığı görülmüştür. Avrupa Birliğine üyelik sürecinde özgürlükler konusunda bir adım ileri, iki adım geri atılan adımlar, son yıllarda hep gerilemeyle kendisini göstermiştir. Son dokuz yılda yaşananlar Türkiye’nin otoriter, baskıcı devlet anlayışını değiştirmemiş, aksine ülke her konuda açık bir hapishaneye dönüştürülmüştür.

Halen düşünceleri nedeniyle hapishanelerde binlerce tutuklu/hükümlü bulunuyor. Kimisi örgüt üyeliği, kimisi başka adlar altında tutuklanıp yargılanıyor. Ancak, baktığımızda tutuklanan kişilerin çoğu belediye başkanı, siyasetçi, sendikacı, avukat, gazeteci, öğrenci vb. Yani hiçbiri şiddete ve silaha bulaşmış insanlar değil, düşünceleri nedeniyle yargılanıyorlar.

Oysa demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü ve siyaset yapma hakkı toplumsal varoluşun temelidir. Çünkü ifade özgürlüğü kişinin kanaatini diğerlerine bildirme, düşüncesini dışa vurma, kendisi dışındakilerle iletişime girebilme potansiyelinin gerçekleştirilmesidir. Örgütlenme özgürlüğü, farklı toplum kesimlerinin seslerini duyurma ve demokratik siyasete katılım hakkıdır. Basın özgürlüğü, olup biten olaylardan toplumun tarafsız haber alma hakkının teminatıdır. Siyaset yapma hakkı toplumsal ve siyasal sorunlara farklı çözüm önerilerinin geliştirilmesi hakkını içerir. Özgür bir biçimde düşüncenin oluşumuna, örgütlenmesine, açıklanmasına ve kamuoyuna ulaşmasına izin verilmeyen bir toplumda ise özgür yurttaşlardan değil, ancak tek tip ve iktidarların istediği gibi programlanmış biat eden bireylerden söz edilebilecektir. Bu da hem demokrasinin hem de toplum olma halinin yok edilmesinden başka bir şey değildir.

Bu coğrafyanın en temel meselesinden birisi olan Kürt Meselesinin konuşulmaya başlandığı şu günlerde en çok ihtiyaç duyulan şey düşüncelerin serbestçe ortaya konabilmesidir. Bunun yolu da düşünce, ifade, örgütlenme, basın ve serbest siyaset yapma özgürlüğünü kısıtlayan yasaların bir an önce değiştirilmesidir. Ancak, bu durum müzakere-barış sürecini hızlandırabilir ve tıkandığı noktalarda aydınlar, sanatçılar insan hakları savunucuları devreye girip sürece katkı sunabilir.

1 Ekim 2024 tarihinden itibaren söylem düzeyinde ortaya konulan ve oluşturulan heyetlerle Kürt Meselesinin çözümü konusunda atılan ve halen topluma ve sivil toplum örgütlerine kapalı halde yürütülen barış ve çözüm çabaları bir yandan toplumda umut yaratırken; öte yandan bu konuda söz kuran insan hakları savunucuları, gazeteciler, aydınlar, kadınlar, sanatçılar, siyasetçiler ve sendikacılara yönelik süren gözaltı ve tutuklamalar sürece olan umudu zayıflatmaya devam ediyor. Her sabah siyasi operasyonlarla onlarca, yüzlerce kişinin gözaltına alınması ve tutuklanması iktidar rutini haline gelmiştir. Adeta korku toplumu inşasına geçilmiştir. Son olarak bu sabah 10 ilde sabah saatlerinde gerçekleştirilen baskınlarla, aralarında gazeteciler, avukatlar, siyasetçiler, aydınlar, sanatçılar, kadınlar ve öğrencilerin bulunduğu 60 kişi hakkında gözaltı kararı verilmiş bunlardan 52 kişi gözaltına alınmıştır.  İçişleri bakanlığının yaptığı açıklamaya göre son bir haftada 51 ilde yürütülen gözaltı operasyonlarında 282 kişinin gözaltına alındığı öğrenilmiştir. İstanbul Savcılığı açıklaması ise halkların kardeşliğinin neredeyse suç olarak görüldüğü yeni bir aşamayı ortaya koymuştur. Bu durum geçmiş barış süreçlerinde devlet içindeki yapılanmaların süreci akamete uğratma girişimlerini hatırlatmaktadır.

Bugün Türkiye’de otoriter rejimden kaynaklı siyasal ve hukuksal yapısal sorunlar bulunmaktadır. Türkiye’de terör tanımı alabildiğine geniş tutulmuştur. Hukukun üstünlüğü ilkesi uygulanmamakta ve bunun sonucunda AİHM ve AYM içtihatları yok sayılmaktadır. OHAL nedeniyle yargı, tamamen siyasal iktidarın baskısı altındadır; bağımsız ve tarafsızlığını koruyamamaktadır. Siyasal iktidar otoriterleşerek demokrasiden tümüyle uzaklaşmış ve böylece ifade özgürlüğünü baskı altına almış, adeta yok etmiştir. Hiç kimse için kişi güvenliği ve hukuk güvenliği kalmamıştır.

Siyasi iktidarı bir an önce düşünce, ifade, basın, örgütlenme ve siyaset yapma hakkını cezalandırmaktan vazgeçmeye davet ediyoruz. Gözaltına alınanlar derhal serbest bırakılmalıdır. Düşünceleri nedeniyle gözaltında ve hapishanelerde bulunanlar derhal serbest bırakılmalı, bu tarz soruşturma ve kovuşturmalardan bir an önce vazgeçilmelidir.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ