Olay:
16.08.2013 tarihinde Van’ın Çaldıran ilçesine bağlı sınıra sıfır noktada bulunan Beydoğan (Şêxsucu) Köyü’nde, Türkiye-İran sınırından akaryakıt kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 2 yurttaş; Türk askerleri tarafından vuruldu. Gece saat 23.00 sıralarında Çaldıran’a bağlı Beydoğan köyünden İran tarafına, kaçak akaryakıt getirmek amacıyla geçen Nurettin Karakoç (21) ve Feyyaz Karadeniz (20) ismindeki vatandaşların da aralarında bulunduğu 13 kişilik gruba dönüş yolunda Türk askerlerince ateş açıldı. Açılan ateş sonucu Karakoç ve Karadeniz ağır yaralandı. Köylüler tarafından hastaneye götürülürken yolda yaşamını yitiren Karakoç’un cenazesi ile ağır yaralı olan Karadeniz, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne getirildi. Yapılan otopsinin ardından Karakoç’un cenazesi toprağa verilmek üzere Beydoğan Köyü’ne götürülürken, Karadeniz’in tedavisine ise yoğun bakım ünitesinde devam edildi.
Heyet Oluşumu:
Bölgede sık yaşanan bu olaylar neticesinde; başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere birçok hukuksal metinle koruma altına alınmış olan yaşam hakkı ihlallerinin meydana gelmesi, sınırda bulunan köylülerin can ve mal güvenliklerini tehlikede görmeleri, psikolojik ve sosyolojik olarak ağır hasarlara yol açması üzerine yaşanan bu hak ihlallerini yerinde araştırmak ve insan haklarına katkı sunmak amacıyla,
Van Barosu İnsan Hakları Komisyonu Üyeleri Av.Nazvan MIZRAK ve Av.Cahit ERTAN
Van Tabipler Odası Genel Sekreteri Dr. Ayfer Horasan
MAZLUMDER Van Şube Başkanı Yakup Aslan
İDH Van Şube Sekreteri Hamdi Bayhan ve İHD üyesi Av. Kutbettin Fırtına’dan oluşan bir heyet
teşekkül etmiştir.
Amaç:
Oluşturulan heyet tarafından olay yerinde yapılacak inceleme ve görüşmelerden oluşan çalışma ile; Türkiye-İran sınırında çok sık meydana gelen hak ihlallerine dikkat çekmek ve kamuoyunda farkındalık yaratmak; Çaldıran’da yaşanan yaşam hakkı ihlali ile maddi-manevi zarara ilişkin mağdurlar, mağdur yakınları, görgü tanıkları, resmi yetkililer ve uzman kişilerle görüşmek; araştırma ve incelemeler ile elde edilen bilgiler sonucunda rapor hazırlamak; hazırlanan bu raporu ilgili kurumlara göndererek maddi gerçeğin açığa çıkarılmasına katkıda bulunmak; kamuoyunun gerçek bilgiye ulaşmasını sağlamak; failler hakkında gerekli idari ve cezai soruşturmanın başlatılmasını talep etmek amaçlanmaktadır.
HEYET İZLENİMLERİ:
22 Ağustos 2013 tarihinde Çaldıran ilçesine hareket edilmiş ve ilk olarak Çaldıran kaymakamı İbrahim Dündar ile yapılan görüşmede; köylülerin faillerin yakalanması için karakola doğru yürümesi üzerine kendisinin olay yerine gittiği ve köylüleri sakinleştirerek, Karakoç’un faili meçhule gitmeyeceğine ve işin takipçisi olacağına dair söz vermesi üzerine köylülerin sakinleştiği, ardından aralarında sivillerin de bulunduğu 14 kişinin sorgulandığı ve bunlardan 7’sinin tutuklanarak cezaevine gönderildiği anlaşılmıştır.
Nurettin Karakoç’un babasının da 20 yıl önce “sınır ticareti” olarak tabir edilen güzergahta yine askerlerin kurşunlarına hedef olduğu gerçeği sınır hattındaki köylerin sosyal ve psikolojik realitesini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Nişanlı olan Karakoç’un, askerlik görevini bitirdiği ve yakın bir zamanda düğün yapma hazırlığı içerisinde olduğu yakınlarından öğrenilmiştir.
Alınan önlemlere rağmen yüzyıllardır süregelen bu doğal ticareti rant haline getirenlerin, köylülerin bu küçük ölçekli ticaretinden büyük pay elde etme çabası içinde oldukları gerçeği her kesim tarafından bilinmektedir. Bu olayda da, rüşvet ve rantın paylaşılmasının söz konusu olduğu; hem mahkeme tutanaklarına yansıyan “fiziki takip” belgelerinden hem de tarafların konuyla ilgili olarak satır aralarına gizledikleri ifadelerden rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Tarihe bir kara leke olarak düşen Roboski olayında da görüldüğü gibi, sınırın iki tarafında yaşayan köylüler akrabalık bağlarıyla birbirlerine bağlıdırlar ve doğal olarak sınır ticaretinde birlikte hareket etmektedirler.
Heyetin sınırda yaptığı incelemeden anlaşıldığı kadarıyla; çevredeki karakol ve gözetleme kulelerin arasından, güvenlik güçlerinin bilgisi olmadan geçmek mümkün değildir. Sınır boyunca devam eden asfalt yol ve hakim noktalardaki karakol/gözetleme kulelerinin arasından askerlerin haberi olmadan 100-150 at eşliğinde geçiş yapmak tamamen imkansızdır. Özellikle hemen tepenin arkasındaki İran köyünün içinde bulunan karakola rağmen böyle bir hareketliliğin olması mümkün değildir.
Yine yapılan inceleme ve görüşmelerde; o gece, İran-Türk vatandaşlarından oluşan 100 kişilik mazot yükü olan bir atlı grubun İran’dan sınırı geçtiği ve yüklerini boşalttıkları, geri dönmelerinin hemen ardından; Beydoğan Köyü’nden 13 kişilik grubun geçiş esnasında pusuya düşürüldükleri anlaşılmıştır.
Geçişin yapıldığı yerde uzun hendekler, atların geçmesini engelleyici toprak dolu yüksek ve büyük platformlarla birlikte hendek olmayan kesimlerde de tel örgüler bulunduğu gözlenmiştir. Hendek ile tel örgünün birleştiği yerde ise, tel örgünün üst-üste toplanarak rahat geçmek amacıyla bir yol açıldığı görülmüştür. Köylülerin ifadesine göre, asfalt yolun öteki tarafına çekilen tel örgüler o gece konulmuştur.
Heyetin olay yerinde yaptığı incelemelerde, belli oranda MK (Makine Kimya Endüstri Kurumu) üretimi bol miktarda boş kovan ve bunların arasında İran üretimi olan bazı boş kovanlar bulunmuştur. İki gencin vurulduğu yerde ve yola kadar sürüklendiği söylenen asfalt kenarında kan izlerine rastlanmış, vurulanların çizme ve bazı giysileri de olay yerinde görülmüştür.
Heyetin Girişimleri:
Çaldıran Kaymakamı ile ilk görüşme yapılmış, görüşme esnasında ses ve görüntü alınmasının sorun doğurabileceğinin söylenmesi üzerine heyetimiz, görüşmeyi not alarak kayda almaya çalışmıştır. Ardından, Beydoğan köyüne hareket edilmiş, ilk olarak Nurettin Karakoç’un nişanlısının evinde köylülerle görüşmeler yapılmıştır. Olay esnasında orada bulunanların beyanları da yine not alınarak kaydedilmiştir. Görüşmeler tamamlandıktan sonra Taşkın gözetleme kulesi ve Onur Tepe karakolu arasında bulunan 218 ve 219 sınır taşlarının arasında yer alan olay mahalline köylülerle birlikte hareket edilmiştir.
Gözetleme kulesi, Onur Tepe Karakolu ve bunların tam orta kesiminde yer alan, sınırın diğer tarafındaki İran Karakolu’nun bölgeye tamamen hakim bir şekilde konumlandığının gözlendiği olay yerinde incelemeler ve tanıklarla olayın oluş şekliyle ilgili beyanları dinlenmiş ve olay yeri fotoğrafları çekilmiştir.
YAPILAN görüşmeler:
Sınırda, devletin silahıyla insanların öldürülmesi suretiyle gerçekleşen hak ihlalleri ekseninde; yargısız infaz söylentilerini göz önünde bulunduran heyet, ilk olarak Çaldıran kaymakamı ile görüşmüştür. Kaymakam yaptığı açıklamalarda “Hiç kimsenin bir suçluyu öldürme hakkına sahip olmadığını ve Türkiye yasalarında kaçakçılığın cezasının da öldürmek olmadığını, 3 yıllık görevi boyunca hiçbir güvenlik biriminin öldürmeyi yöntem olarak benimsediğine şahit olmadığını” söyleyerek, sınır bölgelerindeki yasal boşluktan oluşan insan hakları ihlallerine değinmiştir. Heyet devamında, olayda bir yaralıya müdahale ederek kanamasını durduran Medeni Karadeniz, nişanlısı vurulan Nuran Akbulut ve ablası, yaşamını yitiren Nurettin Karakoç’un yakınları ve sosyolog Engin Emre Değer ile görüşmeler yapmıştır. Görüşmeler geniş tutularak, delil olabilecek her şey tespit edilmeye çalışılmıştır.
1-) Çaldıran Kaymakamı İbrahim Dündar:
İbrahim Dündar: “Acı bir olay. Bildiğiniz gibi Cumhuriyet savcısından hemen sonra ben olay yerine intikal ettim. Şüpheli sıfatıyla 14 kişinin sorgulanmasından sonra 7 kişi tutuklanmıştır. Bunların arasında hudutta görev yapan 4 er, 2 uzman çavuş ve 1 sivil var. idari tahkikat devam ediyor ve dolayısıyla bu konuda ayrıntılı bilgi vermem mümkün değil.
Yaralı birinin infaz edildiği yolunda söylentiler var. Elbette, karanlıkta kalan bütün noktalar aydınlanacaktır. Bana verilen bilgiye göre, o gün İran’dan 50-60 kişilik bir grup ülkemize doğru hareket ediyorlar, Türkiye müdahale edince geri çekiliyorlar. Aralarından bazıları geri çekilmiyorlar ve öldürme olayı gerçekleşiyor. Cumhuriyet savcısı ve askeri savcı ayrı ayrı tahkikat yapıyor. Çaldıran’ın 71 km sınırı var ve ne yazık ki bazen buna benzer olaylar olmaktadır.”
Kutbettin Fırtına: “Daha öce buna çok benzer bir olay yaşandı. Vesim Zengin’in öldürüldüğü olayda, İranlılar sınırın öte yanında inceleme yapmamıza izin vermedi. Karakoç olayında da aynı Zengin’de olduğu gibi, cesetlerin İran tarafına taşınıp; İran askerlerini suçlu olarak gösterme çabalarına köylülerin engel oldukları söyleniyor. Bildiğiniz gibi daha önceki olayda da, köylüleri öldürüp İran tarafına alelade gömmüşlerdi. Ayrıca Karakoç olayında sivilin askere emrettiği söyleniyor. Bu doğru mu?”
İbrahim Dündar: “Cumhuriyet Savcılığı tarafından farklı bir soruşturma yürütülürken, söz konusu olayla ilgili görüşmeler teknik takibe takılmıştır. Burada uzman çavuş seviyesinde kalan bir diyalog var. Rant ve rüşvet içerikli münferit ve kurumsal olmayan bir olaydır.
Olay yerine gittiğimde duygusal yoğunluk çok fazlaydı. 20 yıl önce de Karakoç’un babası yine aynı sınır hattında öldürülmüş. Arıca yaşamını kaybeden Karakoç’un kısa bir süre sonra düğünü olacakmış.
Türk Ceza Kanunu’nda hiçbir suçun cezası öldürme değildir. Kaçakçılığın cezası da ölüm değildir. Çaldıran’daki 3 yıllık görevim boyunca hiçbir kurumda öldürmenin yöntem olarak benimsendiğine şahit olmadım.
2011 yılında kaçakçılığı önlemek maksadıyla bir proje başlattık. 30-40 yaş sınırlamasıyla isteyene yaklaşık 40-50 koyun vermeyi düşünüyorduk. Ancak, başvurular yeterli seviyeye ulaşmayınca projeyi uygulayamadık. Çiğli sınır kapısının açılması için bir proje sunduk. Bizden yana sorun çıkmadı, ancak İran kendi sorunlarını aşamadı. Sınır ticaretinde elbette belli sınırlamalar var. Haksız rekabetin oluşmamasına çalışılıyor. Getirilen malların belirlenen şehrin sınırlarının dışına çıkmamasına çalışılıyor. Sınır ticaretinde, o şehrin hinterlandı çerçevesinde sınırlamalar getiriliyor.”
2-) Medeni Karadeniz:
“Gece 22:00-23:00 sıralarında, yaklaşık 100 attan oluşan İran ve Türk vatandaşları grubu İran tarafından mazotunu yükledi ve sınırı geçip boşalttıktan sonra ikinci sefer için geri geldi. Bizim de Beydoğan Köyü olarak 13 kişinin idare ettiği 50 atımız vardı. İran’dan Türkiye’ye geçerken bu 100 atlı grupla karşılaştık ve biz sınırdan Türkiye’ye geçiş yapmak üzere yola devam ettik. Geçiş yaptığımız esnada bize her iki yönümüzden ateş etmeye başladılar. Bizden önce geçen ve İran tarafında karşılaştığımız grup rüşvet vermiş olduğu için, onlara ateş etmediler.
Biz daha önce İran’a geçerken sadece sınır tel örgüsü vardı. Ancak olayın yaşandığı gün kullandığımız geri dönüş yolunda, daha önce olmayan ve bizi pusuya düşürmek için konulmuş tel örgülerle karşılaştık. İkinci tel örgüler ile sınır tel örgüleri arasında ortalama 8 metre vardı. Ateş etmeye başladıklarında iki tel örgü arasında kaldığımızdan kaçmakta zorlandık. Çok karanlıktı bir şey görmüyorduk ama herkes kaçtı sanıyorduk. Feyyaz ‘Ben vuruldum’ diye bağırınca ona yardım etmek için geri döndüm. Feyyaz Karadeniz’e müdahale ettim. Beni tekmeleyip tehdit etmelerine rağmen, yarasına bez basarak kanamadan ölmemesine çalıştım. Nurettin Karakoç da yaralıymış ancak biz bunu bilmiyorduk. Köye telefon ederek yaralı var, arabayla gelin yardım edin dedim. Feyyaz’ı almaya araçla gelindiğinde araç ışıkları sayesinde, 4 askerin elleri ve ayaklarından tutarak Nurettin Karakoç’u İran sınırına doğru sürüklediklerini ve o esnada başının taşlara çarptığını gördük. Feyyaz ile birlikte Nurettin’i de hastaneye götürmek istedik. Başta sorun çıkardılar ama sonra izin verdiler. Arabaya koyduğumuzda ikisi de yaşıyordu. Yolda giderken Nurettin nefes almamaya başladı. Erken müdahale olsaydı, ölmezdi. Nurettin’in yarasının yeri Feyyaz’ınki kadar kötü değildi. Feyyaz’a ben müdahale ettim diye o yaşıyor ama Nurettin öldü. Yakın mesafeden bize ateş ettiler ve ellerindeki yaralının kurtulması için hiçbir şey yapmadılar.
Herkes de bilir ki, karakol ve gözetleme kulesinin haberi olmadan oradan geçmek mümkün değil. Her gece gidip-geliyoruz. Gidiş-gelişi karakol görüyor. Ben daha önce de kaçakta yakalandım. Bizim karakol (Sedat Özok Karakolu) komutanı kolum kırılıncaya kadar beni sopayla dövdü ve “Bir daha seni kaçakta görürsem kafana sıkarım!” dedi. Akşamki pusuda onların olup olmadığını bilmiyorum. Suçluların cezalandırılmasını ve bir daha böyle acıların yaşanmamasını istiyoruz.
3-) İlhami Karadeniz:
“Bizi tuzağa düşürmek için yeni bir tel örgü çekmişlerdi. İki pusu arasında kaldık. Bilinçli olarak yakın mesafeden ateş ettiler ve öldürdüler. Daha önceleri de buna benzer olaylar oldu. Daha önce bu tarafta Türk askerleri tarafından vurulanlar sınırın İran tarafına götürülüp bırakıldılar ve şimdiye kadar İran’da sınırda öldürülenler konusunda ciddi bir soruşturmanın yapılmadığını biliyoruz. Kasten adam öldürme ve ihmal var. Sınırın öbür tarafındaki köylüler bizim akrabalarımız. Yıllardır kız alıp vermişiz.
Daha önceleri Çiğli köylüleri, bir daha bizim bölgemizden sınırı geçmeyin diye uyarıda bulunmuşlardı. Biz de yıllardan beridir buradan ticaret yapıyoruz. Uzman çavuş karakolda at besliyor. Köylülerin otlaklarından ve otlarından yararlanıyorlar. Çoğu zaman buna itiraz ettik, kimse ilgilenmedi.
21 yaşındaki gencin öldürülmesine karışan uzman çavuş, bundan bir müddet önce karakolun yakınındaki bir tepeye ırkçı sloganlar yazdırdı. Oysa uzun bir zamandır hiçbir bölgede buna benzer yazılar yazılmıyor. Biz Nurettin’i öldürenlerin cezalarını çekmesini istiyoruz.”
4-) Nuran Akbulut’un Kardeşi:
“Ablam Nuran Akbulut ile Nurettin Karakoç bir yıl kadar önce nişanlandılar. Ablam, Nurettin’in öldüğü haberini aldığından beri hiç konuşmadı ve hiçbir şey yemedi. Nurettin kötü bir şey yapmamıştı. 15 gün sonra düğünleri vardı ve düğün masraflarını karşılamak için İran tarafına kaçağa gitmişti. Zaten 30 lira kazanacaktı. İçimiz yanıyor ve tek dileğimiz suçluların cezalarını çekmesidir. Allah kimseye böyle acı yaşatmasın.”
5-) Sosyolog Engin Emre Değer:
“Bilindiği gibi, Otoriter-mutlak monarşik rejimlerin, Fransız İhtilali ertesinde neredeyse yüz yıl süren savaşların ardından yerini ulus devlet demokrasilerine bırakması, ulus devlet ideolojisi bağlamında çizilen sınırlarla insanların, toplulukların ve köylerin umarsızca ikiye bölündüğü bir dünya düzenine yol açmıştır. 19.yy.ın ikinci yarısındaki haritalama ve yeri sabitlemekten ileri gelen sınır olgusu dokunduğu her alanda bir tartışma konusudur. Küresel ekonomi sebebiyle hızla dönüşen dünya sosyo-politiğinde Türkiye gibi ulus kavramıyla hesaplaşamayan ve sınırları hala kimi köylerin ve toplulukların yaşam alanlarını bölen bir ülke olmak, çağın gerisinde bir siyaset anlayışını yansıtmakla beraber, sosyolojik olarak da geçmişten devralınan kimi politik tutumların da ne yazık ki hala yeniden üretiliyor olduğunu göstermektedir.
Ulus-devlet modelinin çekim alanından uzaklaşamayan bir siyasetin gündelik yaşama etkisi ise, devletin kendi yurttaşları arasından bir takım ayrılıklar yaratarak öteki kimlikleri oluşturmasına, dolayısıyla iç düşmanlar üretmesine yol açmaktadır. ‘Sınır kaçakçılığı’ sebebiyle güvenlik güçleri tarafından yaşam hakları ihlal edildiği iddia edilen sınır ticareti yapanların durumu ele alınacak olursa; kolluk kuvvetlerince her fırsatta yeniden üretilen asker millet imajının sınır ticaret ile geçinmekte olan yurttaşların haklarının ihlali üzerinden vücut bulması söz konusudur. Öldürülen kişiler, sınır kaçakçılığından ziyade, Kürtlük kimlikleri sebebiyle kolaylıkla MK kurşunlarına maruz kalabilmektedir. Doğu ve Güneydoğu sınırları haricindeki başka herhangi bir sınır bölgesinde sınır kaçakçılığı sebebiyle ölümlere rastlanmamaktadır. Bu durum ise, Doğu ve Güneydoğu sınırlarındaki ‘güvenlikten sorumlu’ devlet görevlilerinin ‘milletten olmayan’ bir gruba muktedir konumundan motivasyonla ve öldürme edimiyle daha rahat hareket edebildiklerini göstermektedir.
Kolluk kuvvetlerinin bu tutumunun sınır köylerinde yaşayan Kürt köylüleri nezdindeki karşılığı ise, içselleştirilmiş bir öteki olma halidir. Devletin ‘sınır güvenliği’nden sorumlu karakolların sınır nedeniyle sonradan bölünmüş olan köyler arasındaki ticareti öldürerek durdurma girişimi, en temel insan hakkı olan yaşam hakkına müdahale etmenin yanında, toplumsal hafızanın da olumsuz yönde inşasına yol açmakta, bu ölümler toplumlar arasındaki birleşme noktalarının da zarar görmesine yol açmaktadır.
‘Küçük gruplar sosyolojisi’ üzerine yapılmış birçok araştırmada deneyimlendiği üzere; çoğunluk üzerinden ifade bulan kimi toplumsal ve kamusal normların dışında kalan ‘küçük’ grupların kendi gündelik hayat pratiklerine müdahale etmek, bu grupların kendilerini ifade eden kültürel veya ekonomik özelliklerine daha sıkı sarılmasına ve bunları radikal şekillerde savunmasına neden olmaktadır. Böylelikle, kısıtlayıcı yahut öteleyici olan bu normlar tam da istenilenin tersine bir sonuca yol açmaktadır. Bu sebeple, günümüz dünya demokrasilerinde artık toplulukları dışlayan değil; onları topluma dahil eden yöntemler geliştirilmekte ve olumlu sonuçlar elde edilmektedir.
Sonuç olarak, sınır köylerinde son örnek olayda görüldüğü üzere; aynı aileden bir baba ve oğlunun yirmi (20) yıl arayla ölümüne yol açan bir güvenlik tedbirinin hiç bir makul gerekçesi ve mantıklı bir açıklaması bulunmamaktadır. Ölümler, toplumsal hafızaya vurulan kesiklerdir ve ölümlerin süreklileşmesi, toplumsal bir ayrışmaya, yani kesiklerin derinleşmesine yol açmaktadır. Bir aileden iki kuşağın aynı nedenle öldürülmesi, bu kötü hafızanın kemikleşmesine ve hikayeleşmesine, böylelikle sonraki kuşaklara aktarılacak bir öfke ve varlık sebebine dönüşmesine yol açar.
Bu vesileyle, yeni siyasal sürecin doğrultusunda siyasi ve bürokratik yönetici kesimlerin bu konu üzerinde önemle durması ve sınır ticaretindeki ölümlerin önüne geçecek bir politikayı acil bir şekilde devreye koyması gerekmektedir. Aksi yönde bir tavır, dünya toplumsal tarihinde de görüldüğü üzere, derinlerde işleyen ve en ufak bir krizde önüne geçilemeyecek denli büyük bir patlamayla ayrılıklara ve yıkımlara yol açacak bir toplumsal hareketi körükler.”
OLAY BASINA ŞÖYLE YANSIDI:
VAN – DİHA
Güncellenme : 16.08.2013 10:01
Türkiye-İran sınırından akaryakıt kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 2 yurttaşa Türk askerleri tarafından ateş açılması sonucu Nurettin Karakoç (21) yaşamını yitirdi, Feyyaz Karadeniz ise ağır yaralandı.
Van’ın Çaldıran ilçesine bağlı sınıra sıfır noktada bulunan Beydoğan (Şêxsucu) köyünde Türkiye-İran sınırından akaryakıt kaçakçılığı yaptıkları iddia edilen 2 yurttaş, Türk askerleri tarafından vuruldu. Gece saat 23.00 sıralarında Çaldıran’a bağlı Beydoğan (Şêxsucu) köyünden İran tarafından kaçak akaryakıt getirmek amacıyla sınırı geçen Nurettin Karakoç (21) ve Feyyaz Karadeniz’e (20) Türk askerlerince ateş açıldı. Açılan ateş sonucu Karakoç yaşamını yitirdi, Karadeniz ise ağır yaralandı. Olayın ardından yaşamını yitiren Karakoç’un cenazesi ve ağır yaralı olan Karadeniz, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne getirildi. Yapılan otopsinin ardından Karakoç’un cenazesi toprağa verilmek üzere Beydoğan köyüne götürüldüğü, Karadeniz’in ise yoğun bakım ünitesinde tutulduğu öğrenildi.
Karakoç infaz edildi iddiası!
Görgü tanığı olan ve olayın hemen ardından bölgeye gittiğini belirten Karadeniz’in amcası Medeni Karadeniz, Onurtepe Karakolu’na bağlı askerlerin panzer ve zırhlı araçlarla bölgeye geldiklerini, uzaktan ateş ederek Karakoç ve Karadeniz’i yaraladığını, ardından yaralı olan Karakoç’a tekrar ateş ederek öldürdüklerini iddia etti. Medeni Karadeniz, “Ben yaralı olan akrabalarımı almaya gitmek istedim. Askerlerin içlerinden rütbeli olan bir tanesi, ‘Çık git buradan, seni de öldürürüz’ dedi. Ağır yaralı olan Nurettin’i askerler sürükleyerek yola kadar getirdiler” dedi.
Çaldıran Kaymakam’ından Duygulandıran Teselli – Van Haber
Van’ın Çaldıran Kaymakamı İbrahim Dündar, açılan ateş sonucu nişanlısı ölen genç kızı teselli etti.
19 Ağustos 2013 Pazartesi 18:51
Van’ın Çaldıran Kaymakamı İbrahim Dündar, açılan ateş sonucu nişanlısı ölen genç kızı teselli etti.
İran sınırında bulunan Beydoğan köyünde akaryakıt kaçakçılığı yaptığı iddiasıyla açılan ateş sonucu Nurettin Karakoç (21) isimli genç hayatını kaybetti. 1. Hudut Tabur Komutanlığı’na bağlı Sedat Nezih Özok Karakolu’na yürüyen köylüler, bölgeye gelen Kaymakam İbrahim Dündar, Çaldıran Cumhuriyet Başsavcısı Fatih Demirci ve İlçe Emniyet Müdürü Oktay Çelik ile görüştü. Nişanlısı vurulan Nuran Akbulut’u teselli eden Kaymakam Dündar, Karakoç’un faili meçhule gitmeyeceğini ve işin takipçisi olacağına dair söz verdi.
Kaymakam Dündar tarafından ikna edilen köylüler evlerine dönerken, ‘vur’ emri verdiği öğrenilen bir uzman çavuşun ise tutuklandığı belirtildi.
HEYETİN YAPTIĞI GÖZLEM VE TESPİTLER:
Görevleri vatandaşların can ve mal güvenliğini korumak olan güvenlik güçlerinin; kaçakçılık yaptığı iddia edilen kişilere karşı hukuka aykırı tutum içinde oldukları ve bu uygulamaya maruz kalanların yardımına gitmek isteyen sivil vatandaşlara yönelik hakaret ve tehditlerde bulundukları, onları tartakladıkları, yaşam hakkını ihlal edecek boyutta saldırılarda bulundukları ve bu konuda herhangi bir kaygılarının olmadığı sınır köyü sakinleri tarafından heyetimize aktarılmıştır. Sınır bölgesindeki köylerde yaşayanlarda; hak ihlallerinin cezasız kaldığı algısının, daha önce bir uzman çavuş tarafından iki kişinin öldürülmesiyle ilgili gerekli yasal işlemlerin yapılmaması gibi olayların şekillendirdiği gözlemlenmiştir. Halbuki hukuk devleti ilkesi gereği, hakların uygulama alanı oluşturulmalı ve bunların ihlali halinde yaptırım uygulanmalıdır. İnsan hakları hukukun devletle birey arasındaki ilişkide devlete karşı bireyin hak ve özgürlüğünün sınırlarını genişleten ve koruyan devletlere yükümlülükler yükleyen bu özelliği, ihlaller söz konusu olduğunda yargının adil bir şekilde harekete geçirildiği sistemin bütününü içerir. Kamu görevlilerinin eylem ve işlemlerinden devletler sorumludur.
AYDINLATILMASI GEREKEN HUSUSLAR:
- Pusu kurularak, yakın mesafeden ve iki taraftan öldürme kastıyla ateş edilmiş midir?
- Sivil vatandaşların ölümüne ve yaralanmasına neden olan olayla ilgili deliller gerektiği şekilde toplanmış mıdır?
- Sivil vatandaşlar yaralandığında, herhangi bir müdahale yapılmış mıdır? Yaralıların, durumlarının ağır olduğu bilindiği halde derhal, en yakın hastaneye ulaştırılması için ne yapılmıştır?
- Pusunun öldürme kastı taşıdığı iddiası vardır. Bu araştırılmış mıdır?
- Sınır güvenlik güçlerinin geçişlerden rüşvet aldığı ve bu olayın da bununla ilintili olduğuna ilişkin şüpheler vardır. Yıllardan beri bu konuda yaygınlaşan bilgiye rağmen devlet herhangi bir önlem almış mıdır?
- 2011 yılında kaçakçılığın önlenmesi amacıyla köylülere küçükbaş hayvan verilmesi projesinin neden uygulanamadığı araştırılmış mıdır? Bu projenin sadece bir ilçeyle sınırlı tutulmasının, kaçakçılığın önlenmesine katkısı yeterli olur mu? Tüm sınır hatları boyunca, ticaret dışında bir geçim kaynağının yaratılması için İç İşleri Bakanlığı’nın herhangi bir projesi var mıdır?
- Yüzlerce ölümle sonuçlanan kaçakçılığın (sınır ticaretinin) sosyal sebepleri devlet ciddiyetinde araştırılmış mıdır?
- Doğu ve Güneydoğu sınırlarında gerçekleşen kaçakçılık olaylarında silah kullanma yetkisinin yaşam hakkı hiçe sayılarak kullanıldığı sıklıkla görülmektedir. Silah kullanma yetkisinin sınırlanmasına ilişkin herhangi bir tedbir alınmış mıdır veya alınacak mıdır?
- Yetkililerin de belirttiği gibi, en önemli geçim kaynaklarından biri olan bu kazanç yolunun yasal düzenlemelerle sınır bölgelerindeki insanların yararına devlet güvencesi altına alınması düşünülüyor mu?
KANAAT:
Heyetimizin tüm üyelerinde, sivil ölümlerin sayısının çok fazla olması, yaşamını yitiren Karakoç’un yaralı olduğu ancak zamanında müdahale edilmediği için ihmal suretiyle yaşamını yitirdiği, köylülerin pusuya düşürüldükleri, yakın mesafeden ateş edildiği, yaralılardan birinin yerde sürüklenerek yol kenarına getirilip, bekletildiği, yarasına herhangi bir müdahale edilmediği yönünde çok güçlü bir kanı oluşturması ile ilgili olarak aşağıdaki kanaatlere ulaşmıştır:
1. Sınırın iki tarafındaki köyler birbirlerine çok yakın mesafede bulunmaktadır. Geçiş noktası olarak kullanılan iki küçük tepe arasındaki 218 ve 219 nolu sınır taşları arasındaki vadide hendek kazılmış, diğer kesimlere de tel örgü veya büyük tel çuvallara doldurulan kum duvarlarıyla engelleme yapılmıştır. Sağ tarafta Onur Tepesi Karakolu ve sol kesimde Taşkın Gözetleme Kulesi o bölgeye tamamen hakim şekilde konumlandırılmıştır. Sınırın bir tarafında İran köyü ve öteki yanında Çiğli Köyü bulunmaktadır. Buradan geçişlerin güvenlik güçlerinin haberi olmadan gerçekleşmesinin imkansız olduğu gözlenmiştir.
2. Köylülerin ifadesine göre bu mevkiden sürekli olarak “sınır ticareti” yapılmaktadır. Süren başka bir soruşturma nedeniyle yapılan fiziki takip ve telefon dinlemelerinden, aralarında bir sivilin de bulunduğu tutukluların bu geçişlerden menfaat elde ettikleri anlaşılmaktadır.
3. Sınırda daha önce gerçekleştirilen öldürme/yaralama vakalarının etkin soruşturulmaması, yeni ölümlere sebep olmuştur. Ayrıca, bazı güvenlik güçlerinin köylüleri ölümle tehdit ettiği iddiasının da ciddi bir soruşturmaya tabi tutulması gerekmektedir.
4. Köylülerin “sınır ticareti”, devletin ise “kaçakçılık” dediği bu geçim kaynağının öldürmelere, güvenlik tedbirlerine ve önleyici fiziki engellemelere rağmen; yüz yıllardır devam ettiği gözlenmiştir.
Göstermelik olarak başlatılan sınır ticaretinde, kota getirilmesi, bu yolla geçimini sağlama çabasında olanlara çeşitli zorluklar çıkarılması ve devamlılık ilkesinin korunmaması istenilen etkiyi göstermemiştir. Ek olarak heyetimizin sınırda yaptığı inceleme esnasında, İran tarafının Çiğli hudut bölgesinde daha önce varılan antlaşma gereği bazı tesis ve dükkanlar yaptığı ancak, Türkiye tarafında herhangi bir çalışmanın yapılmadığını görülmüştür.
5. Sınıra yakın köylerde hiçbir sağlık kurumunun bulunmamasına rağmen büyük paralar harcanarak yeni Taziye Evlerinin yapılmış olması da incelemelerimiz esnasında göze çarpmıştır. Oralarda bir sağlık kurumu veya ambulansın olması durumunda yaralı yakalanan Nurettin Karakoç’un kurtulma ihtimalinin olabileceği kanaati oluşmuştur.
6. Güvenlik güçlerinin sivil vatandaşlara ilişkin bu hak ihlallerinin soruşturulmaması ve cezalandırılmaması; yakınları öldürülen yurttaşlar arasında, bu hak ihlallerinin bilinçli olarak yapıldığına ilişkin hakim bir kanaat oluşmuştur. Heyetimiz; gerek yaptığı görüşmelerden ve gerekse tutuklanan 7 kişiyle ilgili söylenenlerden, öldürme olayının kasıtlı bir şekilde yapıldığı kanaatine ulaşmış bulunmaktadır.
SONUÇ:
Van Valiliği’nin Van Barosu İnsan Hakları Komisyonu’na 10.06.2013 tarihinde gönderdiği dilekçenin ekindeki çizelgeye göre, Van-İran sınırında 2003 yılından beri Türk-İran askerlerinin açtığı ateş sonucu 92 ölü/yaralı vaka meydana gelmiştir. Bu resmi sayı haricinde de, suç niteliğindeki fiillerin işlendiği ancak çeşitli nedenlerle adli makamlara ulaşmadığı; kısa bir saha çalışmasında dahi ortaya çıkacaktır.
1954 yılında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalayarak yaşam hakkı, işkence yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı, cezaların yasallığı, ayrımcılık yasağı, mülkiyet hakkı gibi temel hak ve özgürlükleri ulusalüstü alanda da güvence altına alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu hakların uygulanmasından da sorumludur. Halbuki, onlarca yıldır sınır bölgesinde bu hakları ihlal eden kişiler hakkında etkin bir soruşturma yapılmamış ve bu bölgelerde yaşayan halk büyük mağduriyetler yaşamıştır.
Çaldıran’da meydana gelen olay ve neticesinde yapılan etkin soruşturma, daha önceki faili meçhullere ilişkin tüm toplumda bir umut yaratmıştır. Geçen hafta yaşanan ve bir sivilin yaşamını yitirmesi, birinin ağır yaralanmasıyla sonuçlanan olay ciddi bir hak ihlalidir. Yaralı kişiye veya öldürülenin cesedine saygı gösterilmesi, öncelikle ahlaki bir görevdir. İnsan sırf insan olduğu için değerlidir ve bu husus evrensel bir değer olup istisnasız bütün insan hakları örgütleri ve uluslar arası insan hakları belgeleri tarafından kabul görmektedir. Yaralı olduğu söylenen Nurettin Karakoç’un tepeden yola kadar herhangi tıbbi müdahale yapılmadan, kafası taşlara çarpacak şekilde sürüklenerek getirilmesi hiçbir insan hakları örgütünün kabul edeceği bir davranış şekli değildir. Zira, yaralı veya ölüye davranış şekli uluslararası hukuk kaidelerinde açık bir şekilde belirtilmiştir. Buna benzer acıların bir kez daha yaşanmaması için, konuyla ilgili olarak etkin bir soruşturma yürütülmeli ve bundan sonra olacak bu tür olayların önüne geçilmesi için gerekli önlemler alınmalıdır. İnsan Hakları heyetlerinin hazırladıkları raporlarda her zaman yer verdikleri; “Etkin soruşturulmayan, üzeri örtülen, geçiştirilen, göz yumulan her hak ihlali, yeni hak ihlallerinin habercisi ve zemin hazırlayıcısıdır.” şeklindeki tespit göz önüne alınarak hukuki işlemler yapılmalıdır.
Bu tür olaylarda kamu personeli, güvenlik güçleri ve mülki amirlerin görev ve yetki sınırlarını aşmasına göz yumulmamalıdır. Köylülerin “sınır ticareti” olarak tabir ettikleri bu geçim kaynağı, oldukça verimli toprağı olan ve hayvancılıkla da uğraşan bölge halkının tek geçim kaynağı olarak görülmektedir. Bugüne kadar bunun alternatifi olacak hiçbir girişimin gerçekleşmediği açık bir şekilde gözlemlenmiştir. Seçim dönemlerinde yapılan bazı alt yapısız uygulamaların da göz boyamadan ibaret olduğu köylüler tarafından ifade edilmektedir. Hukuk sisteminin bu bağlamda ayrımcı davranmaya veya toplumda böyle bir algıyı inşa etmeye hakkı ve yetkisi yoktur.
Hukukun bağlayıcılığı herkes için geçerlidir. Yargı mekanizması en etkin şekilde ve kısa zamanda adil sonuca ulaşmalıdır. Bu olayda bir sivil vatandaş yaşamını yitirmiş ve biri de öldürücü yara almıştır.
Bu tür çatışmalı ortamlarda yaşam hakkı ihlallerine sebebiyet veren faillerin açığa çıkarılması gerekmektedir. Aksi durum sivil kayıpların kanıksanmasını beraberinde getirecektir ki bundan en büyük zararı hukukun kendisi görecektir. Unutulmamalıdır ki insan yaşamı, bütün kesimler için en büyük siyasi kazanımdan daha önemli ve önceliklidir.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu, uzun yıllardan beri devam eden bu konuyu ciddi manada araştırmalı ve gerekli önlemlerin alınması için çalışmalar yapmalıdır.
Van Barosu
Van Tabipler Odası
Mazlum-Der Van Şubesi
İnsan Hakları Derneği Van Şubesi
Raporun PDF formatına erişim için tıklayınız.