1 Mayıs, işçi sınıfının birlik ve mücadele gününü kutluyoruz.

 

İHD, ezilenlerden yana taraftır saptamasını yapar ve bunu bir “ilkesel yaklaşım” olarak duyururken, taraf oluşunu insan haklarının kazanılması ve gelişmesindeki tarihsel sürecine atıfta bulunarak açıklıyordu.

İnsan haklarının her biri birer değerdir. İnsan haklarının her birinin birer değer oluşu, hak olarak nitelenenler için harcanan emekten kaynaklıdır. İnsan haklarının birer değer olarak ortaya çıkışı, kendiliğinden olmamıştır. Ne bir ilahi güçtür kaynak, ne bir ulustur, ne de bir kişidir, ulusal ya da dinsel önderdir. Dünyamızdaki çeşitli yaşama durumları, o yaşama durumlarında olan kişiler, kişi toplulukları, sınıflar, halklar ya da ulusların itiraz ve talepleri ile gündeme gelir; o durumların bilgisine ulaşırız, değişmesi için çaba gösterenlerin mücadelelerine tanık oluruz, bazılarımız da katılır bu mücadeleye. Bir gün o yaşama durumunun hak formunda düzenlendiğini görürüz. Hak formunda düzenlendiği ana kadar geçen süreçte, gözaltılar, tutuklanmalar, işkencelerle ve ölümlerle karşılaşılır. Hak formunda düzenlenişten sonra da kimi ülkelerde bu haklar tanınır, uygulanır, korunur, geliştirilir. Bu hep, o haklar konusunda bilinçli insan toplulukları sayesinde olur. Kimi ülkelerde ise, o hak tanınmaz,uygulanmaz. Ancak bu durum, hak olarak nitelenenin insan hakkı olmaktan çıkması sonucunu doğurmaz.

113 yıl önce 8 saatlik işgünü için verilen mücadele, ölüm cezalarına, gözaltına almalara, işkencelere uğramalara karşın verilmiştir. Bu mücadele sonucunda ulusalüstü insan hakları belgelerinde hem çalışma hakkı, hem ücretli dinlenme hakkı ve hem de diğer sosyal haklar yer almıştır. Fabrikada makinenin başındaki tekil bireyin yaşama durumu, aynı koşullardaki diğer işçilerin, benzer ya da farklı çalışanların yaşama durumları; farklı ülkelerdeki, farklı koşullardaki çalışanların durumları evrensel ölçekteki durumlarla içselleşmiş ve insan hakkı formuna kavuşmuştur. İnsan hakkı formundaki bu düzenlemenin nedeni, bu yaşama durumlarını ve koşullarını yaşayanların itiraz ve talepleridir. 8 saatlik işgününün, çalışma ve diğer hakların insan hakkı olarak nitelenmesinin nedeni işte bu hak için harcanan emeklerden ve ödenen bedellerden kaynaklıdır. Budur işte değer. Dar anlamda çıkardan farklıdır bu durum.

Aradan yüzyıl geçmiş olmasına karşın ve hemen her ülkenin yasalarında 8 saatlik işgünü yer almasına karşın, kapitalizmin en fazla kar anlayışında bir değişiklik olmamış, dünyanın pek çok ülkesinde ağır çalışma koşullarında ve 14-15 saat, işçileri çalıştırma pratiğine devam edilmiştir. Kadın ve çocuk emeğinin ucuz işgücü olma niteliğinde bir değişme olmamıştır. Bugün dünyada yüz milyonlarca çocuk ağır iş koşullarında çalıştırılmaktadır. Çocuklarda çalışma yaşı 6 yaşa kadar düşmüştür.6 yaşındaki çocukların emeğini sömürenler içinde, her ulustan, her dini inançtan kapitalist vardır. Her ülkede bu durum yaşanmaktadır. Ortak tek özellik,bu ülkelerin aynı üretim ilişkilerinin egemen olduğu ülkeler oluşudur. Özel mülkiyete dayalı, en fazla kar için üretimin yapıldığı ve örgütlendiği ülke oluşlarıdır. Temel karakteristik budur. Dolayısıyla, kadınları, çocukları bu ağır koşullarda çalıştırma, çalıştıranların ve buna gözyumanların “vicdanı” ile benzeri değerlendirmelerle açıklanamaz.

Bu süreç,Sovyetlerin dağılmasından sonra ise hızlanmıştır. Globalizm (küreselleşme), sınır ve koşullar tanımaksızın, sosyal kazanımları birer birer yok etmekte, sağlıktan eğitime özelleştirme, sendikasızlaştırma ve taşeronlaşma ile hakları ve sosyal devlet ilkelerini kemirmektedir. Sosyal güvenlik kurumları çökertilmek istenmektedir. Her ülkede kamu kaynaklarının halkın sağlık ve eğitimine yönelimi durdurulmak istenmektedir. Küreselleşme, insanların geleceğe dair tasarımını yok etmek ve yalnızca bugünü yaşamaları düşüncesini bilinçlere yerleştirmek istemektedir. Küreselleşme etnik ve dini farklılıkları kullanarak kendi egemenlik alanlarını genişletmek, insanı ve halkları atomize etmek istemektedir. Küreselleşme “yarın yok” diyerek, gelecek tasarımımızı öldürmek istemektedir. Küreselleşme, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sloganımızın içini boşaltma, insan onurunun korunması için koşul olan bu ilkeleri terk etmemizi istemektedir. Küreselleşme, dünyada yalnızca çıkarın bulunduğunu, çıkar için de her türlü yolun mübah olduğunun propagandasını yapmakta ve yaşama biçimimize, kültürümüze müdahale etmektedir. Küreselleşme akımı için, insan hakları da çıkar için kullanılabilecek bir araçtır. Küreselleşme akımı için, insan da bir araç’tır. Küreselleşme akımı, sosyal adalet ilkesini terketmemizi istemektedir. Hem her bir ülke içindeki sosyal adaletsizliklere karşı çıkışımızı, hem de dünya ölçeğindeki ülkeler ve halklar arasındaki eşitsizliklere karşı çıkışımızı bastırmak istemektedir. Dünya kaynaklarının ve toplam üretiminin % 80’ine, gelişmiş birkaç ülke ve o ülkelerin tekelleri elkoymaktadır. Gelişmekte olan ülkeler ve halklar aleyhine giderek artan bu eşitsizliğin kaynağı, tüm dünyadaki egemen sistemdir. Küreselleşme akımı, bu sistemin sonsuza değin ezilen halklar aleyhine sürmesini istemektedir.

İHD, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” için ve insan onurunun korunması için, tüm dünya işçilerinin ve çalışanlarının, birlik, mücadele ve dayanışma günlerini kutlamakta ve onları selamlamaktadır.

Hüsnü Öndül
Genel Sekreter

Bir cevap yazın