16 Şubat’ta Türkiye’ye getirilen Abdullah Öcalan’ın hukuksal statüsü

 

a) bulundurulduğu yer açısından,

b) avukat ve ailesiyle görüşme olanakları ve usulleri açısından,

c) bulunduğu yerdeki statüsü açısından,

d) yargısal güvenceler açısından belirsizliğini korumaktadır.

Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Adası, önce Bakanlar Kurulu kararıyla yasak bölge ilan edilmiş; hava, deniz ve karadan yaklaşma mesafeleri ilan edilmiştir. Ardından da Milli Savunma Bakanlığı’nın 27.02.1999 tarihli Resmi Gazete ile ilan edilen tebliği ile İmralı Adası Askeri Yasak Bölge ilan edilmiştir.

9 Ocak 1997 tarihli Resmi Gazete’de ilan edilerek yürürlüğe giren Kriz Yönetim Merkezi yönetmeliği uyarınca, Bursa’da Kriz Yönetim Merkezi Temsilciliği Valinin Başkanlığı’nda oluşturulmuş ve aynı tarihte Mudanya’da da Kriz Yönetim Merkezi’nin irtibat bürosu da çalışmaya başlamıştır. Buna göre, yasak bölge ilan edilen İmralı Adası’na ancak Bursa’daki Kriz Yönetim Merkezi’nin izni ile girilebilecek ve izin alanlar Mudanya’daki irtibat bürosunun kanalıyla İmralı Adasına girebileceklerdir. İmralı Adasına izin alanlar hangi deniz araçlarıyla girebilirler, bu deniz araçları hangi günlerde, hangi saatlerde hareket edeceklerdir, bu belirsizdir. Böyle bir düzenleme yapılmamıştır.

1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu (CMUK) uyarınca, tutuklu sanık müdafii ile her zaman görüşebilir ve haberleşebilir. Tutuklu sanığın avukatı ile görüşmesi, ne yargıcın iznine, ne savcının iznine ve ne de vali ya da kaymakam ya da Askeri ya da polis yetkililerinin iznine tabidir. Yasalarımızda bu konuda hiçbir makam izne yetkili makam olarak tarif edilmemiştir. Bu sanığın ve avukatının doğal bir hakkıdır. Konunun tek istisnası, iddianamenin hazırlanmasına değin geçecek sürede, tutuklu sanık ile müdafiin görüşmesinde bir yargıcın bulunmasıdır. Abdullah Öcalan hakkında Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılmış olan bir dava vardır ve bu davada verilen gıyabi tutuklama kararı vicahiye ( yüzüne karşı okunmuştur) çevrilmiştir. Duruşma tarihi ise 24 Mart’tır. Dolayısıyla tutuklu Öcalan hakkında Usul Kanunun istisnai düzenlemesi uygulanamaz. Avukatıyla görüşmesinde yargıç ve diğer görevliler bulunamaz. Ek iddianame hazırlamakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemesi savcıları, ek iddianamelerini 45-50 günde hazırlayabileceklerini söylemektedirler. Belirtilen durumda, görüşmede yargıç bulundurulması ve avukat ve tutuklunun beyanlarının zapta geçirilmesi uygulaması devam ettiği takdirde, bu bir genel kural haline getirilip, savunma sansür altında ( izin verilen ölçülerde ) hazırlık yapabilecektir. Örneğin, 24 Mart’taki ilk duruşmaya değin, görüşme izinle ve yargıç gözetiminde yapılacağı ve görüşmeler zapta geçirileceği için, mahkeme ve iddia makamı savunmanın nasıl yapılacağından ve içeriğinden önceden haberdar olacaklardır.

Öcalan ile görüşmek isteyen avukatlar, yasak bölgeye gidecekleri için ve Öcalan yasak bölgede statüsü belirsiz bir binada tutulduğu için, idari makamlardan izin almak zorunda bırakılmaktadırlar. Böylece, yasaların öngörmediği ve vermediği bir yetki idari ajanlar tarafından kullanılacaktır. Örneğin, avukatın İmralı’ya gidebilmesi için, Bursa Valisinden izin alması gerekecektir. Oysa avukatın müvekkili ile görüşmesi yargısal süreçle ilgili bir faaliyettir. Buna idarenin bir parçası olan Vali ya da herhangi bir idari yetkilinin karışması kabul edilemez. Bursa Valisinin medyaya yaptığı açıklamalara bakılırsa, bu konuda Bursa Valisi de yetki kullanmamakta, Ankara’dan mahkemeden yazılı izin şartını öne sürmektedir. Belirtilen durumda, yasalarda yer almayan bir yetki karmaşası yaratılmakta, savunma görevi izne tabi kılınmaktadır. İdare ya da mahkeme, sanığı kimlerin savunacağına karışabilmektedir. Herhangi bir avukatın Öcalan”n avukatlığını üstlenmek ve konuyu Öcalan ile konuşmak üzere İmralı Adasına gitmesi olanağı tüm bu keyfi ve hukuksal temelden yoksun uygulamalarla ortadan kaldırılmaktadır.

Savunmaya getirilen kısıtlamaları ve zorlukları, İmralı’ya gidiş ve dönüş saati belirsiz deniz araçlarının dışında da saymak olanaklıdır. İdari yetkililer, elleriyle kurt işareti yapan bir siyasi partinin taraftarlarının toplanmasına ve halktan kişileri kışkırtmalarına olanak sağlamakta ve bu durum savunma görevi üstlenen avukatların linç edilmeleri sahnelerine dönüşmektedir. Televizyon kameralarındaki görüntüler, halktan kişilerin değil, Türkiye’de ırkçı faşist olarak bilinen kesimin sembolleriyle birlikte yansıyan görüntüleridir. Bursa Valisi bu görüntüleri halkın olağan tepkileri olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla savunmanın büyük bir baskı ve tehdit altında olduğu açıktır.

Avukatların ve ailesinin, Abdullah Öcalan ile hangi günlerde ve nasıl görüşebileceği de belirtilmemiştir. Savunma açısından bir koşul olmamakla birlikte, bir noterin İmralı Adasına vekalet düzenlemek üzere nasıl gideceği, deniz aracının kendisine kim tarafından nasıl tahsis edileceği de belirsizdir. Hiçbir idari düzenleme yapılmamış ve bu duyurulmamıştır.

Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Adası yasak bölge ilan edilmiştir ama o yasak bölgede tutulduğu mekan tutukevi midir, hastane midir, yoksa sürekli bir sorgu ve gözetim evi midir, belli değildir. Türk Hukuk Mevzuatına göre, tutuklular iki yerde tutulabilirler, a) Tutukevinde, b) hastahanede, tutuklu koğuşlarında. Bundan başka bir yerde tutulamazlar. Tutukevinde tutulabilmesi için, tutulduğu yerin Adalet Bakanlığı tarafından tutukevi olarak ilan edilmesi, cezaevi müdürünün ve personelinin olması ve cezaevinden sorumlu bir savcının ve Başsavcının olması gerekir. Yasak Bölge ilan edilen İmralı Adasında, Adalet Bakanlığı tarafından bir bina tutukevi olarak ilan edilmemiş, bir ceza ve tutukevi müdür ve personeli atanmamış ve görevlerinin başında bu sıfatla bir personel bulunmamaktadır. Oysa Abdullah Öcalan, yasal statü olarak tutukludur. Tutukluların sahip olduğu haklara sahip ve o hakları kullanabilir durumda ve olanaklara sahip olması gerekir. Öcalan’ın bir tutukevinde tutulmadığı,Genel Kurmaya bağlı görevlilerin sürekli sorgu, gözetim ve denetiminde olduğu, sağlık sorunları da dahil olmak üzere tüm ihtiyaçlarının Askeri yetkililer tarafından sağlandığı, avukatının açıklamaları ve yargıç tarafından tutulan tutanakla ve kendisini muayene eden askeri hekimlerin beyanları ile açığa kavuşmuştur. Belirtilen durumda Abdullah Öcalan’ın bulunduğu yasal statünün fiili durumla çeliştiğini saptamamız olanaklıdır. Bu fiili duruma derhal son verilmesi gereği açıktır. Öcalan, diğer tutuklular gibi, Anayasa’nın eşitlik ilkesi ve tutuklulara uygulanması gereken ulusalüstü insan hakları belgelerdeki standartlar çerçevesinde, hukuksal durumuna uygun mekan, koşul ve usullerde tutulmalıdır.

Abdullah Öcalan ile ilgili görülmekte olan davanın, 24 Mart 1999 tarihinde yapılacak duruşmasının, nerede yapılacağı, davaya kimlerin katılabileceği (savunma , müdahil ve izleyici olarak) belirsizdir. Ani bir kararla, DGM heyetinin İmralı Adası’na gitmesi ve yargılamanın orada başlaması da olasıdır. Belirtilen durumda, avukatının anlatımına göre, dış dünyadan tamamen izole edilmiş, gazete, dergi ve kitap okumasına izin verilmeyen, iddianamenin henüz kendisine tebliğ edilmediği ve savunmasını hazırlaması için kağıdı ve kalemi de bulunmayan bir tutuklunun kendisini savunmak için gerekli kolaylık ve olanaklara sahip olduğunu söylemek olanaklı değildir.

İnsan Hakları Derneği, 19.02.1999 tarihli basın açıklaması ile Öcalan’ın yakalanması, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı ve ölüm cezası konusundaki sorun alanları ile ilgili kaygılarını kamuoyuna açıklamıştır. Anılan konulardaki sorunlara ek olarak son 10 günde gözlemlenen idari ve yargısal pratik İHD’ni yetkililerin dikkatini çekmeye ve kamuoyunu bilgilendirmeye yöneltmiştir.

Hüsnü Öndül
Genel Sekreter

Bir cevap yazın