Yaşasın 8 Mart!

Bir kez daha 8 Mart Dünya kadınlar gününü, özgürce kutlayamayacağız. Endişeliyiz, kızgınız, kırgınız.

Kadına yönelik şiddet, olağanüstü boyutlarda varlığını sürdürmekte ve biz, insan hakları savunucusu kadınlar, bu yüzden kadına yönelik eril şiddeti, yine birinci gündem maddemiz olarak görmekteyiz.

2017 yılında 357 kadın erkekler tarafından katledildi, 17 kadın kuşkulu bir şekilde öldürülmüş olarak bulundu, 51 kadın yaşadığı şiddet nedeniyle intihar etti. Böylece 2017 yılında tespit edilebildiği kadarı ile 425 kadın katledildi, 589 kadın da tecavüze maruz kaldı.

Bu sayısal bilgiler, korkunç bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Toplumsal cinsiyetçi, erkek egemen, feodal ve militer devlet politikaları toplumu da biçimlendirmiş durumda.

İnsan hakları savunucusu kadınlar olarak, kadına yönelik şiddeti aynı zamanda “politik şiddet” olarak görüyor, tüm kadın cinayetlerini de “ politik cinayet” olarak görüyoruz.

Yaşadığımız coğrafya ne yazık ki “Eril Zihniyet”in yoğun olarak “ hüküm sürdüğü” bir coğrafya. Kadınların mücadeleleri sonucunda, elde edilmiş birçok kazanım, yasadışı bir biçimde uygulanmıyor.

Örneğin: “Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu sözleşmenin ilk imzacı devleti. Ancak yargı organları ve kolluk güçlerinin bu sözleşmeden adeta hiç haberleri yok!

Bu sözleşme “aile içi şiddet de dâhil olmak üzere, kadınları orantısız biçimde etkileyen her türlü şiddet biçimi için geçerlidir” hükmünü taşıyor. Ve imzacı devletlere, kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığın kaldırılması ve her türlü şiddetin önlenmesi konusunda görevler yüklüyor.

Oysa yaşadığımız coğrafyada, kadınların her alanda şiddete maruz kaldıklarını görüyoruz.

Özellikle Olağanüstü Hal döneminde şiddet son derece meşrulaştırılmış durumda. Resmi güçler tarafından gözaltı merkezlerinde ve cezaevlerinde, kadına yönelik şiddet, cinsel işkence uygulamalarında artış gözlemlenmekte.

Aile içi şiddetin önlenmesi konusunda, devlet politikaları son derece yetersiz kalmakta.

Şiddete maruz kalan kadınlar, çeşitli nedenler ile şiddet gördükleri ortamlara mecbur bırakılmakta. Çünkü kadın sığınma evlerinin sayısı çok yetersiz.

Coğrafyamızda yaşanan savaşlarda “savaş mağduru” durumunda.
Özellikle sığınmacı kadınlara, insan hakları savunucularının ulaşması engellenmekte.

Geçici Koruma Yönetmeliği’nde AFAD kamplarının, sivil toplum ziyaretlerine açık olmasına karşın, AFAD kampları ve Geri Gönderme Merkezlerine ziyaretimiz engellenmekte.

Son günlerde özellikle İstanbul’da bir hastane görevlisinin, açığa çıkardığı acı gerçek tablosu akıllarda. Sığınmacı kız çocuklarının yaşadığı cinsel şiddet uygulamaları, çeşitli kadın ve insan hakları örgütleri tarafından, sürekli dile getirilse de ciddiye alınmadı. Ancak, söz konusu “eril ve feodal politika” bir kadın hastane görevlisinin cesur tavrı ile tüm toplumun gözleri önüne serildi.

Bugün birçok kadın politikacı, aydın, akademisyen cezaevlerinde ya da yargılanmakta. Yüzlerce kadın, OHAL uygulamaları nedeniyle işlerinden atıldı.

İfade özgürlüğüne yönelik baskılar, hiç olmadığı kadar artmış durumda.

Bu şartlarda dahi kadınlar mücadeleden vazgeçmiyorlar. Çünkü bu ataerkil, feodal ve militer sistemin en büyük mağduru olan kadınlar aynı zamanda bu sisteme en çok karşı olanlardır.

Bizler, insan hakları savunucusu kadınlar olarak, bir kez daha 8 Mart’ta “SUSMAYACAĞIZ, SUSTURAMAYACAKSINIZ” diyoruz.

YAŞASIN 8 MART!

İHD’Lİ KADINLAR