İnsan Hakları Derneği tarafından gerçekleştirilen dava izleme bulgularını adil yargılanma hakkı açısından incelemeyi amaçlayan ve Doç. Dr. Ali Rıza Çoban tarafından hazırlanan raporumuza buradan erişebilirsiniz: Adil Yargılanma Hakkı Raporu
Bu rapor çerçevesinde 30 farklı dava kapsamında 112 duruşma izlenmiştir. Bu izlemeler duruşma gözlemi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Ancak duruşma gözlemi duruşma salonu ile sınırlı tutulmamış, mahkeme dışında gerçekleşen olaylar, özellikle duruşma gününde mahkeme binası etrafında alınan güvenlik önlemleri, varsa duruşmaya katılmak ve izlemek isteyen avukatlar, gözlemciler, sivil toplum örgütleri ve izleyicilerin mahkeme salonuna girişlerinin engellenmesine yönelik faaliyetler veya varsa basın açıklamalarının, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin engellenmesine yönelik faaliyetler de kayda geçirilmiştir.
İzlenen davaların neredeyse tamamı sivil toplum örgütlerinin, meslek kuruluşlarının, insan hakları savunucularının, hukukçuların, gazetecilerin ve çeşitli toplumsal kesimlerin fikir ve görüş açıklamaları, basın toplantıları ya da toplantı ve gösteri yürüyüşleri şeklindeki kamusal katılım faaliyetleri dolayısıyla açılmış davalardır. İzlenen davalar imkanlar çerçevesinde Türkiye’nin farklı bölgelerinde ve illerinde açılan davalardan seçilmiştir. Bu çerçevede Ankara’da görülen sekiz dava, İstanbul’da görülen yedi dava, Van’da görülen beş dava, İzmir’de görülen dört dava, Diyarbakır’da görülen dört dava ve Eskişehir ve Muğla’da görülen birer dava olmak üzere toplam 30 davaya ilişkin duruşmalar izlenmiştir.
İzlenen davaların tamamı sanıklarının ifade açıklamaları ya da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme ya da basın açıklaması yapma gibi faaliyetleri nedeniyle açılmış davalardır. Bu nedenle bu davalar esasen eleştirel seslerin susturulmasını hedefleyen, bu amaçla yargı sistemini bir araç olarak kullanan davalar olarak nitelendirilebilir. Bu davaların nasıl görüldüğü, adil yargılanma ilkelerine uyulup uyulmadığı, hukuk devletinin işleyişi ve temel hak ve özgürlüklerin korunması bakımından hayati bir öneme sahiptir. Bu nedenle bu çalışmada öncelikle adil yargılanma hakkının AİHM ve AYM tarafından tespit edilen ilkeleri ortaya konulacak ve bu çerçevede duruşma gözlemlerinde tespit edilen sorunlar ele alınmıştır.Ancak bu davalarla ilgili temel sorun, bu davaların adil olarak görülüp görülmemesi değil, bu davaların açılmış olmasıdır. Yani bu davalar esasen hiç açılmaması, hatta soruşturma konusu bile olmaması gereken, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı niteliğindeki eylemler dolayısıyla ve caydırma ve yıldırma amacıyla açılan davalardır. Yani bu davalar bakımından temel sorun, nasıl görüldüklerinden önce niçin açıldıklarıdır.
Bir örnek vermek gerekirse izlenen davalardan birisi Cumartesi Annelerinin 25 Ağustos 2018 tarihinde gerçekleşen 700. hafta etkinliğine katılanlar hakkında açılan davadır. 1990’lı yıllarda yakınları kaybedilen kadınlar 700 hafta boyunca kaybedilen yakınlarının bulunması amacıyla her cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde barışçıl bir şekilde oturma eylemi yapmışlardır. Ancak 700’üncü haftada eylemin mülki idare amirine bildirilmediği ve bu nedenle yasaya aykırı toplantı olduğu gerekçesiyle yapılmasına izin verilmemiş ve kolluk tarafından zorla dağıtılmıştır. Bu eyleme katılanlar hakkında ise 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 32. maddesine göre, kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılarak, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ettikleri gerekçesiyle altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaları istemiyle ceza davası açılmıştır. 37 sanık hakkında 2020 yılında açılan davada 15 celse duruşma yapılmış ve 14.03.2025 tarihinde yapılan 15. celsede bütün sanıklar hakkında beraat kararı verilmiştir. Bu davada, dava sürecinde yaşanan hak ihlallerinin ortaya konulması hayati bir önem taşımaktadır. Ancak yargılama ne kadar adil gerçekleşmiş olursa olsun, 2018 yılından 2025 yılına kadar ceza tehdidi altında kalan, davayı takip etmek ve kendisini savunmak için avukat tutmak zorunda kalan 37 kişi maddi ve manevi kayıplara uğramıştır. Davanın beraat ile sonuçlanmış olması bu kişilerin herhangi bir hak kaybına uğramadığı anlamına gelmemektedir. Aksine yedi yıl boyunca ceza tehdidi altında kalmak bu kişiler için ciddi bir psikolojik yük doğurmuş ve bu kişiler üzerinde hak arama konusunda caydırıcı bir etki yaratmıştır. Oysa bu davanın hiç açılmamış, hatta toplantıya müdahale edilmemiş olması gerekirdi. Zira açılan davada bütün sanıklar beraat etmiş, toplantıya yapılan müdahale aleyhine yapılan bireysel başvuruda da Anayasa Mahkemesi ihlal kararı vermiştir. Yani sanıklara dava açılmasına neden olan müdahalenin Anayasaya aykırı olduğu, Anayasa Mahkemesince ortaya konulmuştur. Hiç müdahale edilmemesi gereken ve anayasal bir hakkın kullanımı niteliğinde olan bir oturma eylemine katıldıkları ve kolluğun hukuka aykırı emrine uymadıkları gerekçesiyle açılan bir soruşturma ve davada yedi yıla yakın bir süre boyunca ceza tehdidi altında kalmak başlı başına bir mağduriyet yaratmıştır. Bu nedenle izlenen davaların bu yönüne de değinmek ve bizatihi soruşturma ya da kovuşturma açılması dolayısıyla ortaya çıkan hak ihlallerine de dikkat çekmek gerekmektedir.
Dünyada giderek artan bir oranda yargı sisteminin aykırı sesleri kısmak için kullanılmasına yönelik bir eğilimden söz edilmektedir. Bu tür davalara “Halkın Katılımına Karşı Stratejik Davalar” denilmektedir. Bu tabirin İngilizcesinin (Strategic Lawsuits Against Public Participation) baş harflerinden oluşan SLAPPs kavramı bu tür yargı tacizini ifade etmek üzere yaygın olarak kullanılmaktadır.
Avrupa Komisyonu 2020 yılında yayınladığı Avrupa Demokrasi Eylem Planı’nda (COM (2020) 790 final, 3.12.2020) Kamusal Katılıma Karşı Stratejik Davaları tacizin özel bir biçimi olarak tanımlamıştır. Güçlü̈ bireyler, şirketler veya devlet yetkilileri tarafından dayanaksız iddialara dayalı olarak, çoğunlukla da gazetecilere ve insan hakları savunucularına karşı açılan bu tür davalarla kamu yararını ilgilendiren bir konuda eleştirilerini dile getiren kişilerin sansürlenmesi, sindirilmesi ve susturulması amaçlanmaktadır.
Avrupa Birliği, 20.02.2024 tarihinde “Kamusal Katılımın Asılsız İddialardan ve Kötü Niyetli Yargısal İşlemlerden Korunması Hakkındaki Direktifi” kabul etmiştir. SLAPP kavramı “kamuyu ilgilendiren” konularda toplumsal tartışmanın, gazeteciliğin, hak savunuculuğunun ve sosyal medyanın açılan kötü niyetli davalarla ve/veya yaptırımlarla engellenmesi olarak ifade edilmiştir.
İzlenen davaların içeriği ve işleyişi gözetildiğinde kolaylıkla bu kavram çerçevesinde ele alınabileceği görülmektedir. Halkın ya da kamunun katılımına karşı stratejik davalar hukuka aykırılıkları, etik ihlallerini kamuoyuna duyurmak veya yetkili mercilere bildirmek, hak ihlallerine karşı sesini yükseltmek, barışçıl protestolara veya boykotlara katılmak veya suistimalleri ve yolsuzlukları kamuoyunun gündemine getirmek isteyenleri, korkutmak, yıldırmak ve caydırmak amacı güden hukuk veya ceza davaları olarak tanımlanmaktadır.
Gazeteciler, aktivistler, hukuksuzluklar konusunda içeriden bilgi veren muhbirler (whisleblowers), hak savunucuları ve diğer kamunun gözetleyicileri (public watchdogs) dünyanın her tarafında çeşitli saldırıların hedefi olmaktadır. Ancak Kamu Katılımına Karşı Stratejik Davalar (SLAPP’lar) bu aktörler bakımından giderek büyüyen bir tehdide dönüşmüştür. SLAPP’ların amacı, davacının ihlal edilen haklarını elde etmesini sağlamaktan ziyade, muhatabı susturmak için korkutmak ve taciz etmektir. Bu nedenle SLAPP davacısı için davanın sonucu genellikle önemsizdir, çünkü bizatihi dava süreci davanın amacına ulaşmak için yeterlidir. Kamusal katılıma karşı davalar eleştirileri susturmak isteyen güçlü ve varlıklı özel kişiler tarafından açılabileceği gibi kamusal yetki kullanan kişi ve kurumlar tarafından da açılabilmektedir. Özellikle hukuk devletinin nispeten güçlü olduğu ülkelerde varlıklı kişiler ve şirketler kendilerine yönelik eleştirel sesleri kısabilmek amacıyla uzun, pahalı ve genellikle temelsiz davalar açmak suretiyle hukuk sistemini kötüye kullanmaktadır. Bu nedenle, bu ülkelerde kamusal katılıma karşı davalar genellikle hukuk davaları veya ticari davalar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Oysa hukuk devletinin zayıf olduğu, yargı ve bürokrasinin büyük ölçüde yürütmenin ve iktidar partisinin etkisi ve kontrolü altında olduğu ülkelerde bizzat iktidar sahipleri ya da iktidara yakın özel kişiler hukuk davası açmak yerine ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle ceza davaları açılması yolunu tercih etmektedirler. Hatta ihbar veya şikâyet olmaksızın da kolluğun ya da savcılığın doğrudan harekete geçmesi suretiyle ceza soruşturması ya da kovuşturması açılması yoluna gidilmektedir. İzlenen davaların tamamının ceza davası olduğu dikkate alındığında bu kategori içinde değerlendirilmelerinin mümkün olduğu söylenebilir.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri, Şubat 2017’de yayınlanan Türkiye’de ifade ve medya özgürlüğüne ilişkin memorandumda, yargı tacizine ayrı bir bölüm ayırmıştır. Komiser Türkiye’de demokratik tartışma alanının, toplumun geniş bir kesimine (gazeteciler, milletvekilleri, akademisyenler ve sıradan vatandaşlar dahil) yönelik yargı tacizinin artması ve hükümetin çoğulculuğu baltalayan ve otosansüre yol açan eylemleri gibi çeşitli faktörlerin bir sonucu olarak endişe verici bir şekilde daraldığını belirtmiştir. Komiser, yetkilileri ceza mevzuatını ve uygulamalarını elden geçirerek yargı bağımsızlığını yeniden geliştirme ve ifade özgürlüğünü koruma yönündeki taahhütlerini yerine getirmeye davet etmiştir. 2024 yılında yayınlanan Türkiye’de ifade ve medya özgürlüğüne ilişkin memorandumda da İnsan Hakları Komiseri, Türkiye’de gazetecilerin kamusal katılıma karşı stratejik davalara maruz kaldığını tespit etmiş, bu davaların hukuk ya da ceza davası olabileceğini belirterek bu kapsamda yazıları nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilen gazetecileri örnek vermiştir. Dolayısıyla çalışmanın ikinci bölümünde adil yargılanma hakkına ilişkin ilkeler ve yapılan duruşma gözlemlerinde tespit edilen sorun ve ihlaller ele alınmıştır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise izlenen davaların kamusal katılım aleyhine dava ve yargı tacizi kapsamında ele alınabileceği ortaya konularak çözüm önerileri üzerinde durulmuştur
Raporun tamamına erişmek için :Adil Yargılanma Hakkı Raporu