
Biz insan hakları savunucuları, savaşları, dünyada egemen olan ülkeler ve halklar arasında eşit olmayan ilişkilerin sonucu olarak görüyoruz. Dünyadaki egemen siyasi, ekonomik, mali ve askeri sistemin egemenleri de var. Savaşları, işte o egemenlerin, sömürü sistemlerini sürdürmek için başvurdukları bir yol olarak görmekteyiz. Savaşların temelinde, genellikle büyük çokuluslu tekellerin (son dönemlerde özellikle silah ve enerji tekellerinin) ekonomik çıkarları vardır. Son yüzyılın savaşlarına, dünya ölçeğinde emperyalizm olgusu ihmal edilerek de bakılamaz.
İnsan hakları belgelerindeki haklara ve özgürlüklere dayalı bir sistemin dünya ölçeğinde oluşturulamaması barışı tehdit eden en önemli faktördür.
Ekim 2007 tarihinde TBMM’den geçen Tezkere, Irak’ta işgalci güç olarak bulunan Amerika Birleşik Devletleri’yle varılan mutabakatın ardından hükmünü önce hava harekâtıyla, sonra da 21 Şubattan itibaren kara harekâtıyla sürdürdü.
Bu harekâtın ekonomik aktörleri merak konusudur. Türkiye’deki tekel işletmelerinin, askeri uçak ve helikopter ihalelerinin ve enerji ihalelerinin sonuçları ve geleceğe yönelik olarak mutabık kalınan konular (Büyük ya da Genişletilmiş Ortadoğu projeleri ve benzeri projeler gibi) merak konusudur. Siyasi iktidar bu ülkenin yurttaşlarının çocuklarını sınır ötelerine gönderirken, onların hayatlarıyla ilgili kararlar verirken, mecburdur bu konularda oluşturulan politikaların ne olduğunu açıklamaya ve alınan siyasi kararların neler olduğunu açıklamaya. Demokratik kamuoyu da bunları sorma hakkına sahiptir.
İHD olarak, yıllardır, “Türkiye’nin temel sorunu insan hakları ve demokrasi sorunudur. Bu temel sorunun en önemli halkası da Kürt sorunudur” tezini savunuyoruz. Buradan hareketle Türkiye’nin bir bütün olarak gerçekten demokratik bir ülke olması için çalıştık ve bunu talep ettik. İnsan haklarının bölünmezliğini, bütünselliğini savunuyoruz. O nedenle insan haklarının tümünü; kişisel ve siyasal hakları, ekonomik ve sosyal hakları, kültürel hakları ve dayanışma haklarının tümünü, tüm yurttaşlarımız için talep ediyoruz. Kürt sorununun, ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki ve kültürel boyutları olan bir sorun olduğunu; dolayısıyla bu alanlardaki demokratik reformlarla, sorunun çözülebileceğini savunduk.
Seçilecek yolun, askeri çözüm yolu, şiddet dili, şiddet araçları yolları olmaması gerektiğini savunuyoruz. İHD olarak savaşı, şiddeti, ölmeyi, öldürmeyi, reddediyoruz.
Diyalog ve anlama çabası gösterilmeli, özgür tartışma ortamı yaratılmalıdır. Yörenin yerel yöneticileri, siyasi partileri, milletvekilleri ve bölge insanının kendilerini ifade ve oluşturulacak barışçıl politikalara katılımını sağlayacak yolların izlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Demokratik hukuk devletinin dahil edici politikalar izlemesi gerektiğini savunuyoruz. Farklı dil, etnik köken ve kültür farklılıkları zenginlik olarak görülmeli, dışlayıcı değil, dahil edici politikalarla çözüm arayışlarına gidilmelidir.
Barışı temellendirmek gerektiğini; temellendirmenin de insan hakları ve demokratikleşme paketleriyle/programlarıyla mümkün olduğunu/olacağını savunduk, savunuyoruz.
Türklerin ve Kürtlerin ve Türkiye toplumunun değişik kesimlerinin kardeşliğini, barışını savunduk. Bunun için de savaşa karşı çıktık. O nedenle de barışı talep ettik. İnsan onurunu korumanın, eşitliği ve özgürlüğü sağlamanın; eğitimi, sağlığı, adaleti gerçekleştirmenin yolunun barıştan geçtiğini savunduk.
Şimdi o zamanlardayız. Barışı yüksek sesle talep etme zamanlarında…
Bu ülkenin çocuklarından hiçbirisinin, (bir tekinin bile) daha fazla zarar görmeden eve dönmesini istiyoruz. Herkesin evine, annesinin babasının yanına dönmesini istiyoruz.
O nedenle de bu savaşa karar verenlere ve uygulayanlara, özellikle de siyasi karar alıcılara sesleniyoruz:
Bu savaşı durdurun!
Barışa ses verin!
Barışa şans verin!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ