Dünya Barışı ve Birlikte Yaşamak Mümkün!

2001 yılından bu yana 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü olarak kabul ediliyor ve bugün, milyonlarca mültecinin yaşadığı zorluklara dikkat çekmek, birlikte çözüm yolları keşfetmek ve herkes için insan hakları şiarıyla dayanışmayı, insan hakları mücadelesini güçlendirmek için önemli bir fırsat. Dünyanın pek çok yerinden; silahlı çatışma bölgelerinden daha güvenli bölgelere geçiş, ekonomik yetersizlikler, politik olarak ülkelerinde tehdit altında olma, çevresel sorunlar ve doğal afetler (iklim mültecileri) vb. nedeniyle milyonlarca insan yer değiştirmek zorunda kalıyor ve ne yazık ki her yıl bu sayı daha da artıyor. İnsanların yaşamlarını, özgürlüklerini tehdit eden savaşlar, ekonomik adaletsizlik, gelir dağılımındaki ve en temel haklara erişimdeki eşitsizliğin yaygınlaşması, küresel ısınma ve doğal afetlerle birlikte iklim değişikliği nedeniyle bu göçlerin artması kaçınılmaz hale gelmektedir. İnsan hakları Savucuları olarak; insan hakları değerlerinin korunmasının ve geliştirilmesinin dünyadaki mülteci/sığınmacı/göçmen sayılarını en aza indireceğini ve dünya barışının korunmasına hizmet edeceğini ifade etmek isteriz.

UNHCR’nin son yapmış olduğu açıklamada değindiği 2020 yılı Küresel Eğilimler raporuna göre, “2020’de zulüm, savaş, şiddet ve insan hakları ihlallerinden kaçan insanların sayısı 82,4 milyondur. 18 yaşın altındaki kız ve oğlan çocukları, zorla yerinden edilmiş tüm insanların yüzde 42’sini oluşturmaktadır. Yeni UNHCR tahminleri, 2018 ile 2020 yılları arasında yaklaşık bir milyon çocuğun mülteci olarak doğduğunu göstermektedir. Raporda ayrıca, 2020’de pandemi zirve yapmışken 160’tan fazla ülkenin sınırlarını kapattığı ve 99 devletin koruma ihtiyacı içindeki insanlar için hiçbir istisna yapmadığı belirtilmektedir.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2020 yılı ortası Türkiye istatistik raporuna göre Türkiye’de Uluslararası Koruma İhtiyacı altındaki kişiler (Geçici koruma altındaki kişiler) 3,65 milyon, Uluslararası Koruma Başvurusu sahipleri 330.000’dir. Geçici Koruma altındaki kişilerin dağılımında 3,574,800 kişi ile Suriye, 1000 kişi ile Irak, 980 kişi ile İran başta gelmektedir. Geçici koruma altında olup Türkiye’de olanların dışında çalışmak amacıyla Türkiye’ye gelen yabancı uyruklu kişiler de bulunmaktadır.

Türkiye’nin Mültecilerin Hukuki Statüsü’ne ilişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi sınırlama nedeniyle sadece Avrupa Konseyi ülkelerinin vatandaşları mülteci olarak tanımlanmakta, diğer ülkelerden gelen insanlara mülteci statüsüne başvuru imkânı tanınmamaktadır. Bu nedenle Suriye’den gelenler mülteci statüsüne göre belirsiz ve güvencesiz olan Geçici Koruma; diğer Avrupa-dışı ülkelerden gelenler ise, Uluslararası Koruma kapsamında ama yine “geçici” ve “belirsiz” olan bir koruma sistemine tabidirler. Mülteci statüsü dışında kalan kişilerin tamamı sınır dışı edilme riski ile karşı karşıya kalmakta ve çoğu zaman hiçbir hak tanınmadan tüm risklerine rağmen sınır dışı edilmektedirler.

Türkiye’de bulunan geçici koruma statüsünde bulunanlar ve çalışmak amacıyla gelmiş olan yabancılar çok çeşitli hak ihlallerine maruz kalmaktadırlar. Ekonomik ve sosyal alanda eşit imkanlara sahip olunamaması nedeniyle şehirlerin belli yerlerinde kent adacıkları oluşturarak bir arada kalmaya çalışmaktadırlar. Ancak buralarda da aşırı yoksulluk, kentsel imkanların eksikliği nedeniyle zorlu yaşam koşulları içerisinde hayata tutunmaya çalışmaktadırlar. Tarım alanlarında, sanayi sitelerinde, inşaat sektöründe, merdiven altı imalathanelerde güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılarak emekleri sömürülmektedir. Mülteci ailelerin çocukları da bu çalışma alanlarında emek sömürüsüne maruz kalmakta, şiddete uğramakta ve güvenlik tedbirlerin olmadığı çalışma alanlarında yaşamlarını yitirmektedirler. Ayrıca çocukların çok az bir kısmı eğitim imkanına sahip olabilmektedir. Kadınların şiddete maruz bırakılması, kız çocuklarının zorla evlilik yoluyla cinsel istismara maruz bırakılmaları, kadınların ikinci evliliklere zorlanması, yine mülteci kadınların seks işçiliğine zorlanması gibi çok boyutlu sorunlar bulunmaktadır. Kadınların ve çocukların başvuru mekanizmalarına ulaşmada yaşadığı sorunlar ve dil bariyeri hak ihlallerinin belgelenmesini ve ortadan kaldırılmasını engellemektedir. Mülteci nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturan kadınların ve LBGTİ+’ların haklarının korunması için İstanbul Sözleşmesi’nin ilgili maddelerinin işletilmesi bir zorunluluktur.

En önemli hak ihlallerinin yaşandığı ve kurumumuza başvuru yapılan mekanların başında Geri Gönderme Merkezleri gelmektedir. 2020 yılı içinde Geri Gönderme Merkezleri içerisinde yaşanmış olan hak ihlallerine dair yapılan başvurularda; şiddet, darp, hakaret, bulundukları odalardan telefon veya avukat görüşü dışında çıkarılmama, intihar vakası vb. hususlar dile getirilmiştir. GGM’lerde çocuklarıyla birlikte kalan kadınlar için bu sorunlar daha da derinleşmekte ve ihlaller çeşitlenmektedir. Çocuklar eğitim, sosyal yaşamdan uzak bir çeşit hapislik durumuna maruz kalmaktadırlar. Yine hapishanede kalan yabancı uyruklu mahpuslar kitap, mektup, sosyal aktivite imkanlarından mahrum kalmakta, dil engeli nedeniyle iletişim kuramamakta, şiddet görmekte ve adil yargılanma imkanlarına ulaşamamaktadırlar. Yine kurumuza deport edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalan mülteciler de başvuru yapmaktadırlar.

Mültecilerin yaşamış oldukları hak ihlallerini tetikleyen en önemli unsurlardan bir de ırkçı-nefret içerikli söylemler ve dışlayıcı politikalardır. Özellikle politikacıların bu dili bir araç olarak kullanarak siyasi rant üretmeye çalışması ayrı bir sorundur ve siyasi partiler bunun önüne geçmek için hak odaklı politika geliştirmemektedir.  Mülteciler konusu, iktidar tarafından da Avrupa Ülkeleri ile yapılan görüşmelerde bir pazarlık unsuru olarak ortaya sürülmektedir. Mülteciliğin bir neden değil sonuç olduğu unutulmamalıdır. Zorunlu nedenlerden kaynaklı olarak göç etmek zorunda kalmış olmaları, insanın doğuştan gelen haklarından mahrum olacakları anlamına gelemez ve mülteciler bir pazarlık konusu olamaz. Mültecilerin tüm haklarının korunması ve vatandaşlık bağı ile bağlı herkesle eşit haklara erişimlerinin sağlanması devletlerin sorumluluğundadır.

İnsan yaşamı ve doğuştan gelen hakları uluslararası sözleşmelerle ve ulusal mevzuatla koruma altına alınmıştır. 4 Nisan 2013 tarihinde kabul edilerek 11 Nisan 2013’de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun “Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez” 4. Maddesi  4 – (1) mültecilerin tehlike altında olacağı ülkeye gönderilemeyeceğini hükme bağlar. Yine mültecilerin hakları açısından ülkeleri bağlayan sözleşmeler bulunmaktadır. Bunlar; Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ve 1967 Protokolü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin 1954 Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleme 1966, İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme-1984Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin Seçmeli ProtokolüSınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol gibi belli başlı sözleşmelerdir.

Covid-19 Pandemi süreci tüm boyutlarıyla toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliği açığa çıkarırken,  mülteci/göçmen gruplar bu süreci çok daha sert ve ağır yaşamak zorunda bırakıldı. Sağlık Bakanlığı, bu süreçte verileri kamuoyuyla ve sivil toplum örgütleriyle paylaşmadığı için göçmen ve mültecilerin pandemiden nasıl etkilendikleri ve aşılanma oranlarıyla ilgili net bir bilgi halen yok. Türkiye’de kayıtlı bir şekilde yaşayan herkes koronavirüs aşısı hakkına sahip. Ancak göçmenler ve mültecilerin aşıya erişiminde pandemi öncesi yaşanan sorunlar devam ediyor.  Mülteciler yaşam koşulları, sağlık okur-yazarlığı, dil bariyeri gibi sorunlar nedeniyle aşı hakkından haberdar bile olamıyorlar. Aşı hakkına erişim vesilesiyle mültecilerin her insanın insan onuruna yakışır şartlarda yaşam sürmeye hakkı olduğunu yeniden hatırlatmak gerekiyor. Canlılar olarak birbirimize bağlı olduğumuzu, sınırların anlamsızlığının ve “öteki”nin haklarını, hayatlarını yok sayarak, görmezden gelerek barış içinde yaşamanın imkansızlığının yeniden karşımıza çıktığı bu günlerde her zamankinden daha fazla dayanışmayı ve insan haklarını mücadelesini güçlendirmeliyiz. Bu amaç için başta siyasetçiler olmak üzere, tüm aktörleri sorumluluk almaya, çözümler üretmeye çağırıyoruz.

Mültecilerle ilgili olarak taleplerimiz:

  1. Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi sınırlama çekincesini kaldırmalı ve sözleşmede tanımlı haklardan tüm grupların eşit bir biçimde faydalanmasını sağlamalıdır;
  2. Ağır hak ihlallerinin yaşandığı Geri Gönderme Merkezlerinde yaşanan hak ihlallerine derhal son verilmesi ve bu merkezlerin sivil toplum kuruluşlarının denetimine açılması acil bir talep olmakla birlikte, esas çözüm için, sorunun kaynağı olan idari gözetim ve geri gönderme merkezleri uygulaması kaldırılmalıdır.
  3. Geri göndermeme ilkesi uluslararası hukuka uygun bir biçimde uygulanmalıdır. Hakkında kesinleşmiş yargı kararı olmadan, sadece suç isnadına dayanılarak ve geri gönderme yasağı bakımından değerlendirme yapılmadan, geri gönderme kararı verilmesi uygulamasına son verilmelidir.
  4. Mültecilere insanca yaşama olanakları sağlanmalı; güvenceli ve eşit ücretli iş, ücretsiz sağlık, eğitim ve barınma olanakları düzenlenmelidir.
  5. Bir arada yaşamı destekleyici çalışmaları yürütmeli ve toplumun ırkçı ve nefret söylemlerini engelleyici bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır;
  6. Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması iptal edilmeli, Türkiye’ye geri göndermeler son bulmalıdır.
  7. Mültecilerin siyasi pazarlık konusu yapılmasına son verilmelidir;
  8. Göç İdaresi genel Müdürlüğü, Mülteciler alanında çalışan sivil toplum kurumlarıyla iş birliği yapmalı ve şeffaflık sağlanmalı, bilgiler kamuoyu ile paylaşılmalıdır;
  9. Uluslararası hukukun dışına çıkan tüm işlem ve eylemlerin izlenmesi ve raporlaması yapılmalı, sorumluları açığa çıkarılmalıdır.
  10.   Uluslararası koruma başvurularının alınması ve değerlendirilmesi sırasında, Göç İdaresinin yapısal eksikliklerinden kaynaklı sorunlar ve özellikle LGBTİ+lar, vicdani retçiler ve İslam inancında olmayanların, Göç İdaresi görevlilerinin resmi ideolojiyle çelişen konulardaki olumsuz tutumlarına dair yakınmaları da dikkate alınarak, BMMYK’nın Türkiye’de yeniden aktif faaliyete geçmesi sağlanmalıdır.
  11. İkamet, kimlik, çalışma hakki, adli makamlara erişim, uluslararası koruma başvurusu gibi konularda mültecilere ana dillerinde ücretsiz hizmet sağlayacak, İl Göç İdaresi kontrolünde, yeterli sayıda danışma merkezleri açılmalıdır.
  12. Toplumsal cinsiyet temelli şiddetin uluslararası korumayı gerektirdiğinden hareketle İstanbul Sözleşmesi mülteci kadın+’lar için eksiksiz uygulanmalıdır.
  13. Başta kadın, çocuk, engelliler olmak üzere mültecilere ücretsiz hukuki destek yaygınlaştırılmalıdır.
  14.  İnsan kaçakçılığının ve göç yollarında yaşanan ölümlerin son bulması için sınır geçirgenliği artırılmalı, tüm sınırlar mültecilere açılmalıdır.

 

İnsan Hakları Derneği