Hasta Mahpuslarla İlgili Cumhurbaşkanlığının Af Yetkisini Düzenleyen Adalet Bakanlığı Genelgesi Hakkındaki Görüşümüz

Türkiye hapishanelerinde tutulan hasta mahpusların uğramış olduğu hak ihlalleri çok uzun zamandan beri kamuoyunun gündemindedir.

Türkiye hapishanelerinde Adalet Bakanlığının 01.12.2022 tarihli istatistiklerine göre 336.315 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bu kişilerden 65 yaş ve üstünde olan kişi sayısı 5.513 kişidir. Bakanlığın istatistiğine göre 277 müstakil kapalı, 88 açık, 4 çocuk eğitim evi, 10 kadın kapalı, 8 kadın açık ve 9 çocuk kapalı cezaevi olmak üzere 396 infaz kurumu vardır. Toplam infaz kurumunun kapasitesi 286.797’dir. Bu durumda halen 49.518 mahpus kapasite fazlası olarak hapishanelerde tutulmaktadır.

İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonunun Nisan 2022 tespitlerine göre Türkiye hapishanelerinde 651’i ağır olmak üzere 1517 mahpus bulunmaktadır. Ancak belirtmeliyiz ki bu sayılar tespit edebildiğimiz kişilere aittir. Çok daha fazla ağır hasta mahpus olduğunu düşünmekteyiz.

Derneğimizin verilerine göre 2022 yılında hapishanelerde 76 kişi yaşamını yitirmiş olup bunlardan 35’inin hastalıkları nedeni ile yaşamını yitirdiğini belirtmek isteriz.

Türkiye’de, F Tipi hapishanelere geçişi sağlamak için 19 Aralık 2000 yılında hapishanelere düzenlenen operasyon sonucu gerçekleştirilen katliamdan sonra F Tipi hapishaneleri açılmış ve buna karşı yoğun açlık grevleri yaşanmıştı. Bu süreçte açlık grevlerinde 122 mahpus yaşamını yitirmişti. Bunun üzerine 01.01.2006 tarih ve 20 sayılı Adalet Bakanlığı Genelgesi ile Cumhurbaşkanının Anayasanın 104. maddesine göre sürekli hastalığı bulunan, sakatlığı veya kocama sebebi ile cezaevinde kalamayacak durumda olan mahpusların cezalarını hafifletmek veya kaldırmak ile ilgili yetkisi düzenlenmişti.

Bunun dışında ayrıca sağlığa erişim hakkını düzenlemek amacı ile 2007 yılında Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı arasında 3’lü protokol düzenlenmişti. Ancak bu protokol sağlığa erişim hakkının gereklerini yerine getirememiştir.

Cumhurbaşkanının af yetkisini kullanması çerçevesinde, Ankara milletvekili Ali Haydar Hakverdi’nin yazılı soru önergesine cevap veren Adalet Bakanlığı verilerine göre, Kenan Evren 27, Turgut Özal 21, Süleyman Demirel 100, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 263, Abdullah Gül 30 ve son olarak da resmi gazete verilerine göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 12 mahpusu Anayasanın 104.maddesine göre affetmiştir.

Bunun dışında infaz kanununun 16.maddesi uyarınca hapishanede kalamayacak düzeyde ağır hastalığı bulunan kişiler ATK raporu ile infazları geri bırakılarak tedavileri için salıverilme yetkisi düzenlenmişti. Kanundaki düzenlemeye 2013 yılında yapılan değişiklik ile “cezaevinde yaşamanı tek başına idame ettirememe” kriteri ile toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmamak” kriterleri eklenmiş ve bu şekilde daha fazla ağır hasta mahpusun tahliye edilmesinin yolu açılmıştı. Ancak infaz kanununun özellikle 25.maddeki kapsamında olan ağırlaştırılmış müebbet hükümlüleri ile ATK raporu ile salıverilmeleri gerekirken toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturduğu düşünülen ağır hasta mahpuslar salıverilmemiş ayrıca TMK kapsamındaki ağır hasta mahpuslara yönelik ayrımcılık yapılarak salıverilmeleri rapor verilmeyerek engellenmişti. Covid-19 bahanesi ile çıkarılan 7242 sayılı infaz kanunu değişikliği ile adli mahpusların salıverilmesi kolaylaştırılmış ancak TMK kapsamındaki mahpusların salıverilmeleri daha da zorlaştırılmıştır.

Tüm yaşanan gelişmeler hasta mahpusların sorununu çözmemiş tam tersi daha da büyümesine sebep olmuştur.

2022 yılında 80 yaş üstü mahpuslardan Nusret Muğla, Yusuf Bekmezci, Abdo Baran ve Vural Avar’ın hastalıkları nedeni ile hapishanede yaşamlarını yitirmesi tartışmaları kamuoyunun gündemine taşımıştır.

Adalet Bakanı Sayın Bozdağ Ağustos 2022 ayında yaptığı bir açıklamada hasta mahpusların durumu ile kelepçeli muayene konusunda yeni düzenleme yapılacağını belirtmesi üzerine İHD olarak kapsamlı bir rapor hazırlamış ve 4 Kasım 2022 günü bu raporu kamuoyu ile paylaşmıştık. Bu raporu Adalet Bakanlığı başta olmak üzere TBMM komisyonlarına, siyasi partilere göndermiştik.

Adalet Bakanlığı ilk adımı atmıştır. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 02.01.2023 tarih ve 20/1 nolu genelgesi ile sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile kişilerin cezalarının hafifletilmesi veya kaldırılması hakkında işlemler konusunda yeni kriterler getirilmiştir.

Bu genelge ile mahpusların veya kanuni temsilcilerinin talebi olmaksızın Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından resen işlem başlatılabileceği düzenlenmiştir. Bu oldukça önemli ve iyi olarak değerlendirilebilecek bir adımdır. Bu şekilde hapishanelerde tutulan sürekli hastalığı bulunan veya engelliliği veya kocam sebebi ile hapishanede kalamayacak mahpusların tam olarak listesi çıkarılabilecek ve bu şekilde salıverilmeleri ile ilgili sahici bir süreç başlatılabilecektir.

Genelge ile mahpusun bulunduğu yerdeki tam teşekkülle devlet hastanesi sağlık kurulu raporunun Adli Tıp Kuruman gönderilmesi ve adli tıp kurumu talep etmediği sürece mahpusun Adli Tıp Kurumuna gönderilmemesi istenerek, hasta mahpusların ring yollarında mağdur edilmemesinin önüne geçilmiştir. Ancak son noktada Adli Tıp Kurumunun mahpusu talep etmesi halinde sakıncaları azaltmak için muayene gününden önce sevkinin sağlanacağı belirtilerek sakıncalar en aza indirilmeye çalışılmıştır.

Genelgede Adli Tıp Kurumunun, mahpus hakkında sadece “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama” hali bulunup bulunmadığının tespiti istenerek bu hususta önemli bir adım atılmıştır. Çünkü Adli Tıp Kurumu genellikle kişinin sürekli bir hastalığı olduğunu belirtip cezaevinde kalıp kalamayacağına dair görüş yazarak süreci çıkmaza sokmakta idi. Genelgenin bu şekilde düzenlenmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz.

Genelgenin 5.maddesinde hakkında rapor verilen mahpus ile ilgili olarak kolluk marifeti ile mahpusun mesleği, şahsi durumu ve aile durumunun araştırılacak olmasının yazılması uygulamada sıkı takip edilmesi gerekmektedir. Çünkü TMK kapsamındaki mahpuslar bakımından bu tarz araştırmalar genellikle sübjektif kanaat içermektedir. Bu yönü ile genelgenin bu kısmını eleştirmekteyiz.

Genelgede tutuklular bakımından da aynı işlemlerin yapılması gerektiği ve bu kişiler ile ilgili bu durumun bir tahliye sebebi olarak belirtilip bu konuda mahallinde karar verilmesinin istenmesinin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü mahkemeler sürekli hastalığına rağmen çok sayıda tutuklu ile ilgili tutuk devam kararı vermektedirler.

Bakanlığın bu genelgesini başlangıç olarak olumlu bulmaktayız. Ancak hasta mahpusların sorununun çözülebilmesi için 4 Kasım 2022 tarihinde açıkladığımız hasta mahpuslar ile ilgili infaz kanunu değişiklik öneri raporumuzun dikkate alınarak infaz kanununda ve TMK’da esaslı değişikliklerin yapılması gerekmektedir.

İHD olarak uygulamayı takip edeceğiz. Özellikle TMK kapsamındaki mahpuslara ayrımcılık yapılmaması konusunda ATK’nın yakından izlenmesi, ATK raporlarına rağmen Cumhurbaşkanının bu yetkisini ayrımsız olarak kullanması gerektiğini belirtmek isteriz.

Derneğimizin 04/11/2022 tarihli raporunda da ayrıntılı bir şekilde ifade ettiğimiz gibi hasta mahpusların uğramış oldukları hak ihlalleri salt hastaneye sevk işlemlerinin idare tarafından resen yerine getirilmesi ile çözülecek kadar basit bir durum değildir. Zira söz konusu genelgede ATK’nın yapısı ve hasta mahpuslar hakkında son karar verici merci olması ile ilgili bir düzenlemeye yer verilmediği gibi ilgili genelgenin 5. Maddesinde mahpusların haklarında verilecek olumlu sağlık kurulu ve ATK raporlarına rağmen birçok bürokratik evrakı tamamlamaları, kolluk görevlileri tarafından kendileri ve aile bireyleri ile ilgili bilgileri içeren raporların Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne sunulması beklenmektedir. Bu durum mahpusların hapishanede geçirecekleri süreyi uzatarak sağlık durumlarının ağırlaşmasına yol açabilecektir.

Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan genelgenin hasta mahpusların yaşadığı problemleri çözme konusunda ilk adım olduğunu, ancak sorunları kalıcı olarak çözmek için yapılması gereken yasal düzenlemelerin sivil toplum örgütleri, barolar, tabip odaları ve diğer ilgili kişi ve kurumların da katılımını esas alan bir yöntem ile tamamlanması gerektiğini belirtmek isteriz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ