10 Aralık İnsan Hakları Günü

 

Bu yıl insan hakları haftasını, 19 Ocak 2007 tarihinde menfur bir silahlı saldırı sonucu kaybettiğimiz arkadaşımız, dostumuz, insan hakları/barış ve demokrasi savunucusu değerli yazar-gazeteci aydın Hrant DİNK ve 29 Haziran 2007 tarihinde yaşamını yitiren üyemiz, delegemiz, eski Cizre Temsilcimiz değerli dostumuz Orhan Doğan aramızda olmadan gerçekleştiriyoruz.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 59. yılında bu 10 Aralık İnsan Hakları Gününün Hrant’ın ve Orhan’ın savunuculuğunu yaptığı adalet ve vicdanın tesis edildiği, barışın, dostluğun, dayanışmanın, insan yaşamının ve insan onurunun korunduğu günlere ışık vermesini diliyoruz.

Biz, Demokratik, yeni bir anayasa istiyoruz.

Hazırlanacak yeni anayasa, her biri birer değeri ifade eden insan hakları ve özgürlüklerine dayanmalıdır. İnsan onuru, eşitlik, özgürlük, barış ve dayanışma temel değerlerdir.Hukukun üstünlüğü ve demokrasi bu değerleri yaşatacak sistemin temel ilkeleri olmalıdır. İHD, insan haklarının evrenselliğini, bölünmezliğini ve bütünselliğini savunmaktadır. Tüm insan hakları birbiriyle ilişkilidir, biri diğerine tercih edilemez.

10 Aralık 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin Başlangıç’ında da ifade edildiği gibi, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için, ülkelerin sistemlerinin Bildiri’de yer alan haklara ve özgürlüklere dayanması ve hakların ve özgürlüklerin hukuk düzeni tarafından güvence altına alınması gerekir. Barışın, kalkınma ve gelişmenin ve insan onurunu korumanın yolu budur.

3 Ağustos 1949 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Konseyi Statüsü’nün 3. maddesinde, taraf ülkeler, insan hakları ve temel özgür­lüklerinin hukukun üstünlüğü ilkesi uyarınca yargısal koruma altında olduğu güvencesini verirler.

20 Mart 1950’de Roma’da imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. Maddesinde, Sözleşme’nin tarafı ülkeler, Sözleşme’de yer alan hakları ve özgürlükleri yetki alanlarındaki herkes için garanti ederler.

Görüldüğü gibi, ulusalüstü insan hakları belgelerinde, insan haklarının hukuk düzeni tarafından hukuki koruma altına alınacağı vurgulanır.

Yeni demokratik Anayasa, tüm insan hakları ve özgürlüklerini:
a) kişisel ve siyasal hakları,
b) ekonomik, sosyal ve kültürel hakları, ve
c) dayanışma haklarını güvence altına almalıdır.

Yeni anayasanın hazırlanmasında, TBMM ve Hükümet yanında, üniversiteler, barolar, meslek odaları, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin katılımı sağlanmalı; toplumun tüm kesimlerinin maksimum ölçüde uzlaşması gözetilmelidir.

Türkiye toplumunun çoğulcu etnik, dilsel, dinsel ve kültürel dokusu mutlaka göz önünde bulundurulmalı, bu özelliklerin ülke bütünlüğü içersinde korunması ve geliştirilmesi için uygun önlemler alınmalıdır.

İHD, devlet-yurttaş ilişkisinin, “anayasal yurttaşlık” ilkesine uygun olarak düzenlenmesini talep etmektedir.

Kadınlarla erkeklerin hayatın tüm alanlarında eşitliği hüküm altına alınmalıdır. Kadın haklarıyla ilgili Uluslararası Sözleşmelerde yer aldığı biçimiyle kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık, yeni anayasada mutlaka yer almalıdır.

İnsan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelerle iç hukukun çelişmesi durumunda Sözleşmenin uygulanması kuralı anayasal kural haline getirilmelidir.

Demokratik bir anayasada, Milli Güvenlik Kurulu; Diyanet İşleri Başkanlığı, Askeri Yargı gibi kuruluşlar ile, zorunlu din dersleri ve sıkıyönetim gibi uygulamalara kesinlikle yer verilmemelidir.

Yargının anayasadaki yeri yeniden düzenlenmelidir. Yargı ile ilgili hükümler, yasamadan sonra, fakat yürütme ve diğer kurumlardan önce yer almalıdır. Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı/tarafsızlığı ilkeleri uyarınca yargı yeniden yapılandırılmalıdır. Yargıçlık mesleği ile savcılık mesleği tümüyle birbirinden ayrılmalı; savcılık kurumu avukatlık kurumu ile paralel düzenlenmelidir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da bu ilkeler ve anlayış doğrultusunda yeniden düzenlenmelidir.

Üniversiteler, idari, mali ve bilimsel yönlerden özerk kuruluşlar olmalıdır.

Sendika ve grev hakları anayasa ile güvence altına alınmalı, ancak lokavt anayasal bir hak olarak düzenlenmemelidir.

Kamu hizmeti, kamu yararı, sosyal güvenlik, sosyal adalet gibi kavramlar, içeriği itibariyle, devletin sosyal niteliğinde bir aşınmaya neden olmayacak şekilde anayasada yer almalıdır.

Biz Barışı Savunuyoruz!

Farklı etnik, dilsel, dinsel, kültürel topluluklardan oluşan Türkiye’de, tek ırk, tek dil, tek dinli homojen bir toplum yaratma politikaları, toplumsal barışın sağlanmasını engellemektedir. Ayrıca, Cumhuriyetin kuruluşundan beri sürdürülen bu politika özellikle Ermeni, Rum, Yahudi gibi Müslüman olmayan toplulukları yok olmanın eşiğine getirmiş ve “Kürt sorununu” yaratmıştır.

Bu politika, bir yandan belli aralıklarla yüzlerce insanın öldüğü, sakatlandığı, göç ve sürgünlere tabi tutulduğu büyük insani dramlara neden olmuş, diğer yandan doğanın, çevrenin, yer altı, yer üstü kaynaklarımızın heba edilmesi sonucunu doğurmuştur.

Irkçı ve ayrımcı politikaların neden olduğu gerilim ve çatışmalar, insan hakları ihlallerine kaynaklık eden en önemli temel unsurlardır. Bu politikalar, Türkiye’nin kalkınmasının, ekonomik gelişmesinin önündeki en önemli engeli oluşturmaktadır.

Türkiye bütçesinin çok büyük bölümünün askeri harcamalara, silah almına ayrılmasına yine bu politikalar neden olmaktadır.

Ülkemiz, on binlerce kişinin yaşamını yitirdiği, dört bine yakın yerleşim yerinin boşaltıldığı, yakıldığı, üç milyondan fazla insanın zorunlu göçe tabi tutulduğu büyük bir iç çatışma yaşamıştır.

1999 – 2004 yılları arasında yaşanan çatışmasızlık döneminin ardından yeniden başlayan silahlı çatışma ortamı, temel hak ve özgürlüklerin asıl anlamını bulacağı kalıcı bir barış kültürünün yerleşmesine engel olmaktadır.

İnsan hakları ve temel özgürlüklerin yaşama geçirilmesi ve iç barışın sağlanması ayrımcı, milliyetçi, ırkçı, militarist ve şiddet eksenli politikaların terkedilmesiyle olanaklıdır. Bu çatışan bütün taraflar için geçerlidir.

Hatırlamak gerekir ki, barış yalnızca çatışmasızlık olarak tariflenemez, aynı zamanda diyaloğun teşvik edildiği ve karşılıklı anlayış ruhu temelinde çatışmaların çözümlendiği pozitif, dinamik, katılımcı bir sürecin işletilmesini de gerektirir.

Türkiye’nin geleceği, farklılıklara saygılı, tüm kimliklerin eşit ve özgür biçimde kendini geliştirebileceği demokratik ve çoğulcu siyasal ve hukuksal sistemin yaşama geçirilmesine bağlıdır.

Tüm etnik, dilsel, dinsel v.b. toplulukları eşit gören, öteki kimliklere saygılı bir tutum hem değişik kimliklerin ve grupların hem de evrensel düzeyde ulusların barış ve uyum içinde birarada yaşamasının önünü açacaktır. Türkiye’nin siyasal ve hukuksal sistemin bu gerçeğe göre yapılandırılması, insan hakları ve demokratik standartların yükseltilmesi, çatışma ve şiddet kültürünün yerini barış kültürüne bırakması olanağını yaratacaktır.

Barış kültürünü tam olarak gerçekleşmesi için vakit geçirmeden,

Demokrasi, gelişme ve insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve yaygınlaştırılmasını;

Bütün yurttaşların, diyalog, müzakere, uzlaşma ve farklılıkların barışçıl çözümüne yönelik anlayışının ve becerisinin geliştirilmesini;

Demokratik kurumların güçlendirilmesini ve kalkınma süreçlerine tam katılımın sağlanmasını;

Yoksulluğun ortadan kaldırılmasını ve eşitsizliklerin giderilmesini;

Sürdürülebilir ekonomik ve toplumsal kalkınmanın • geliştirilmesini;

Kadına karşı ayrımcılığın her biçiminin orta• dan kaldırılmasını ve kadınların karar verme mekanizmasına eşit katılımının sağlanmasını;

Çocuk haklarına saygı duyulması, yaygınlaştırılması ve korunmasının sağlanmasını;

Bilginin her düzeyde serbestçe dolaşımının ve erişiminin sağlanmasını;

Yönetimde şeffaflık ve sorumluluğun artırılmasını;

Irkçılık, ırk ayrımcılığı, yabancı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlüğün her biçimin ortadan kaldırılmasını;

Etnik, dinsel ve dilsel azınlıklar da dahil olmak üzere bütün insanlar arasında karşılıklı anlayış, hoşgörü ve dayanışmanın geliştirilmesini sağlayacak tüm önlemlerin alınmasını istiyoruz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın