12 Eylül dönemi yasaları ile çalışma yaşamındaki geriye gidiş yetmezmiş gibi Küreselleşme adı altında neoliberal politikaların uygulandığı günümüz dünyasında, bu politikaların ülkemizde de bir bir hayata geçtiğini söyleyebiliriz. 2000 ve 2001 yılları ekonomik krizlerinin ardından IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü ile giderek artan yakınlaşma ile birlikte, bunların politikalarını uygulama sürecinde, neoliberal politikaların devletlerin "sosyal yapısını", "piyasa yapısına" dönüştürme stratejisinin Türkiye'de uygulandığını görmekteyiz. Bu durum temel hak ve özgürlüklerden olan ekonomik ve sosyal hakların geriletilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 22. maddesinde herkesin sosyal güvenliğe sahip olma hakkının olduğu, herkesin ekonomik, sosyal ve kültürel haklarını devletin teşkilat ve kaynaklarına uygun olarak gerçekleştirme hakkı olduğu, 23. madde ile herkesin çalışma hakkına, adil ve elverişli çalışma şartlarına, işsizlikten korunma hakkına, eşit iş karşılığında eşit ücret alma hakkına, adil ve elverişli bir ücret alma hakkına, sendika kurup faaliyette bulunma hakkına, 24. maddede dinlenme hakkına çalışma sürelerinin makul suretle sınırlandırılması hakkına, ücretli tatil hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir.
Birleşmiş Milletler Evrensel Bildirgesinde yer alan ekonomik ve sosyal haklar Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 16 Aralık 1966 tarihli kararı ile kabul edilen "Uluslar arası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi" ile ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Anayasa'nın temel haklar ve ödevler başlıklı ikinci kısmının üçüncü bölümünde sosyal ve ekonomik haklar düzenlenmiştir. Buna göre; çalışma yaşamı ile ilgili olarak 45. maddede tarım hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması gerektiği, 48. maddede çalışma ve sözleşme hürriyeti, 49. maddede çalışma hakkı, 50. maddede çalışma şartları ve dinlenme hakkı, 51. ve 53. maddelerde örgütlenme toplu sözleşme ve grev hakkı, 55. maddede ücrette adalet sağlanması hakkı, 60. maddede sosyal güvenlik hakkı düzenlenmiştir.
Anayasa'daki bu düzenlemelere rağmen, 4857 sayılı yeni İş Yasası ile işçi sınıfının bu alandaki haklarına yönelik önemli gasplar gerçekleştirilmiştir.
İş Yasası ile; işyeri tanımı değiştirilerek, muğlak hale getirilmiş, özel olarak korunması gereken kesimin hakları ihlal edilmiş, geçici iş ilişkisi kurularak işçinin bir başka işyerine devri sağlanmış, kısmi süreli iş ilişkisi ile asgari ücretin altında ücret vermenin yolu açılmış, çağrı üzerine çalışma düzeni getirilerek çalışma saatleri belirsizleştirilip esnek çalışma modeline geçilmiş, fazla çalışma süresi arttırılarak, ücretinde kısıntıya gidilmiş, günlük mesai saatleri arttırılmış, hafta sonu tatilleri belirsizleştirilerek işverenin onayına tabi tutulmuş, ücretsiz izne ayırma halleri işveren lehine genişletilmiş, özel istihdam büroları kurularak işçi simsarlığı kurumsallaştırılmış, kıdem tazminatı fonu kurularak, sosyal güvenliklerinin ayrılmaz bir parçası olan kıdem tazminatı hakkı belirsiz hale getirilmiştir.
Kanunda düzenlenen başka bir husus ise çalışanların iş güvencesi hakkına ilişkindir. Daha önce çıkarılan "İş Güvencesi Yasası"nda, 10 kişiden fazla işçi çalıştıran işyerlerindeki işten çıkarmalarda, haklı bir nedenin olması ve işverenin bu nedeni mahkeme önünde ispat etme yükümlülüğü ile haksız fesh durumunda işverenin 6 aydan 12 aya kadar tazminat ödeme yükümlülüğünü düzenleyen hükümler, Yeni İş Kanunu'nda "30 işçiden fazla işçi çalıştıran işyerleri için uygulanır" şeklinde değiştirilmiştir. Eski haliyle bile eşitlik ilkesine aykırı olan bu düzenleme şimdi neredeyse hiçbir çalışanın faydalanamayacağı bir duruma getirilmiştir. SSK'nın 2001 yılı istatistiklerine göre Türkiye'deki toplam 723.000 kayıtlı işyerinin 697.000'i 30'dan az işçi çalıştırmaktadır. Bu düzenlemeye göre toplam işyerlerinin %95'i, SSK'ya kayıtlı işçilerin %75'i bu yasa kapsamı dışında bırakılmıştır. Bu düzenleme 158 sayılı ILO Sözleşmesinin 2/5. maddesindeki istisnalar hükmüne de açık aykırılık içermektedir. İş Güvencesi bir haktır ve bu hak belirli bir iş sözleşmesiyle çalışan herkes içindir.
İnsan iş, aile ve diğer sosyal yaşamıyla bir bütündür. Bu yönüyle sahip olduğu hakların da her alanda öncelikle gözetilmesi ve korunması gerekir. Çalışma yaşamı gibi milyonları ilgilendiren bir alana yönelik düzenlenen yeni İş Kanunu çalışanların başkaca kazanılmış haklarını ortadan kaldırması bir yana, en temel insan haklarını bile yok saymaktadır. Böyle bir alanda temel hakların bu derece ihlal edilmiş olduğu bir ülkede sağlıklı bir demokrasi kültürünün yerleşmesini beklemek de hayal olacaktır. Çalışma yaşamını düzenleyen ve 12 Eylül'ün ürünü olan mevzuatta değişikliğe tabii ki ihtiyaç vardır. Ancak bu değişiklikler temel hak ve hürriyetlerin korunmasına, demokratik değerlere ve asgari olarak ILO standartlarına uygun olmak zorundadır.
15-16 Haziran'ın yıldönümünde çalışma yaşamının demokratikleşmesini, başta kamu çalışanları olmak üzere tüm çalışanlara istisnasız örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkının tanınmasını, sendikalaşmayı engelleyen antidemokratik yasaların değiştirilmesini, iş güvencesinin tüm işyerlerinde ve tüm çalışanlar için uygulanmasını, çalışma sürelerinin kısaltılmasını, istihdam ve yatırım imkanlarının yaratılarak işsizlere iş sağlanmasını, ülkenin borç ve faiz kıskacından çıkarılacak politikalarla yönetilmesini, kadınların çalışma yaşamında karşılaştığı cinsiyet ayrımcılığının kaldırılmasını ve yukarıda sakıncalarını belirttiğimiz işçi aleyhine olan hükümlerin değiştirilmesini siyasal iktidardan, talep ediyoruz.
İnsan Hakları Derneği olarak temel hak ve özgürlüklerin birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu, ekonomik ve sosyal haklarda geriye gidişe karşı mücadele edeceğimizi, bu alandaki hak ihlallerine karşı duyarlılığımızın artarak devam edeceğini kamuoyunun bilgisine sunuyoruz.
15-16 Haziran 1970'de, büyük işçi eylemini gerçekleştirenleri sevgiyle anıyoruz.Bu eylemiyle Türkiye işçi sınıfı, hak arama bilincini geliştirmiştir.Sosyal hakların korunmasının ne denli yaşamsal olduğunu ortaya koymuştur.İnsan haklarının kaynağının hayatın kendisi olduğu bu büyük eylemde bir kez daha kanıtlanmıştır.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ