2013 YILI TÜRKİYE İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

27.02.2014

2013 YILI TÜRKİYE İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU ÜZERİNE DEĞERLENDİRMELER

2013 yılı Türkiye ihlal raporunu değerlendirdiğimizde, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yönden çözümü noktasında yaşanan gelişmelerin etkisini görmekle birlikte Gezi Parkı direnişi ve sonrasında yaşanan olaylarda hükümetin giderek otoriterleştiğini, 17 Aralık yolsuzluk operasyonları sırasında ise devletin şeffaf ve hesap verebilen bir devlet olmadığını, yargının siyasal iktidarın yanı sıra çeşitli güç odaklarının elinde bir baskı mekanizması gibi kullanıldığına tanıklık ettik. Denilebilir ki, 2013 yılında Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünde barış ve çözüm sürecini, Gezi Parkı direnişini, otoriterlik sorununu ve paralel devlet tartışmalarını yaşadık.

2013 yılında devlet görevlileri-Abdullah Öcalan diyalogunun sonucu olarak Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile PKK’nin 21 Mart 2013 tarihinde 8. ateşkesi ilan ettiğini ve bu ateşkese devletin fiilen uyarak ilk defa çift tarflı bir çatışmasızlık sürecinin yaşandığını belirtmek isteriz. PKK gerillalarının 8 Mayıs 2013 tarihinden Eylül 2013 tarihine kadar geri çekilmesine rağmen, süreçte hükümetin atması gereken adımları atmaması sürecin tıkanmasına neden olmuş, hükümetin Ekim ayında açıkladığı demokratikleşme paketi ise beklentileri karşılamaktan ziyade sürecin kopmamasına dönük bir taktik yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Nitekim hükümetin Ekim ayında ilan ettiği demokratikleşme paketinin yasal değişiklik gerektiren kısmının hala yasalaşmaması hükümetin sürece bakışını da ortaya koymaktadır. Bu süreçte ilkokullarda okutulan andımız isimli militarist ezberin kaldırılmış olması kayda değer bir gelişme olarak bahsedilebilir.

Barış ve çözüm sürecinde Abdullah Öcalan üzerindeki tecritin kısmi olarak kaldırılarak akrabaları ile görüştürülmesi, BDP-HDP heyetleri ile 16 kez görüştürülmüş olması, bu heyetler vasıtası ile örgütü ile yazılı iletişim kurması sürecin geriye gitmemesini sağlayan tek olumlu adım olarak değerlendirilebilir.

Barış ve çözüm sürecinde yaşanan olumlu gelişmelerden birisi de akil insanlar heyetinin oluşturulması, bu heyetin Nisan-Haziran ayları arasında Türkiye’nin tamamında bütün toplum kesimleri ile görüşmeler yapması, toplumsal kesimlerin görüş ve önerilerini hükümete iletmesi, barışın toplumsallaştırılmasında Türkiye tarihinde yaşanan önemli gelişmelerden birisi olarak değerlendirilebilir. İHD Başkanının bu heyet içerisinde İHD’yi temsilen katılmış olması ve İHD örgütünün bir bütün olarak bu çalışmalara aktif olarak katılması, İHD’nin 2013 yılında ki barış çalışmalarına olan katkısı olarak değerlendirilebilir. Bu süreçte Akil İnsanlar heyeti raporlarından da anlaşıldığı kadarı ile Türkiye toplumunun barış ve çözüm sürecine hazır olduğu, ancak siyasal iktidarın toplumun gerisinde kaldığı ve Kürt sorununun çözümünde kalıcı adımları atamadığı gerçeği ile karşı karşıyayız. İHD Genel Merkezinin oluşturmuş olduğu merkezi izleme komisyon raporu barış ve çözüm sürecinin ilerlemesinin risk altında olduğunu, bu risklerin giderilmesi bakımından siyasal iktidarın yeterli adımları atmadığı tespitini de belirtmek isteriz.

2013 yılında yaşanan önemli gelişmelerden birisi de Gezi Direnişi sürecidir. Kürt sorununda yaşanan çatışmasızlık ortamı ile beraber barış ve çözüm süreci Türkiye’nin batısında otoriter uygulamalara karşı daha güçlü ses yükselmesine zemin hazırlamıştır. Siyasal iktidarın halkın yaşam tarzına müdahalesi ciddi bir itirazın yükselmesine sebep olmuştur. Gezi direnişi, yerellerde kent ve kırlarda yaşam alanlarının korunması, çoğulculaşması, doğanın ve müşterek alanların metalaşmasının engellenmesi, halkın doğrudan yönetime iştirak edeceği kanalların oluşturulmasının önemini ortaya koymuştur. Gezi Direnişinde ciddi bir kadın katılımının olması, gençliğin kendini göstermesi adeta 12 Eylül sürecinin yaratmak istediği depolitizasyon sürecinin bittiğini ilan etmiştir. Hükümetin Gezi Direnişine katılanlara yönelik otoriter uygulamaları sonucunda 9 kişi yaşamını yitirmiş, müdahale edilen 774 gösteride 9564 kişi yaralanmış, 6977 gözaltından 187’si tutuklanmış, tespit edebildiğimiz kadarı ile açılan 78 davada 3276 kişi yargılanmıştır.

2013 yılının Aralık ayında yapılan yolsuzluk operasyonunda Türkiye tarihinde ilk kez siyasal iktidarın devlet içindeki yasa dışı yapılanmaları kabul ettiğine tanıklık ettik. İnsan hakları savunucuları olarak Türkiye’nin demokratikleşebilmesi için devlet içerisindeki her türlü yasa dışı yapılanmanın tasfiye edilmesini yıllardır dile getirmekteyiz. Türkiye’de ilk kez siyasal iktidar kendisine yönelik bir yolsuzluk soruşturmasında hem bu soruşturmayı etkisiz kılmak hem de karşı karşıya kaldığı durumu kamuoyuna izah edebilmek amacı ile devlet içerisindeki bir yasa dışı yapılanmayı kabul edip deşifre etmek zorunda kaldı. Bu yönü ile Türkiye’de devlet içindeki yasadışı yapılanmalar konusunda ciddi bir farkındalık yaratıldı. Umuyoruz ki siyasal iktidar tasfiye edeceği yasa dışı yapılanmaların yerine yenisini ekleme gayreti içerisine girmez.

2013 yılında yaşanan otoriter uygulamaların doğal sonucu olarak hükümetin yolsuzluk iddiaları ile karşılaşmasına tanıklık ettik. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de siyasal iktidar ne kadar otoriterleşir ise o kadar çok yolsuzluk yapacağı doğaldır. Dolayısıyla otoriterleşen siyasal iktidarın bunu yolsuzlukları örtbas etmek için de yaptığını söyleyebiliriz.

2013 yılında Türkiye tarihinde ilk kez bu kadar çok Suriyeli sığınmacı ile karşı karşıya kaldı. Derneğimizin Şubat, Ağustos ve Ekim aylarında Türkiye-Suriye sınır hatlarında yaptığı araştırma ve incelemelerde ortaya çıkan sonuçlar Türkiye’nin Suriye politikasının yanlışlığını tespit etmiştir. Suriye’den Türkiye’ye sığınanların yaklaşık 200 bininin 22 ayrı sığınmacı kampında kaldığı, bunun dışındaki 600 bin insanın Türkiye’nin değişik kentlere dağıldığı ve kaderleri ile baş başa kaldığı gerçeğine tanıklık ettik. Türkiye’nin Suriye’de kendi özgür geleceğini inşa etmek isteyen Kürtlere ve Kürtlerle birlikte yaşamak isteyen halklara ayrımcı politikasına tanıklık ettik. Bunun yanı sıra Suriye’de özgürlük mücadelesi veren Kürtler ve diğer gruplara saldıran radikal dinci örgütlerin Türkiye üzerinden lojistik destek aldıklarını gözlemledik. Şu anda Türkiye-Suriye sınırı Rojava Bölgesi’nde Kürdistan-Türkiye sınırı, diğer bölgelerde ise El Kaide-Türkiye sınırı olarak tanımlanabilir. Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmemesi halinde kökten dinci silahlı grupların yarattığı tehdidin Türkiye’yi de içine alacak şekilde büyüme ihtimali olduğunu belirtmek isteriz.

 2013 yılı ihlal bilançosu siyasal iktidarın otoriterleştiğini göstermesi bakımından ibret vericidir.

YAŞAM HAKKI İHLALLERİ:

2013 yılında yargısız infazların devam ettiğini görüyoruz.2007 yılında PSVK’da yapılan değişiklik ile kolluk kuvvetlerinin silah kullanma yetkisinin kolaylaştırılması bu ihlallerde yaşanan artışın en önemli sebeplerindendir. 2013 yılında 2’si çocuk olmak üzere 19 kişi dur ihtarına uymadıkları gerekçesi ile öldürülmüş, 19 kişi yaralanmış, 2 kişi köy korucuları tarafından öldürülmüş, 5 kişi yaralanmış, sınır hattında 3’ü çocuk 1’i asker olmak üzere toplam 22 kişi öldürülmüş, 58 kişi yaralanmış, özel güvenlik görevlileri tarafından da 1 kişi öldürülmüştür. Türkiye’de yargısız infazların önlenememesinin en önemli sebebinin cezasızlık kültürü olduğunu özellikle belirtmek isteriz. Kolluk güçlerine karşı etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmaması yargısız infazlarla mücadeleyi etkileyen en önemli ve olumsuz devlet politikasıdır.

Roboski katliamı ile ilgili olarak Genelkurmay Askeri Savcılığının kamu davası açmaması cezasızlığın devlet politikası olarak yürütüldüğünü, Kürtlere yönelik ihlallerin sistemli olarak sürdürüldüğünü göstermiştir.

Gezi Direnişi sırasında Ethem Sarısülük’ün Ankara’da, Abdullah Cömert’in Antakya’da polis tarafından öldürülmesi,  Ali İsmail Korkmaz’ın Eskişehir’de polis ve eli sopalı sivil faşistler tarafından dövülerek öldürülmesi, Medeni Yıldırım’ın Diyarbakır Lice’de jandarma tarafından öldürülmesini yargısız infaz olarak değerlendirmekteyiz.

2013 yılında cezaevlerinde bizim tespitlerimize göre 33 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu kişilerden 7’si hastalık nedeni ile yaşamını yitirmiş, 1’i cezaevleri koşullarını protesto edip kendisini yakarak yaşamını yitirmiş, 25’inin ise intihar ettiği belirtilmiştir. Türkiye’de ceza infaz sisteminin insani olmaması ve mahpusları çürütmeye dayalı bir yapısı olması nedeni ile cezaevleri en önemli ihlal yaratan yaratan yerler olarak varlıklarını sürdürmektedirler. İHD Cezaevi Komisyonu’nun Kasım 2013 verilerine göre cezaevlerinde bulunan 554 hasta mahpustan 162’sinin durumu ağırdır. Hasta mahpusların tahliye edilmesi ile ilgili Ocak 2013’te kabul edilen 6411 sayılı kanun uygulamada yeni sorunlara sebep olmuştur. 2013 yılında Adli Tıp Kurumu raporlarına göre cezaevinde tek başına yaşamını idame ettiremeyeceği belirtilen Hasan Kaçar, Sahil Tuğrul, Abdullah Kalay, Hakan Görünç, Ramazan Özalp, Ergin Aktaş ve Kemal Gomi’nin infaz yasanının 25. (ağırlaştırılmış müebbet hapis) ve 16. maddesi uyarınca toplum güvenliği bakımından tehlikeli kabul edilip salıverilmemesi büyük bir insani trajediye sebep olacaktır. İHD olarak cezaevlerindeki sorunları ve hasta mahpusların tahliye edilmesi gerektiğini sık sık kamuoyu gündemine taşımamıza rağmen ve bu konuda hükümetle görüşmeler yapmamıza rağmen sonuç alınamaması, siyasal iktidarın anti demokratik yapısını ortaya koyan önemli bir gösterge olmuştur.

2013 yılında gözaltı merkezlerinde ölümlerin yaşanmamasını, barış ve çözüm sürecinin olumlu bir yansıması olarak değerlendirmek istiyoruz. Umuyoruz ki bu durum kalıcı hale gelir ve hiç kimse Türkiye’de gözaltı merkezlerinde bir daha yaşamını yitirmez.

Köy koruculuğu sisteminin devamının yaşam hakkı ihlallerini getirdiğini sürekli gösteriyoruz. 2013 yılında da köy korucuları tarafından 2 kişi öldürülmüş ve 5 kişi yaralanmıştır. Maalesef bu alanda da cezasızlık politikası devam etmektedir. 2013 yılında Kürt sorununun çözümünde başlatılan barış ve çözüm sürecinde köy koruculuğunun tasfiye edilmemesi siyasal iktidarın soruna yüzeysel yaklaştığını göstermektedir.

2013 yılında mayın ve sahipsiz bomba patlaması sonucu 3 çocuk yaşamını yitirmiş, 18’i çocuk olmak üzere 23 kişi yaralanmıştır. 2009 yılında sadece Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi ile ilgili yasal düzenleme yapılmış, ancak asıl sorun yaratan ülke içindeki mayınlı sahaların temizlenmesi ile ilgili hiçbir tedbir alınmamıştır. Türkiye içerisinde 9 ilde sivil yerleşim bölgelerine yakın çok sayıda mayınlı arazi bulunmaktadır. Ottowa Sözleşmesi uyarınca Türkiye’nin 2014’e kadar mayınlı alanları temizlemesi gerekirken, Türkiye’nin 10 yıllık yeni bir süre talep etmesi bu alandaki ihlallerin maalesef devam edeceğini göstermektedir.

2013 yılında barış ve çözüm sürecinin etkisi ile silahlı çatışmalarda yaşamını yitiren silahlı militan, asker-polis ve geçici köy korucusu sayısı 29 olmuş, yaralı sayısı ise 7 olmuştur. Bu rakam belki de silahlı çatışmalar başladığından beri en düşük yaşam hakkı ihlal rakamıdır. 26 Şubat 2013’ten beri silahlı çatışmalarda yaşam hakkı ihlalinin olmaması, barış ve çözüm sürecinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. 2012 yılında silahlı çatışmalarda 500 kişi yaşamını yitirmişken, 2013 yılında bu sayının 29’ a inmesi Türkiye’de kalıcı çatışmasızlık ortamının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

Kürt sorununun çözümsüzlüğü ile beraber silahlı çatışmaların uzun yıllar devam etmesi şiddet kültürünün oluşmasına, milliyetçilik ve şovenizmin yaygınlaşmasına hizmet etmiştir. Bunun yanı sıra askeri kışlalarda etkili soruşturma ve kovuşturma yapılmaması şüpheli asker intiharlarında belirgin bir artış yaşanmasına sebep olmuştur. 2012 yılında 69 şüpheli asker intihar vakası tespit edilmişken, bu sayı 2013 yılında 61 olarak gerçekleşmiştir. İHD şüpheli asker intiharlarının önüne geçebilmek amacı ile yaşamını yitiren askerlerin aileleri ile birlikte 2013 yılında bir dizi eylem ve etkinlik yapmıştır. Nihayet 2014 yılında da İHD ve Mazlum Der olarak ailelerin desteğini alarak “askeri yargı kapatılsın” kampanyasını başlatmıştır. Şüpheli asker intiharlarının sonlandırılması bakımından askeri yargı kaldırılıncaya kadar askeri kışlalarda meydana gelen yaşam hakkı ihlalleri ve vücut bütünlüğüne yönelik suçların soruşturma ve kovuşturmasının sivil mahkemelerde yapılmasını, Türkiye’nin AİHM Büyük Dairesi’nin Bayatyan-Ermenistan kararı uyarınca bir an önce vicdani ret hakkını tanımasını, mağdur edilen ailelerin taleplerinin karşılanmasını içeren bir dizi talep sürekli gündeme getirilmiştir.

Kadına ve çocuğa yönelik yaşam hakkı ihlalleri giderek artmaktadır. İHD verilerine göre 2012 yılında 177 kadın ev içinde ve toplumsal alanda öldürülmüş iken, bu sayı 2013 yılında 269’a çıkmıştır. 2012 yılında 48 kadın intiharı gerçekleşmiş iken, bu sayı 2013 yılında 52’ye yükselmiştir. Siyasal iktidarın muhafazakar demokrat uygulamaları kadına yönelik şiddetin yaşanmasına engel olamamıştır. Yasal alt yapı oluşturulmasına rağmen uygulamada kadının korunamaması, erkeklerin şiddet uygulamaktan vazgeçirilememesi ve bir bütün olarak sosyo ekonomik durumdaki kötüleşmeler bu alanda daha fazla mücadele edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. 2012 yılında çocuğa yönelik şiddet sayıları 2013 yılı ile karşılaştırıldığında bir azalma yaşanmıştır. Ancak sorunun varlığını kuvvetlice devam ettirdiğini belirtmek isteriz.

2013 yılında 556 kadının taciz ve tecavüze maruz kaldığı tespit edilebilmiştir. Ancak bu sayı sadece tespit edilebilendir. Adalet Bakanlığı’nın resmi istatistiklerine göre Türkiye’de 2012 yılında 8144 cinsel saldırı suçundan dolayı dava açılmıştır. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında bu sayı 4988 idi. Bu kadar yüksek artışın yaşanması toplumun sosyo-ekonomik ve kültürel gelişmişlik düzeyinde ciddi bir sorun yaşandığını göstermektedir.

2013 yılında da Türkiye’deki toplu mezarların açılması için Hükümet üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemiştir. Silahlı çatışmalarda yaşamını yitiren PKK gerillalarının cenazelerinin toplanıp, mezarlık haline getirilmesi 2013 yılına özgü özel bir gelişme olarak kaydedilebilir. Bu mezarlıklara yapılan saldırılar ise Mezar Hakkı ihlali olarak kendini göstermiştir.

12 Eylül 1980 askeri darbesine giden sıkıyönetim süreci ile başlayan (Maraş Katliamından sonra 26 Aralık 1978’de ilan edilen sıkıyönetim) başta gözaltında olmak üzere zorla kaybedilenlerin akıbetinin araştırılması ve sorumlularının yargılanması konusunda İHD’nin kayıp yakınları ile birlikte sürdürdüğü oturma eylemleri ve kampanyası devam etmektedir. Bu konuda hükümet sessizliğini korumaktadır.

Faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturma dosyalarının zaman aşımına uğramaması konusundaki taleplerimiz maalesef karşılık bulmamıştır. 4. Yargı paketi ile işkence suçundaki zaman aşımı kalkmıştır. Ancak geçmişe dönük olarak AİHS’in 7/2. maddesi uyarınca insanlığa karşı işlenmiş suçlarda zaman aşımının uygulanmaması noktasında 2013 yılında etkili bir soruşturma ve kovuşturma izlenmemiştir.

Türkiye’deki yaşam hakkı ihlalleri ile etkili olarak mücadele edebilmek için Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımasını, BM bütün kişilerin zorla kaybedilmeden korunmasına dair uluslararası sözleşmesini onaylayıp yürürlüğe koymasını ve Cenevre Sözleşmelerinin 1976 tarihli ek seçmeli protokollerinin onaylanarak yürürlüğe girmesi gerektiğini buradan bir kez daha talep etmekteyiz.

İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE

2013 yılı işkence ve kötü muamele ile mücadelede cezasızlık politikasına kurban gitmiştir. Özellikle gezi direnişi sırasında kolluğun göstericileri hedef alarak gaz tabancaları ile gaz fişeği sıkması, çok yoğun gaz kullanımı, göstericileri hedef alarak içerisine kimyasal madde katılan boyalı basınçlı su sıkılması, gösterilere müdahalede aşırı güç kullanımı sonucu binlerce göstericinin yaralanması, gösteriler sırasında keyfi olarak gözaltına alıp, plastik kelepçelerle saatlerce bekletme uygulaması yapılması bir bütün olarak işkence ve kötü muamele olarak adlandırılmaktadır. Gezi Direnişi sırasında işkence ve yaralama fiillerine karışan kolluk görevlileri hakkında dava açılmaması cezasızlık politikasının sürdürüldüğünü ortaya koymuştur.

İHD verilerine göre 2013 yılında 233 kişi gözaltında işkence ve kötü muameleye uğradığını, 307 kişi gözaltı yerleri dışında kötü muameleye uğradığını, 6 kişi köy korucuları tarafından işkence ve kötü muameleye uğradığını, 39’u çocuk olmak üzere 843 kişi cezaevlerinde işkence ve kötü muameleye uğradığını, 109 kişi kolluk güçleri tarafından tehdit ve ajanlık teklifi yolu ile kötü muameleye uğradığını, 59’u çocuk olmak üzere 14151 kişi toplumsal gösterilerde güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu dövülerek yaralandığını ve böylece işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, 32 kişi özel güvenlik görevlileri tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını ve 25 kişi okulda şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir. Tüm bunları topladığımızda özellikle Gezi Direnişi sırasında dövülen ve yaralananların çokluğu da göz önüne alınarak toplam 15706 kişinin işkence, kötü muamele, onur kırıcı ve küçük düşürüşü davranış ve cezalandırmaya maruz kaldığını görmekteyiz. Bu rakam çok yüksek olup, adeta siyasal iktidarın otoriterliğini ilan eden bir rakamdır.

Adalet Bakanlığı’nın resmi istatistikleri 2 yıl geç yayınlandığından 2012 yılı işkence ve eziyet suçlarından 896 kişi hakkında dava açıldığını görmekteyiz. Bu rakam 2011 yılında 800 idi. Görüldüğü gibi resmi istatistiklerde bile bir yükselme olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşın kolluk kuvvetlerine mukavemet (karşı koyma) olarak adlandırdığımız TCK 265. maddeden 2011 yılında 27753 dava açılmış iken, bu sayının 2012 yılında arttığını görüyoruz. Adalet Bakanlığı sadece 265. madde rakamını yayınlamamış olup 247-266. maddelerden dolayı 71075 kişiye dava açıldığını açıklamıştır. Genellikle en çok dava 265. maddeden açıldığından 2012 yılında bu maddeden açılan dava sayısının 30 bini geçtiğini tahmin etmekteyiz.

İşkenceye Karşı Sözleşmenin Seçmeli Protokolü (OPKAT) uyarınca Türkiye’nin kurması gereken ulusal önleme mekanizmasının 2013 yılında kurulmadığına tanıklık ettik. Hükümet, kurması gereken ulusal önleme mekanizmasını Paris Prensiplerine aykırı olarak Türkiye İnsan Hakları Kurumuna bir görev olarak vermiştir. Bu durum hükümetin işkence ile etkili mücadele konusunda yeterli kararlılıkta olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla cezasızlık politikasında köklü bir değişim söz konusu değildir.

Hükümetin işkence ve kötü muamelenin giderek daha fazla toplumsal alanda ve cezaevlerinde uygulanıyor olmasını dikkate alması gerekmektedir. Gerek İHD’nin gerekse de Adalet Bakanlığı’nın istatistikleri işkencenin şekil ve yer değiştirdiğini açıkça ortaya koymaktadır.

İşkence ile mücadele konusunda 2013 yılında atılan en önemli adım işkence suçunda zaman aşımının kaldırılmasıdır.

DÜŞÜNCE-İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

2013 yılında 4. yargı paketi ile TCK’da ve TMK’da kısmi bazı düzeltmeler yapılmış, özellikle propaganda fiillerinde şiddetin övülmesi halinde ceza verileceğine dair TMK’da değişiklik yapılmıştır. Bu değişiklikler tarafımızdan makyaj değişiklik olarak değerlendirilmektedir. Çünkü gerek TCK’da gerekse de TMK’nın mevcut hali ile birbiri yerine kullanılabilecek çok sayıda ceza maddesi bulunmaktadır. Dolayısıyla ifade özgürlüğünün bir bütün olarak sağlanabilmesi için TCK’nın 134, 214, 215, 216, 217,218,220/6-7-8, 22, 277, 285, 288, 300, 301, 305, 314, 318 ve 341. maddelerinde değişiklik yapılması, TMK’nın bir bütün olarak kaldırılması, kabahatler kanunu, 2911 sayılı kanun, siyasi partiler kanunu, dernekler kanunu, sendikalar kanunu, basın kanunu ve Atatürk’ü koruma kanununda köklü değişiklikler yapılmalıdır. TMK’da değişiklik yapılmasına rağmen, Adalet Bakanlığı verilerine göre 2011 yılında 11657 kişi aleyhine TMK’dan dava açılmış iken, bu sayının 2012 yılında 16156’ya yükselmesi yapılan değişikliklerin makyajdan ibaret olduğunu göstermektedir. Kaldı ki açılan bu davalar sadece 6. ve 7. maddelere muhalefetten dolayı açılan davalardır. Türkiye’de TMK mevcut olduğu sürece düşünce, ifade ve basın özgürlüğünden bahsedilemeyeceğini özellikle vurgulamak isterim.

2013 yılında 1679 internet sitesinin erişime engellendiğini vurgulamak isteriz. 2013 yılında kamuoyunun baskısı sonucu internet yasasında değişiklik yapamayan hükümetin 2014 yılı başında internet yasasında yaptığı değişiklik ile internet alanını bütünüyle TİB denetimine altığını belirtmek isteriz. Böylece yazılı ve görsel meydanını yanı sıra internet ortamı da hükümetin denetimi altına alınmış oldu. Bu husus Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğü alanında çok somut olarak geriye gidildiğini göstermektedir.

TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ HAKKI

2013 yılında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik ihlaller 2012 yılına oranla daha da artmış, adeta en yüksek dönemini yaşamıştır. 2013 yılında Gezi Direnişi ve sonrasında yapılan toplantı ve gösterilere yönelik müdahale inanılmaz boyutlara ulaşmış, gösterilere müdahalede 9 kişi yaşamını yitirmiş, 9564 kişi yaralanmış, 6977 kişi gözaltına alınıp, 187 kişi tutuklanmıştır.

2013 yılında İHD verilerine göre 774’ü Gezi protestoları olmak üzere 1134 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. 2013 yılında 3773 kişiye 2911 sayılı kanuna muhalefetten dava açılmıştır. Ancak bunlar sadece bizim tespit edebildiğimiz sayılardır. Adalet Bakanlığı’nın 2012 resmi istatistiğine göre 13081 kişi hakkında 2911 sayılı kanuna muhalefetten dava açılmıştır.

Toplantı ve gösteriyi yürüyüşü hakkına yönelik oldukça sert müdahale siyasal iktidarın tamamen otoriterleştiğini ve kendisine yönelik hiçbir protestoyu kabul etmek istemediğini ortaya koymuştur. Otoriterlik sorunu giderek büyümüş ve otokrasiye evrimle sürecine girmiştir.

Gösterilere müdahalede kullanılan biber gazının aşırı kullanımının kimyasal silah etkisi yaptığı TTB açıklamalarından da anlaşılmaktadır. 2013 yılında biber gazı kullanımı ve biber gazı kapsüllerini fırlatan gaz tabancalarının kullanılması sonucu İrfan Tuna Ankara’da, Selim Önder ve Zeynep Eryaşar İstanbul’da, Abdullah Cömert ve Ahmet Atakan Antakya’da yaşamlarını yitirmişlerdir. AİHM’in DİSK/KESK Türkiye davası, Ali Güneş/Türkiye davası, Abdullah Yaşar ve diğerleri Türkiye davlarında da belirttiği gibi biber gazının doğrudan doğruya kullanımı ve orantısız kullanılması işkence ve kötü muamele olarak değerlendirilmelidir. Türkiye’nin bir an önce biber gazı kullanımını önce sınırlandırması ardından da yasaklaması gereklidir.

ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ

2013 yılında 19 dernek hakkında kapatma davası açılmıştır. 27 kere parti ve dernek binalarına kimliği belirsiz kişiler tarafından saldırı düzenlenmiştir. 2013 yılında Ekim ayında hükümet tarafından açıklanan demokratikleşme paketinde %10 seçim barajının tartışmaya açılması, siyasi partiler kanununda bazı değişikliklerin yapılacak olması örgütlenme özgürlüğü bakımından kısmi de olsa bazı ilerlemelerin sağlanmasına dönük bir zemin oluşturmuştur. Ancak bunların yasalaşmaması sonucu değiştirmemiştir. Sendikal alandaki engeller sendikaların istediği biçimde kaldırılmamıştır. Türkiye’de sendikalar işçi sayısının yaklaşık 11 milyon olduğu bunların sadece %9’unun sendikalı olduğu gözetildiğinde Türkiye’de örgütlenme özgürlüğü hakkının kullanımında büyük problemler olduğunu ortaya koymaktadır.

KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ HAKKI İLE MAHPUS HAKLARI

2013 yılında açıklanan Anayasa Mahkemesi kararı ile siyasi mahpuslar için öngörülen 10 yıllık tutukluluk süresi iptal edildi ve 2014 yılı Şubat ayında TBMM de kabul edilen 6526 sayılı kanunla tutukluluğun üst süresi 5 yılda bırakıldı. 2013 yılında özel yetkili ve görevli ağır ceza mahkemelerinin haksız ve uzun tutukluluğa imkan veren kararları çokça tartışıldı. Tutuklu milletvekillerinin sorununu Anayasa Mahkemesi çözdü. 2013 yılı kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının çok sık tartışıldığı bir yıl oldu. Şubat 2014’te kabul edilen ve 6526 sayılı kanunla CMK 250 ve TMK 10.madde ile görevli Ağır Ceza Mahkemelerinin varlığına son verildi. TMK 10. maddesi kaldırıldı ancak TMK’nın kendisi olduğu gibi bırakıldı.

Türkiye cezaevlerinde 2013 yılı sonu itibari ile yaklaşık 144.178 mahpus olduğu açıklandı. Mahpusların 1987’si çocuk olup bunların 1558’i tutuklu, 429’u ise hükümlüdür. Toplam mahpusların 28898’i tutuklu, 115.280’i hükümlüdür. Adalet Bakanlığı tutuklu sayısını düşük göstermek için hükmen tutuklu dediğimiz grubu hükümlü grubu içerisinde göstermektedir. Bu durum Anayasaya aykırıdır. Çünkü kesin hükümle suçu sabit oluncaya kadar herkes masumdur. Bu nedenle hakkında karar verilip temyiz incelemesi Yargıtay da devam eden tutukluların hükümlü gibi gösterilmesi hukuka aykırıdır. Adalet Bakanlığı istatistik hilelerine son vermelidir.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonunda toplam mahpus sayısı 59.429 iken bu sayının 2013 yılı sonunda 144.178’e ulaşması Türkiye’deki infaz sisteminin insani olmadığını ve mahpusları çürütmeye dayalı olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda Türkiye’de adeta bir suç patlaması yaşanmakta olup, bu durumun geçiş dönemi ülkelerinde alınması gereken tedbirlerin alınmadığını da göstermektedir. Örneğin şiddet kültürü ile mücadele, silahlanma ile mücadele, ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele, kadına ve çocuğa yönelik şiddetle mücadele, sosyo-ekonomik bakımdan gelir düzeyi düşük olanların hayat seviyelerini yükseltme ile ilgili tedbirlerin alınmaması gibi.

2013 yılında gerek CMK 250 gerekse de TMK 10. madde ile görevli Ağır Ceza Mahkemeleri varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu mahkemeler TMK uyarınca çok geniş bir alandaki suç tiplerini yargılamaktadırlar. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2002 yılı sonunda 16.481 kişi aleyhine bu mahkemelerde dava açılmış iken, bu sayının 2012 yılı sonu itibari ile 32.367 kişi olarak açıklanması durumun vahametini göstermektedir. Hakkında dava açılan bu kişilerden 9.250’sinin Anayasal düzene ve işleyişine karşı suçlardan olması Türkiye’de TMK’nın ne kadar kötü kullanıldığını göstermektedir. Şubat 2014’te kabul edilen 6526 sayılı kanununla özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin kapatılmış olması sevindiricidir. Ancak TMK kaldırılmadığı sürece benzer sorunlar normal ağır ceza mahkemelerinde de devam edecektir.

2013 yılında da nefret suçları düzenlenmediği gibi ayrımcılıkla mücadele konusunda yeni bir adım atılmamıştır.

2013 yılında barış ve çözüm sürecinin etkisi ile olsa gerek gözaltı ve tutuklamalarda düşüş yaşanmıştır. 2013 yılında 456’sı çocuk olmak üzere 8541 kişi gözaltına alınmış, 115’i çocuk olmak üzere 709 kişi tutuklanmıştır. Bir önceki yılla mukayese ettiğimizde rakamlarda bir düşüş olduğu görülmektedir. Ancak özellikle Gezi Direnişi sürecinde yaygın gözaltı ve tutuklamalara başvurulmuştur.

MÜLTECİ VE SIĞINMACI HAKLARI

2013 yılında Türkiye’de bu alanda yabancılar yasasının kabul edilmesi ile yeni bir hukuksal durum yaratılmıştır. Ancak yasanın uygulanmasına henüz geçilmemiştir. 2013 yılında Suriye’deki iç savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan yaklaşık 800 bin Suriyeli’nin 200 bini 22 adet sığınmacı kampında tutulmuş, geri kalanı ise Türkiye’deki şehirlerde ve kırsal bölgelerde kendi kaderine terk edilmiştir.

AYRIMCILIK

2013 yılında Alevilere yönelik ayrımcı uygulamalar devam etmiştir. Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı kapsamında talepleri karşılanmamıştır. Özellikle Cem Evlerinin ibadethane statüsünün tanınması noktasındaki toplumdaki yaygın beklenti karşılanmamıştır. Hükümetin 4+4+4 eğitim sistemi ile ilgili yasası yürürlüğe girdikten sonra okullarda zorunlu din dersi uygulaması ile ilgili dayatmalar artmıştır. Nitekim Amasya Gümüşhacı köyde olduğu gibi din dersi öğretmenlerinin alevi çocuklara yönelik ayrımcı uygulamaları meydana gelmiştir. Ayrıca çeşitli kentlerde Alevilerin yaşadığı evlerin işaretlenmesi sureti ile Aleviler üzerinde korku yaratılmaya çalışılmıştır.

2013 yılında özellikle Kürtlere yönelik linç teşebbüsleri devam etmiştir. Afyon Sultandağı ve Karabük’teki linç teşebbüslerinden sonra HDP heyetinin Sinop ve Samsun’da kışkırtılan milliyetçi grupların saldırısına maruz kalması Türkiye’de özel harp unsurlarının faaliyetini devam ettirdiğini de göstermiştir.

2013 yılında da LGBTT bireylere yönelik ayırımcı uygulamalar devam etmiş, bu konuda mevzuatta herhangi bir iyileşme olmamıştır.

EKONOMİK VE SOSYAL HAKLAR

2013 yılında iş cinayetlerinin sayısının 1545’e çıkması korkunç bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu sayının 59’unun çocuk, 103’ünün kadın olduğu düşünülürse durumun ne kadar acıklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Türkiye’deki neo liberal ekonomi politikalarının geldiği yer maalesef burasıdır.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARINA YÖNELİK BASKILAR

2013 yılında da İHD MYK Üyesi Muharrem Erbey’in tutukluluğu devam etmiştir. 2013 yılında FİDH’in 38. Olağan Genel Kurulunun Türkiye’de yapılmasına karşın insan hakları savunucularının korunmasına karşı BM Bildirgesine uyulması noktasındaki taleplerimiz maalesef karşılık bulmamıştır. 2013 yılında Türkiye İnsan Hakları Kurumu ile insan hakları savunucularının diyalog ortamın kurulmuş ve böylece geleceğe dair olumlu çalışmalar yapılmasına dair bir zemin oluşturulmaya çalışılmıştır.

2013 yılı siyasal iktidarın otoriterlikten vazgeçmeye kolay kolay niyeti olmadığını göstermiştir. Özellikle 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasından sonra siyasal iktidarın otoriterliğini pekiştirecek yeni yasaları yürürlüğe koyması kaygılarımızı giderek arttırmıştır. Türkiye’nin sorunlarını çözebilmesinin tek yolu gerçek anlamda demokratik reformlar yapmaktır. Siyasal iktidarın her meseleye taktik yaklaşması ve sadece geçici tedbirler alması Türkiye’deki sorunların ertelenerek büyümesine sebep olmuş ve bir siyasal kaos ortamı doğurmasına yol açabilecek düzeye gelmiştir.

Ayrıca,

2013 İnsan Hakları Raporunu2013 Bilançosunu ve Gezi Raporunu linklerden görebilirsiniz.

 

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın