BASKI, ASİMİLASYON VE KATLİAM POLİTİKALARINA KARŞI EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK VE ADALET İÇİN 2 TEMMUZ’DA ALANLARDA BULUŞALIM!

Bundan tam 26 yıl önce içlerinde gençlerimizin, kadınlarımızın, çocuklarımızın, yazarlarımızın, sanatçılarımızın, semah dönen canlarımızın da olduğu 33 canımız, 33 aydın insanımız Sivas’ın ortasında tekbirler eşliğinde bütün devlet güçlerinin gözü önünde yakılarak katledildi.

Dönemin Sivas Belediyesi tarafından katliamdan birkaç gün önce şehrin içinde hiçbir yerde kaldırım çalışması gibi faaliyetler yok iken Madımak Otelinin çevresine kamyonlar dolusu parke taşları bırakıldı. Dönemin belediye başkanı katliam sırasında “gazanız mübarek olsun” diyerek katliamı adeta teşvik etti. Otelin önünde bulunan askerler ise katliamcı güruha herhangi bir müdahalede bulunmadan otelin önünden ayrılarak katliamın yolunu açtılar. Birkaç kişilik eylemlere dahi binlerce polisi yığan devlet o gün hiçbir polisi müdahale etmek için katliamın yaşandığı bölgeye göndermedi. Gelen birkaç polis de ya olayları izledi ya da katliamcılarla kol kola hareket etti. Medya ise işbirlikçi rolüne yakışacak şekilde gericilerle birlikte Aziz Nesin’in bazı sözlerini çarpıtarak etkinliklere katılan canlarımızı günlerce hedef gösterdi. Gericiler haftalar öncesinden bildiriler dağıtıp “kıyam” ve “katliam” çağrıları yaptılar.

Katliamın yaşandığı gün devlet yetkilileri saatlerce gerici güruhun toplanmasını ve kalabalıklaşmasını izlediler ve daha da ötesinde teşvik edip yönlendirdiler. Katiller önce etkinliğin yapıldığı Kültür Merkezine saldırdılar ancak buradan püskürtüldüler. Gerici katil güruh “kahrolsun laiklik, şeriat isteriz” , “şeriat gelecek zulüm bitecek” gibi sloganlar ve tekbirler eşliğinde otele yönelip kolluk güçlerinin gözü önünde katliamı gerçekleştirdiler.

Açıkça görüldüğü gibi Sivas Madımak Oteli Katliamı egemenlerin askeriyle, polisiyle, yargısıyla, medyasıyla, belediyesiyle, hükümetiyle organize ettiği ve ortaçağ artığı gerici katillerin tetikçiliğiyle hayata geçirdiği planlı bir katliamdı. Katliamdan sonra gerici katil güruh içinden sadece küçük bir grup hakkında dava açıldı. Uzun süren yargılamalar sonunda bu katillerin çoğu ya hiç ceza almadılar ya da küçük cezalarla kurtuldular. Haklarında dava açılan katillerin bir kısmı ise hiç bulun(a)madı. Daha sonra bu katillerin bazılarının Sivas’tan hiç ayrılmadan yaşamlarına devam ettikleri, hatta resmi olarak haklarında arama kararları olmasına rağmen evlendikleri, askere gittikleri, işe girip çalıştıkları, ehliyet aldıkları anlaşıldı. Bir kısmı da arama kararlarına rağmen ellerini kollarını sağlayarak yurtdışına çıktılar. Daha sonrasında devlet tarafından bulun(a)mayan bu katiller zamanaşımı kararıyla ceza almaktan kurtuldular. Dönemin başbakanı olan AKP Genel Başkanı ise bu karar için “hayırlı olsun” dedi. Sivas katillerinin avukatları AKP tarafından milletvekili, belediye başkanı, bakan ve hatta Anayasa Mahkemesi üyesi yapıldı. Sivas Katliamından bugüne kadar 26 yıl bu şekilde geçti.

Bugün ise siyasi iktidarı elinde bulunduran AKP, Alevi halkı da dahil olmak üzere toplumsal muhalefet kesimlerine karşı baskı ve tehdit politikalarına hız kesmeden devam ediyor. Gezi Direnişinden beri olağan bir şekilde rıza üreterek iktidarını devam ettirme şansı kalmayan AKP, ülkeyi baskıya dayalı OHAL rejimiyle yönetmektedir. OHAL’in sadece ismi kaldırılmış ama uygulamaları aynen devam etmiştir. 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe kalkışması bastırıldığı halde bunun bahanesiyle ilan edilen OHAL’den sonra çıkarılan KHK’larla yüzbinlerce insan haksız yere işinden atılmış, muhalif basın yayın organları kapatılmış, on binlerce insan hukuksuz kararlarla tutuklanmış, ve daha bir çok ihlale maruz bırakılmışlardır. Bu haksızlığa boyun eğmeyip direnen insanlara da polis şiddeti ile karşılık verilmiştir. AKP iktidarı Kürt sorununda demokratikleşmeyi değil güvenlik eksenli savaş politikalarını esas almaya devam etmektedir. Bu savaş politikaları nedeniyle birçok insan hayatını kaybetmiştir. Roboski’de sivil yurttaşlarımız uçaklardan atılan bombalarla acımasızca katledilmişlerdir. Uzun süreli ve kesintisiz sokağa çıkma yasakları adı altında Cizre’de, Sur’da ve daha birçok yerde yüzlerce sivil yurttaşlarımız hayatını kaybetmiş ve tarifsiz acılar yaşamışlardır. Katledilen çocuklar buzdolabında saklanmıştır, Taybet Ana’nın cenazesi günlerce yerde kalmıştır. On binlerce ev ve işyeri yıkılmış, yüzbinlerce insan yerinden edilmiştir. Savaşa karşı çıkan 103 barış güvercinimiz Ankara Garı önünde devlet görevlilerinin göz yumması sonucu cihatçı çete yapılanması olan İŞID militanlarının canlı bomba saldırısı sonucu katledilmişlerdir.  Kürtlere dönük ötekileştirici ve ayrımcı politikalar artık bütün Kürtleri terörist ilan eden söylemlere kadar varmıştır. Cezaevlerinde aylarca devam eden açlık grevlerinin başta çözülme imkanı varken bu yapılmamış ve tecrit protestosu nedeni ile 8 yurttaşımız hayatını kaybetmiştir. Osmanlı dönemi ve Cumhuriyetin tekçi düzeni 16 Nisan 2017 tarihli Anayasa referandumu ile otoriter tekçilik düzenine dönüştürülmüştür. Toplum üzerinde inşa edilen otoriter tekçi iktidar ilişkisine karşı güçlü bir demokrasi mücadelesi verilmesi kaçınılmazdır. AKP iktidarı son yerel seçim sonuçlarından da açık bir şekilde görülebileceği gibi halk desteğini hızla kaybetmektedir. Bu gerçeği gören AKP iktidarı daha da otoriterleşmektedir. Bunun en bariz örneğini Çubuk’ta bir asker cenazesinde yaşadık. Cenazeye katılan CHP Genel Başkanı ırkçı, faşist ve gerici bir güruh tarafından saldırıya uğramış, linç edilerek öldürülmek istenmiştir. Saldırganların içinde bulunan bir kadın Kılıçdaroğlu’nun sığındığı evi hedef göstererek “evi yakın” diye bağırmıştır. Bu bize Madımak Katliamında yaşadığımız dehşeti ve acıyı tekrar hatırlatmıştır. Bunun dışında Devlet güçlerinin saldırının öncesinde saldırganların önünü açacak ve ötesinde onları teşvik edecek şekilde hareket etmeleri de bize Madımak Katliamını hatırlatmıştır. Saldırının sonrasında ise saldırganlar hızla serbest bırakılmışlar, AKP’nin kimi yetkilileri tarafından elleri öpülerek karşılanmışlardır. Bu da saldırının planlı ve devlet destekli Madımak benzeri bir katliam girişimi olduğunu göstermektedir. Bu saldırıdan sonra birçok gazeteci ve yazar saldırıya uğramış ama saldırganların hepsi serbest bırakılmışlardır. Bugün toplumun çeşitli görüşlerden muhalif kesimlerinin hiçbir can güvenliği kalmamıştır. Başını AKP’nin çektiği ve MHP destekli iktidar tehditle ve baskıyla toplumu sindirerek egemenliğini devam ettirmeye çalışmaktadır.

Toplumsal yaşam AKP iktidarı eliyle hızla dini referanslara bağlanmaya çalışılıyor. Devletin artık şeklen kalmış olan sınırlı laik niteliği bütünüyle ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Seküler yaşam biçimleri iktidar tarafından hedef alınıyor. Eğitimde akıl, bilim, eleştiri ve sorgulamanın yerine akıldışı dogmalara dayalı bir anlayış getiriliyor. Çocuklarımız sürekli taciz ve tecavüzle anılan dinci vakıflara teslim ediliyor.  Ülkemizin bütün kamusal kaynakları emperyalistlere ve yandaş sermaye gruplarına peşkeş çekiliyor. Doğa sermayenin çıkarları doğrultusunda talan ediliyor. Bunların yanında ekonomik kriz giderek derinleşmekte, krizin faturası işçilere ve emekçilere kesilmekte, işten atılmalar yaygınlaşmakta, sürekli gelen zamlar nedeniyle yaşam halkımız için her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Krizle mücadele adı altında gündeme getirilen programla kıdem tazminatı başta olmak üzere işçi sınıfının tarihsel kazanımlarının kaldırılması hedeflenmektedir. 

  Aleviler üzerindeki bin yıllık asimilasyon ve yok etme politikaları AKP iktidarı tarafından da hevesle uygulanıyor. Alevilerin Kutsal Mekanları ya çeşitli şekillerde yok ediliyor ya da çeşitli gerekçelerle ellerinden alınarak Siyasal islamcı yapılara teslim ediliyor. Cemevlerinin ibadethane statüsü tanınmıyor. Alevi çocuklarına zorla din dersleri dayatılıyor. Dersim, Maraş, Çorum, Sivas ve Gazi Katliamlarının üzeri devlet tarafından ısrarla örtülüyor. Alevi köylerine zorla Cami yapılıyor. Cami olmayan köylere hizmet götürülmüyor. Kamuda inanç ayrımcılığı güvenlik soruşturması adı altında giderek artıyor, Alevi gençleri  kimliklerinden dolayı işe alınmıyor. Birçok insan baskı ve ayrımcılıktan dolayı toplumsal yaşamda Alevi kimliğini gizlemek zorunda bırakılıyor. 

2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Katliamı özünde sadece Alevilere karşı değil; ezilen, ötekileştirilen, dışlanan, yok sayılan bütün toplumsal kesimlere  karşı yapılan bir katliamdır. O yüzden ezilen, ötekileştirilen, dışlanan ve yok sayılan herkesi zulme karşı ortak mücadeleye çağırıyoruz. Gelin hep birlikte 2 Temmuz’da tek adam rejimine, faşizme, ırkçılığa, gericiliğe ve baskı politikalarına karşı laikliği, özgürlüğü, eşitliği, adaleti, barışı, demokrasiyi ve halkların kardeşliğini savunarak katliamda yitirdiğimiz canlarımızı analım.  Gelin 2 Temmuz’da acılarımızı ortaklaştıralım. Acılarımızı paylaşarak azaltalım.   Gelin hep birlikte dayanışmayı ve mücadeleyi büyütelim. Büyütelim ki bize bu acıları yaşatanlardan hesap sorabilelim. Bütün halkımızı bir daha böyle acıları ve katliamları yaşamamak için 26.yılında Sivas Madımak Katliamında yitirdiğimiz canlarımızı meydanlarda ve alanlarda anmaya davet ediyoruz. Alevi önderi Pir Sultan Abdal’ın “Dönen Dönsün Ben Dönmezem Yolumdan” şiarıyla Sivas Madımak Katliamının 26.yılında Sivas Madımak Oteli önünde buluşalım.

Sivas Madımak Katliamını Unutmadık Unutmayacağız!

Sivas’ın Işığı Sönmeyecek!

Madımak Utanç Müzesi Olacak!