İHD 30 Yaşında

İHD 30. Kuruluş yılını bugün geride bırakıyor.

Bilindiği gibi, İHD, 30 yıl önce, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin sıkıyönetim ortamında, sol görüşlü mahpusların, özellikle anne ve kadınların öncülüğünde ve kuruculuğunda bir araya gelen insan hakları savunucusu akademisyenler, yazarlar, aydınlar, gazeteci, öğretmen, doktor, mimar, mühendis ve avukatlar tarafından kuruldu.

Kurulduğu günden beri Türkiye’deki darbelerle ve darbe düzeniyle mücadele etti. Bu mücadelesini kesintisiz olarak sürdürdü.

İHD 30. Yılına 2 gün kala yine ciddi bir askeri darbe girişimi ile karşılaştı. Bu konudaki tutumumuzu ve görüşlerimizi 16 Temmuz günü TİHV ile birlikte yaptığımız ortak açıklamada dile getirdik. Türkiye ne yazık ki İHD’nin 30. Kuruluş yılında da demokrasinin en büyük düşmanı olan darbe tehdidinden kurtulamamıştır.

Darbe girişimine karşı Türkiye’deki siyasal ve toplumsal kesimlerin bir bütün olarak göstermiş olduğu tepki belki de en önemli kazanımımız olmuştur. Ancak siyasal iktidarın anti demokratik uygulamaları ve Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’yi fiili başkanlık modeli ile yönetme arzusu ve pratiği, demokrasinin önündeki ciddi sorun olarak varlığını korumaktadır.

İHD kurulduğu günden beri Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorunları olduğunu sürekli söylemektedir. Bu sorunların en önemli halkasını ise Kürt sorunundaki çözümsüzlük oluşturmaktadır. Türkiye’nin ideolojik ulus devletteki ısrarı Cumhuriyet’in demokratikleşmesi önündeki en büyük engellerden biridir. Bu ulus devlet Türk etnisitesine ve sünni Müslümanlığa dayanmakta diğer etnik ve inanç kesimlerini dışlamaktadır. Halbuki, Türkiye toplumu tekçi değil, çoğulcu etnik, dinsel, dilsel özellikler taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti farklı etnik, inanç ve dil gruplarının varlığını resmen kabul edip anayasasını buna uygun olarak yeniden yaptığında demokratikleşmesini sağlayabilecektir. Bunun için de Kürt sorununda izlediği şiddet ve savaş politikasını terk ederek, barışa yönelmeli ve bu çerçevede diyalog ve müzakere yoluyla sorunlarını demokratik zeminde çözmelidir.

Darbe tehdidinin devam ettiği bu günlerde tek çıkış yolu demokrasi ve insan hakları değerlerine bağlı barışçıl politikalar izlenmesindedir.

Yukarıdaki belirlememiz, aynı zamanda Türkiye’nin geçmişle yüzleşme sorunu olduğu saptamasını da içermektedir. Geçmişle yüzleşme ve hesaplaşmanın en önemli boyutlarından birisi de darbelerle ve darbe düzenleriyle yüzleşme ve hesaplaşmadır.

Yüzleşmenin ve hesaplaşmanın gerçekleşmemesi genel olarak bütün ihlal türlerinde ve o arada darbelerin de tekrarlanması sonucunu doğuruyor. Neredeyse bütün ihlal türlerinin tekrarlanması sorunun sistemik oluşundan kaynaklanmaktadır. O nedenle tekrarlamak zorundayız: Türkiye’nin temel sorunu insan halkları ve demokrasi sorunudur. Türkiye hızla demokrasi ve insan hakları standartlarını evrensel değer ve ilkelerle uyumlu hale getirmelidir. Bütün sorunlarını barışçıl metotlarla ve insan hakları standartlarına bağlı olarak çözmelidir.

İnsan hakları mücadelesinde yitirdiğimiz arkadaşlarımıza ne yazık ki son olarak sevgili Tahir Elçi arkadaşımızı da ekledik. Barışın elçisine gerçekleştirilen suikast Kürt sorununda izlenen şiddet politikasından bağımsız değildir. Kendisini ve öldürülen diğer insan hakları savunucularını sevgi ve minnet ile anıyoruz.

Yukarıda değindiğimiz yüzleşme ile bağlantılı başka bir konu da cezasızlık politikası ve kültürüdür. Türkiye’de insan haklarını savunmanın önündeki en büyük engellerden birisi de cezasızlıktır. Türkiye geçmişi ile yüzleşememiş ve ağır insan hakkı ihlallerini gerçekleştirenleri yargılayamamış bir ülkedir. Bu ülkede cezasızlık bir devlet politikası haline gelmiştir. Öyle ki 12 Eylül darbesini gerçekleştiren darbecilerin mahkûmiyeti Yargıtay tarafından onanmamış ve dava düşürülmüştür. Bu olay bile 15 Temmuz günü darbe girişiminde bulunan askerlere cesaret vermiş olabilir.

Türkiye’de insan haklarının güvence altına alınabilmesi için gerçek bir geçmiş ile yüzleşme yaşanmalı, bunun için bir hakikat ve adalet komisyonu kurulmalıdır. Bu kapsamda Ermeni Soykırımı, Dersim Soykırımı tanınmalı, gözaltında kayıpların akıbeti araştırılmalı, faili meçhul cinayetlerin tamamı aydınlatılmalı, yargısız infazları gerçekleştirenler başta olmak üzere yaşam hakkı ihlallerinden sorumlu olanlar ve işkencecilerin yargı önünde hesap vermesi sağlanmalıdır.

Söylenecek elbette çok şey var. Ancak 30 yıllık insan hakları mücadelesinin kazanımları küçümsenmemelidir. Türkiye insan hakları hareketi dünya insan hakları hareketi ile birlikte her türlü hak mücadelesini yürütebilecek ciddi bir kapasiteye ulaşmıştır.

İnsan Hakları mücadelesinin yanı sıra demokrasi mücadelesini yürüten demokrasi güçleri ile birlikte daha güçlü olduğumuz unutulmamalıdır.

İHD, 30 yıl boyunca, siyasal iktidarların, demokrasi dışı ve insan haklarına aykırı her türlü yönelimine ve baskısına karşı mücadele etmiştir. Bugün de bu mücadele azim ve kararlılığını taşımaktayız.

Yaşasın insan hak ve özgürlükleri!

Yaşasın insan hakları ve demokrasi mücadelemiz!

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

 

Bir cevap yazın