İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi (OBS) ve İHD Raporu- Süregelen Baskılar Sivil Toplumun Varlığı ve İşleyişini Tehlikeye Atıyor

 İnsan hakları savuncuları, sivil toplum ve diğer bağımısız seslere yönelik baskılar hakkındaki serinin ikinci raporu, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) üye kuruluşu İnsan Hakları Derneği (İHD) ile İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi (FIDH-OMCT) tarafından bugün yayımlandı. Rapor, örgütlenme özgürlüğünü kısıtlayan ve sivil alanının giderek daralmasına yol açan baskıcı uygulamaları gözler önüne seriyor.

Raporun yayımlandığı bu günde, FIDH üyesi Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın eski başkanı Şebnem Korur Fincancı ve diğer iki gazeteci ve hak savunucusunun, terör suçlamalarıyla 14 yıla kadar hapisle yeniden yargılanıdığı Özgür Gündem davasının ikinci durşuşması görülecek. Bu dava sivil toplum ve medyaya yönelik baskılar açısından sembolik bir önem taşıyor. Gözlemevi ve İHD, Türkiye Hükümetine, sivil topluma yönelik baskılara son verme ve demokratik bir toplumda sivil toplumun oynadığı temel rolü tanıma çağrısında bulunuyor. Ayrıca uluslararası aktörleri, Türkiye’deki sivil toplum ve hak savunucularına destek olmaya davet ediyor.

2016 – 2018 yılları arasında hüküm süren ve sivil toplum üzerindeki etkileri hala ağır bir şekilde hissedilen OHAL rejimi yoğun bir baskı ve korku iklimi yarattı. Sivil toplum aktörleri ve hak savunucularının yargısal tacizi hız kesmeden devam ederken Gözlemevi ve İHD’nin “Türkiye’de Tehlike Altındaki Sivil Toplum: Örgütlenme Özgürlüğü ve Daralan Sivil Alan” isimli raporu, çeşitli hukuki ve pratik zorlukları ele alıyor. Raporun bulguları Türkiye’deki sivil toplum için elverişli bir ortam sunamayan devletin sadece bu konudaki kusurunu değil, sivil toplum faaliyetlerini baltalamak için sarfettiği yoğun çabayı da teşhir ediyor. Bu çaba, sivil toplum aktörleri ve hak savunucularına yöneltilen ve onları yabancı ülkelerin çıkarlarına hizmet edermiş, ulusal güvenliği baltalarmış ve/veya terör örgütleriyle hedef birliği kurarmış gibi sunan düşmanca söylemlerle de kendini gösteriyor. Bu kapsamda, hükümetin LGBTİ+ bireyleri hedef alan nefret söylemleri de hız kesmeden devam ediyor. Bu söylemler aynı zamanda “LGBTİ+ ideolojileri desteklediği” ve “Türkiye’nin aile yapısına zarar verdiği” gibi iddalarla, Türkiye’nin yakın zamanda kadınları şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinde de etkili olmuştu.

Bu yaftalayıcı söylemler, ceza yargısı sisteminin kötüye kullanılması için gerekli ortamı oluşturarak sözde “suçlu” birey ve örgütlere yönelik baskıların meşruymuş gibi gösterilmesi amacına hizmet ediyor. Sivil toplum aktörleri ve hak savuncuları, temel insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunmak için yaptıkları meşru çalışmalar nedeniyle sık sık, temelsiz ve mesnetsiz ceza soruşturmalarına ve/veya kovuşturmalarına maruz bırakılıyor ya da keyfi tutuklamalar, seyahat yasakları ve kamu görevinden uzaklaştırılma gibi çeşitli tedbirlerle yıldırılmaya çalışılıyor. Gerçekten de geçtiğimiz aylarda İçişleri Bakanı’nın İHD’yi hedef gösteren söylemleri ile İHD Eş Genel Başkanları Eren Keskin ve Öztürk Türkdoğan’a yönelik yargısal tacizler hak savunucularının açıkça ve politik saiklerle hedef alındığına yönelik kaygıları artırıyor. Eren Keskin’in mahkumiyet kararında yer alan “milli bir insan hakları anlayışının” gerekliliği yönündeki ifadeler ise yargının  siyasallaştığı yönündeki endişeleri daha da körüklüyor.

Raporun bulguları, sivil toplum aktörlerinin kendilerine orantısız yükler bindiren karmaşık idari düzenlemelerin gereklerini yerine getirmek için mücadele ettikleri bir ortamın varlığını da ortaya koyuyor. Bu bürokratik yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediği yetkililer tarafından çok sıkı bir şekilde takip edildiği gibi siyasi saiklerle sık sık yapılan yoğun denetimlerle sivil toplum örgütlerine baskı uygulamak için bahane olarak kullanıldığı yönünde tanıklıklar da bulunuyor. Dahası, başta 7262 sayılı Kanun olmak üzere son yapılan kanun değişiklikleri, hükümetin sivil toplum üzerindeki denetim ve kontrol yetkilerini, sıklaştırılan denetimler yoluyla artırdığı gibi yetkililere belli suçlamalardan kovuşturulan sivil toplum çalışan ve yöneticilerini görevden alma ve hatta dernek faaliyetlerini durdurmak gibi önlemlere başvurarak sivil toplum örgütlerinin çalışmalarını baltalama olanağı da veriyor.

Kısıtlayıcı düzenlemeler, düşmanca ortam ve kurumsal yetersizlikler gibi sebeplerle farklılaştırılmış fon fırsatlarının noksanlığı da sivil toplum örgütlerine, faaliyetlerini sürdürme ve finansal sürdürülebilirliklerini sağlamada ilave güçlükler yaratıyor. Bununla birlikte kamu fonları giderek artan ölçüde yeni türeyen hükümet yanlısı kuruluşlara yönlendiriliyor. Gerçekten de politika oluşturma alanlarında bağımsız sivil toplum örgütlerinin yerini, giderek hükümet yanlısı aktörler alıyor ve bunlar, yetkililerin eylemlerine meşruiyet kazandırma görevi üstlenen alternatif bir sivil toplum olarak teşvik ediliyor. Bunların bir sonucu olarak, yetkililerle anlamlı diyalog fırsatlarından mahrum kalmış birçok sivil toplum aktörü ve hak savunucusu bugün sivil toplumun ana misyonunun içinin boşaltılmış olduğuna inanıyor. Bu durum ise halihazırda daralan sivil alan sebebiyle yoğun baskı altında olan sivil toplum aktörlerinin fiziksel ve psikolojik tükenmişliklerini derinleştirirken faaliyetlerini sürdürebilme dirençlerini de olumsuz yönde etkiliyor.

FIDH Genel Başkan Yardımcısı ve İHD temsilcisi Reyhan Yalçındağ, “Türkiye’deki sivil toplum aktörlerinin ve hak savunucularının gösterdikleri tüm cesaret ve dirence rağmen, bu raporda betimlenen birikmiş güçlükler, bu direnci ve hatta, zaman zaman, bizzat onların varlıklarını riske atıyor,” dedi. Ayrıca “içinde bulunulan durumda, her çeşit uluslararası destek ve dayanışmanın, sivil toplum aktörlerinin ve hak savunucularının ayakta kalabilmeleri açısından büyük önem taşıdığını” da ekledi.

Bu bulgular kapsamında, raporda Türkiye Hükümetinin ve uluslararası aktörlerin dikkatine bir dizi tavsiye sunuluyor. Bu tavsiyeler, Türkiye’deki sivil toplum aktörlerinin ve hak savuncularının dile getirdiği meşru kaygılara bir ses verme amacını güdüyor.

OMCT Genel Sekreteri, Gerald Staberock ise “uluslararası aktörlerin, özellikle de Avrupa Birliği’nin, Türkiye ile ilişkilerine hiçbir şey olmamış gibi devam edemeyeceğini ve Türkiye’de sivil toplumun ve hak savuncularının giderek kötüleşen durumuna bir çözüm getirmek amacıyla gerekli adımları atması, bu amaçla hem diplomatik kanallardan hem de sivil topluma uygun destekleri vererek, baskı yapması gerektiğini” belirtti.

Bu rapor, AB tarafından fonlanan “Türkiye’deki Hak Savunucularına Kapsamlı Destek” programı kapsamında, Türkiye’de daralan sivil alan konusunda yayınlanan iki rapordan oluşan serinin ikincisidir. Bu program, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu’nun (FIDH) başını çektiği ve Dünya İşkenceyle Mücadele Örgütü’nün (OMCT) de aralarında bulunduğu uluslararası STK’lardan oluşan bir konsorsiyum tarafından yürütülmektedir. Program, Türkiye’deki insan hakları savunucularına ve sivil topluma, karşılaşılan güçlüklerin raporlanması da dahil olmak üzere, çeşitli yollarla destek sunmayı ve onların kapasitesini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Temmuz 2020’de yayınlanan ilk rapor, toplantı ve gösteri özgürlüğüne odaklanmaktadır.

Raporun tamamı için: OBS-İHD Türkiye’de Tehlike Altındaki Sivil Toplum-Örgütlenme Özgürlüğü ve Daralan Sivil Alan