İnsan Haklarını Korumak (İHD Pratiği)

Hüsnü Öndül

Not: Bu makale 8 Aralık 2002 tarihinde yazılmıştır.

İnsan haklarını korumada iki temel güce gereksinim duyulduğu genellikle kabul edilir. Bu iki güç,
a) hukukun gücü, başka bir anlatımla hukuk yoluyla koruma,
b) Demokratik kamuoyu gücü ya da demokratik kamuoyu yoluyla koruma olarak adlandırılabilir.
Yazımızda, hukuk yoluyla korumadaki ulusal ve ulusalüstü mekanizmaların ve usullerin neler olduğuna kısaca değinecek, demokratik kamuoyu gücü kavramı altında, insan hakları örgütlerinin özelde de İHD’nin 16 yıllık pratiğini değerlendirmeye çalışacağız.

A) İnsan haklarının hukuk yoluyla korunması:

Bilindiği gibi İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin Başlangıç maddesinde, hukuk düzeninden söz edilir. Bu dünyadaki eşitsizliklerin giderilmesi, insanların şiddet araçlarını da kullanarak başkaldırı yolunu seçmemesi ve savaşların ortadan kaldırılması için bir koşul olarak görülür. İnsanlar dünyanın her yerinde Bildiri’de yer alan haklara, özgürlüklere sahip olacaklar ve bu hak ve özgürlükleri hukuk düzeni tarafından korunacak, böylece insan olma onuruna sahip olmaklık bakımından hem eşitlik sağlanacak hem de hakları ve özgürlükleri tanınmış, tanımlanmış ve kullanılması güvence altına alınmış olacaktır. Bildiri içeriğindeki hukuk düzenine ilişkin maddeler ile başlangıç maddesindeki, “İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için insan haklarının hukuk düzeni ile korunmasının temel bir gereklilik olması”nı bu çerçevede yorumlamak gerekir.

İnsan haklarının hukuk yoluyla korunmasında iç hukuk ve ulusalüstü hukuk ayrımını da yapmak durumundayız. Böyle olması da doğal karşılanmalı. İnsan haklarının evrenselliği genel kabul görmüş bir tezdir. İnsan hakları hiçbir ülkenin iç sorunu olarak görülmemesi, tüm dünyada insan haklarının korunması ve gözetilmesi anlamana gelmektedir. Belirtilen durumda, evrensel ölçekte, bölgesel ölçekte, sözleşme ve mekanizmalarla insan haklarının hukuk yoluyla korunmasından söz edebiliriz. İç hukuk bakımından koruma, insan haklarının iç hukuktaki düzenlemelerle korunmasını gündeme getirir. Bu en başta, o ülkenin hukuk düzeninin “insan hakkı” olarak kabul edilen hakları bir biçimde tanıması ile olanaklıdır. Ya maddi yasalarda hakların yansıtılması ya da taraf olunan sözleşmelerdeki hakların doğrudan doğruya uygulanması yoluyla mümkün olabilecektir. Ancak bu noktada, iç hukuk düzeninin insan haklarını ve temel özgürlükleri korumaya elverişli, etkin örgütlenmesi önem taşır. Hukuk korumasına, maddi yasalar ile ilgili boyutu yanında yargının öne çıkan özelliği nedeniyle yargısal koruma da diyebiliriz. Bağımsız ve tarafsız yargı temeldir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, insan haklarının hukuk yoluyla korunmasında bölgesel korumaya örnek olarak gösterebiliriz. Sözleşmenin yapılandırdığı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi örneğin Türkiye kamuoyu tarafından bilinmektedir. Herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı giderek artan bir ilgi ile, iç hukukta sorununa çözüm bulamadığında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaktan söz edebiliyor. Bu yolu artı güvence olarak görüyor. Yine bölgesel bir sözleşme olan Avrupa İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi çerçevesinde İşkenceyi Önleme Komitesi, yargısal koruma dışında, yarı yargısal organlar tarafından insan haklarının korunmasında önemli işlevleri olan bir mekanizmadır. Özellikle Türkiye’deki ölüm oruçları dönemindeki ziyaretlerinde, gözaltı birimlerine yaptığı baskınlar ve hazırladığı raporlarla, Komite etkisini göstermiştir.

Birleşmiş Milletler ekseninde de hukuk yoluyla koruma mekanizmaları bulunmakta. Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşme çerçevesinde oluşturulan, İnsan Hakları Komitesi, Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi çerçevesinde Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi, Her Türlü Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Sözleşmesi çerçevesinde Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesi, Kadınlara Karşı Her Tür Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşme çerçevesinde Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, İşkence ve Diğer Acımasız, İnsanlık Dışı ve Onur Kırıcı Muamele veya Cezalandırmaya Karşı Sözleşme çerçevesinde İşkenceye Karşı Komite ve Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde Çocuk Hakları Komitesi’ni bu çerçevede sayabiliriz.

B) İnsan haklarının kamuoyu gücüyle korunması:

İnsan haklarının korunmasında, insan haklarının bilgiye dayalı olarak kavranmasının önemi yadsınamaz. İnsan haklarını bilgiye dayalı olarak kavrayabilmek, ilk bakışta “okulu” akla getirebilir. Kuşkusuz her yaş grubundan insanın eğitimi ve özellikle çocukların insan hakları eğitimi önemlidir ve bu konuda geliştirilmiş teknikler de bulunmaktadır. Ancak Türkiye örneğinde olduğu gibi, devletlerin okullardaki insan hakları eğitimi ile ilgili programlarında ciddi sorunlarla karşılaşma riski bulunmaktadır. Seçilen kitaplardaki insan hakları anlayışı tek bir anlayıştır. Neredeyse birbirinin kopyası ders kitapları bulunmaktadır. Üstelik ders kitapları, vatandaşlık ve insan hakları dersi olarak verilmekte, vatandaşlık bölümü tamamen militarist zihniyeti çocuklara aşılamaya yönelik bir içerik taşımaktadır. Okullarda, vatandaşlık derslerinde ödevlerden söz edilmektedir. Askerlik yapmak, vergi vermek ödevlerinden. Ayrıca, içeriği yurttaşlar tarafından bilinmeyen milli güç unsurları, milli güvenlik, milli güvenlik siyaset belgesi gibi kavramlar ezberletilmeye çalışılmaktadır. Üstelik, çerçevesi 12 Eylül Askeri Darbesi ile çizilmiş anti demokratik, otoriter özellikli Anayasa ve yasaların ne denli demokratik bir içeriğe sahip oldukları ve insan haklarına ne denli saygılı bir sisteme sahip olduğumuz çocuklara aşılanmaya çalışılmaktadır. Durum böyle olmasına karşın, kimi insan hakları belgelerinin bilgisinin verilmesi, kimi araştırma konularının ve soruların çocuklara ödev olarak verilmesi, çocukları ve velileri araştırmaya sevketmektedir. Bu durum çocukların haklar ve özgürlüklerin bilgisine ulaşma olanağını artırmakta, radyo ve televizyonlara yansıyan olaylarla o belgelerdeki hakları ve özgürlükleri karşılaştırarak uygulamalara yönelik soru sormalarına yol açmaktadır. Ayrıca ders kitaplarında insan hakları konusu tartışmaya da açılmıştır.

İnsan haklarının korunması için, tek başına devletlerin hukuk düzenlerini insan haklarına dayandırması yetmemektedir. O devletlerin yurttaşlarının, haklarının ve özgürlüklerinin bilincine sahip olması gerekir. Dolayısıyla, hakların ve özgürlüklerin çıplak bilgisine sahip olmaktan değil, kavramadan söz etmek durumundayız. Bu ise, “tek başına okulda öğrenilen şey” olmaktan çıkarır insan haklarını..,

İnsan haklarının kamuoyu gücüyle korunmasını iki boyutlu düşünmek durumundayız: her bir ülkenin iç kamuoyu ve uluslararası kamuoyu. Türkiye’de de dünyada da insan haklarının kamuoyu vardır. Özel olarak insan hakları konularına duyarlı ve bu konulardaki gelişmeleri izleyen, örgütlenen, tepkiler ortaya koyan bir kamuoyu her iki alanda da bulunmaktadır. Bu da insan haklarının evrenselliği tezine uygun bir gelişmedir. Örnek olsun, tüm dünyada yaygın örgütlenmesi ve belirli hak kategorilerinde ısrarlı, sürekli ve düzenli çalışmalarıyla Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü), FIDH (Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu), Artıcle 19, Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü), IHF (Uluslararası Helsinki Federasyonu) sayılabilir… Bu ve benzeri örgütlerin Birleşmiş Milletler organlarında Birleşmiş Milletler Şartı’ndan kaynaklı danışmanlık statüleri de bulunmaktadır. Aynı şekilde her bir ülkede de ulusal insan hakları örgütleri bulunmaktadır. İnsan hakları örgütlerinin insan hakları belgelerine yansımış konumlarını çeşitli belgelerde görebiliriz. AGİT 1991 Moskova Belgesi, BM Viyana İnsan Hakları Konferansı Belgesi (1993), BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi (1998) sayılabilir.

C) Türkiye insan hakları hareketi

Türkiye’de insan hakları alanındaki ilk örgütlenmeler, 1940’lı ve 60’lı yıllara dayanıyor. Üç ay gibi kısa ömürlü oldu bu örgütler. 12 Eylül 1980 darbesi ile tüm Türkiye’de sıkıyönetim ilan edildi. Dernekler, siyasi partiler, sendikalar kapatıldı. 650 bin kişi gözaltına alındı. İşkence sonucu 123 kişi yaşamını yitirdi. İşte bu koşullarda, tutuklu ve hükümlü aileleri cezaevlerinde yaşanan sorunlardan kaynaklı olarak harekete geçtiler. Bir arayış başlamıştı. Yeni bir örgütlenmeye gidilmeliydi. Başta işkence olmak üzere cezaevleri sorunları ile ilgilenecek bir örgütlenme. Giderek bu arayış, avukatları, hekimleri, gazetecileri, akademisyenleri, yazarları kapsadı. Yıl 1985 idi ve tüm bir yıl boyunca, özellikle Ankara ve İstanbul’da tartışmalar yoğunlaştı. Öncelikle dernek modelinde bir örgütlenme konusunda ortak görüş oluştu. İkinci olarak, bu örgütün ilgi alanı yalnızca cezaevi ve yalnızca işkence ile sınırlı olmayacaktı. Bu bir insan hakları örgütü olmalıydı ve tüm insan hakları alanlarını ilgi alanında tutmalıydı. Üçüncü ve temel tartışma noktalarından birisini, dernek formatındaki örgütlenmenin şubeli mi olacağı yoksa sınırlı sayıda kurucu ve üyesinin bulunduğu bir modelde mi örgütleneceğiydi? Bu tartışma da aşıldı. Şubeli, dolayısıyla yaygın örgütlenmeye dayalı ve çok üyeli bir yapısı olmalıydı bu derneğin. Adı, Ankara’da Onur İş Hanında, Ekin Bilar’ın bürosunda geniş katılımlı bir toplantıda kondu. “İnsan Haklarını Koruma Derneği” “İnsan Haklarını Savunma Derneği”, gibi sıfatları içeren öneriler tartışıldı. İnsan Hakları Derneği adında karar kılındı. İşlemlerini tamamlayan 98 kişi, kurucu sıfatını kazandı. 17 Temmuz 1986 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na verilen dilekçe ile İHD tüzel kişilik kazandı. İçişleri Bakanlığı, insan hakları gibi geniş bir alanda dernek kurulamayacağını, 2908 sayılı yasanın 1. maddesinde tek bir amaç için dernek kurulabileceğini, oysa İHD’nin amacının çok geniş, genel ve soyut olduğu belirtiliyordu. İtirazlar aşıldı. Derneğin amacı tüzüğünün 2. maddesinde şöyle belirlendi: “derneğin tek ve belirli amacı, ‘insan hak ve özgürlükleri’ konusunda çalışmalar yapmaktır.” İnsan hakları kavramının Türkiye’de popüler bir kavram olarak duyulmaya başlanacağı bir süreç başlamıştı. Çok hızlı bir gelişme kaydedildi şubeleşme yolunda. Örneğin, 1988 yılında 16 şube birden kuruluyordu. Paneller, sempozyumlar, protesto gösterileri, raporlar düzenliyordu İHD. İHD, 1989 yılında çok önemli bir kurumun Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kurulması kararını alıyordu. Vakıf, işkence görenlerin tedavisi ile uğraşan bir uzmanlık örgütü olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Alanında tüm dünyada tanınan bir örgüt yaratılmıştı böylece. İHD, 1987 ve 1999 yıllarında iki kez ölüm cezasına karşı kampanya düzenledi. Dört kez düşünceye özgürlük, iki kez DGM’ler kapatılsın, iki kez genel af, iki kez barış, bir kez kayıplar bulunsun, bir kez 1402’likler kampanyası düzenledi.

16 yıl boyunca, yalnızca genel merkez etkinliği olarak tam 68 değişik konulu, konferans, kurultay, sempozyum, panel, yürüyüş, gece düzenledi.
Her ay, her yıl insan hakları raporları yayınladı. Aylık bültenler ve 30’a yakın kitap yayınladı.
Avukatlar için 1994 yılında “Hukukçuların Bireysel Başvuru Hakkı Açısından Eğitimi”, 1995 ve 1996 yılında öğretmenler için, “Eğiticilerin Eğitimi”, 1999-2000 “İnsan Hakları Aktivistlerinin Eğitimi”, 2001-2002 “Mülteci Hakları” projelerini uyguladı.
Türkiye’deki belli başlı ulusal insan hakları örgütlerini, İHD (1986), TİHV (1990), Mazlum-Der (1990) ve TİHAK (1999) olarak sayabiliriz.

1-İHD’nin Örgütlenme modeli ve çalışma tarzı:

Genel Kurul en yüksek organdır. Şubelerde üyeler ve Genel Merkez’de ise delegelerin katılımından oluşur. Genel Kurullar iki yılda bir gerçekleştirilir. Bu toplantılarda yeni dönem yönetim kurulları seçilir. Genel Merkez Genel Kuruluna seçilen delegeler, şube üye sayısına göre belirlenir. Her 15 üyeye bir delege gelecek şekilde sayı belirlenir. Şu anda delege sayısı yaklaşık 950’dir. İHD Genel Kurullarına delegelerin katılım oranı yaklaşık %70’dir. Şubelerde 7 kişilik yönetim kurulu bulunur. Genel Merkez Genel Yönetim Kurulu 24 kişiden oluşur. Bu üyelerin 11’i Merkez Yürütme Kurulu üyesidir. Bir genel başkan, üç genel başkan yardımcısı, bir genel sekreter, üç genel sekreter yardımcısı ve bir sayman Genel Yönetim Kurulu tarafından merkez yürütme kurulu üyeleri arasından seçilir. Coğrafi esasa göre 7 bölge temsilcisi de Genel Yönetim Kurulu tarafından seçilir. Bölge temsilcileri şubeler arasındaki ve şubelerin genel merkezle eşgüdümünü sağlarlar. Bölge temsilcileri yılda birkaç kez bölge toplantıları düzenler. Şubelerde genel üye toplantıları yılda birkaç kez gerçekleştirilir. Bu toplantılarda, derneğin sorunları ile güncel insan hakları sorunları tartışılır. Üyeler resmi ya da resmi olmayan toplantılarda söz hakkına sahiptir ve bu konuda herhangi bir sınırlama söz konusu değildir.

Şubelerde ve Genel Merkezde üyelerin katılımı ile komisyon örgütlenmesi bulunmaktadır. Komisyonların sayısı her şubenin durumuna göre ve şube yönetim kurullarının kararları sonucu belirlenir. Bir kaç üye bir araya gelerek belirli bir insan hakları konusunda komisyon oluşturmak istediğinde buna olumsuz yanıt verilmez. En yaygın komisyonlar, işkence ve cezaevleri komisyonlarıdır. Çalışma yaşamı, çevre, kadın, çocuk, göç, mülteci hakları konularında komisyonlar bulunmaktadır.

İHD, insan hakları ile ilgili bir ihlal bilgisini hangi yolla edinirse edinsin, olayı araştırır. Gerektiğinde olay mahalline heyetler oluşturarak gider. Sonucunu bir raporla duyurur. Çeşitli insan hakları ihlallerini ya raporla, ya açık ya da kapalı mekanlarda protesto edebilir. Bütün mücadele biçimleri barışçıldır. Şiddeti reddeder. İl ve ilçelerde, insan hakları sorunlarını gerektiğinde Vali, Kaymakam, Emniyet Müdürü ya da askeri yetkililerle ve yerel yönetim yetkilileri ile görüşerek dile getirir.

İHD bünyesinde, İnsan Hakları Kütüphanesi, İnsan Hakları Araştırma ve Geliştirme Merkezi ve İktisadi İşletme kurulmuştur.

2- Üye profili:

İHD’nin yaklaşık 10 bin üyesi bulunmaktadır. Şube sayısı bugün itibariyle 35’dır. Üyelerin %38’i kadındır. Üyelerin %55’i 25-40 yaş grubundadır. Üyelerin %50’si üniversite mezunudur. Üyeler gelir düzeyi itibariyle, orta, alt gelir grubuna dahildir. Üyelere dünya görüşleri ve dini inançları sorulmamakla birlikte genellikle sol siyasal eğilim taşıdıkları ve laik bir çizgide oldukları gerçekçi bir değerlendirme sayılabilir.

3- Gelir kaynakları:

İHD, ilke olarak hükümetlerden, devletlerden ve siyasal partilerden maddi destek ve yardım almamaktadır. Gelirleri üye aidatları ve bağışlardan olmaktadır. Genel Merkezi ve şubelerinin maddi açıdan kronik bir yoksulluk içersinde olduğu bilinmektedir. İHD yönetici organlarında görev yapanların tümü gönüllü olarak zamanlarını ve emeklerini vermektedir. İHD’den herhangi bir ücret almadıkları gibi, çoğu kez kendi kişisel bütçelerinden de İHD’ye katkı sunmaktadırlar. İHD son derece kısıtlı bütçe ve olanaklarla faaliyetini sürdürmektedir. İHD devlet ve hükümetlerden yardım almama ilkesine Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi, devletlerüstü ya da devletlerarası topluluklar konusunda istisna getirmektedir. Bu kuruluşların insan hakları fonlarından, kendisinin hazırlayacağı projeleri gerçekleştirmek için yardım almayı reddetmemektedir. Bu konuyla ilgili olarak, 1994, 1995 ve 1996 yıllarında Avrupa Birliği’ne sunduğu projeleri gerçekleştirmiş ve bu projeler karşılığı maddi yardım da almıştır. Ancak İçişleri Bakanlığı sonraki yıllarda İHD projeleri için Dernekler Yasası’nın 61. maddesindeki izni vermemektedir.

4- Ulusal ve uluslararası ilişkiler:

İHD, hükümetlerden, siyasi parti ve örgütlerden bağımsız bir insan hakları örgütüdür. Ülke içinde, demokratik kitle örgütleri (TMMOB, TTB gibi kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri ile, sendikalar ve çeşitli derneklerle) ve özellikle sol siyasal örgütlerle ilişki ve iletişim halindedir. Çeşitli insan hakları sorunları konularında, ortak basın toplantılarına imza atmakta, miting ya da toplantılarda ortak tutumlar alabilmektedir. Türkiye’deki diğer insan hakları örgütleriyle, örneğin TİHV, Mazlum-Der ve Helsinki Yurttaşlar Derneği ile de yakın ilişki içersindedir. TİHV ile organik ilişki içersindedir. Kurucular Kurulunda kurucu sıfatıyla temsil edilmektedir. TİHV ile her yıl Türkiye İnsan Hakları Konferansları gerçekleştirmektedir. Ayrıca her yıl 10 Aralık İnsan Hakları Etkinliklerini İHD-TİHV birlikte başlatmaktadır.
Uluslararası Af örgütü ve İnsan Hakları Federasyonu ve Human Rigts Watch ile yakın ilişki ve iletişim halindedir.

5) İHD’nin ilkeleri

İnsan Hakları Derneği, 16-17 Kasım 2002 tarihli Genel Kurulu’nda Tüzüğünün 2. maddesine (b) fıkrası eklemiş ve “ilkeler”ini sıralamıştır. Buna göre İHD,
1. Hükümet dışı, gönüllü bir insan hakları kuruluşudur.
2. Devletlerden, hükümetlerden ve siyasi partilerden bağımsız bir örgüttür.
3. İnsan haklarının evrenselliğini ve bölünmezliğini savunmaktadır.
4. Irk, dil, din, renk, cinsiyet, siyasi görüş ve benzeri nedenlerle yapılan her türlü ayrımcılığa karşı mücadele eder.
5. Her koşulda ve dünyanın her yerinde ölüm cezasına karşıdır.
6. Her yerde ve her koşulda, kime yapılırsa yapılsın işkenceye karşı çıkar.
7. Herkes için, her yerde ve koşulda adil yargılanma ve savunma hakkını savunur.
8. Her zaman ve her koşulda savaşa ve militarizme karşıdır; barış hakkını savunur.
9. İfade özgürlüğünü koşulsuz ve sınırsız olarak savunur.
10. Düşünce ve inanç özgürlüğünü dokunulmaz bir hak olarak görür. Koşulsuz ve sınırsız bir şekilde savunur.
11. Örgütlenme özgürlüğünü savunur.
12. Ezilen birey, cins, sınıf, halkın/ulusun hakları için mücadele eder.
13. Ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını savunur.
14. İnsancıl hukuku savunur.
İnsan hakları derneği, kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ile dayanışma haklarını bir bütün olarak benimser ve savunur.

6) İHD’nin ve sivil insan hakları hareketlerinin devlet üzerine etkileri:

İHD’nin çok kısa bir zamanda tanınan bir örgüt olması ve ardından gerçekleştirdiği etkinlikler ve insan hakları ihlalleri ile ilgili olarak sesini yükseltmesinin ardından, 1990 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde İnsan hakları İnceleme Komisyonu oluşturuldu. 1991 seçimlerine giderken DYP seçim bildirgesine, İnsan Hakları Bakanlığı vaadini koydu. 1992’de İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanlığı kuruldu. 1995 yılında İHD Kayıplar Bulunsun Kampanyası başlattı. Aynı tarihte Cumartesi Anneleri hareketinin alt yapısı oluşturulmuştu. İçişleri Bakanlığı bünyesinde bu sürekli etkinliklerin ardından Gözaltı İzleme Birimleri oluşturuldu. 1997 yılında İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu oluşturuldu. Okullarda insan hakları dersleri konuldu. 2001 yılında Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı kuruldu. 2001 yılında her il ve ilçede (81 il ve 831 ilçede) İnsan Hakları Kurulları oluşturuldu. Tüm bu oluşumların gerçekleştirilmesinde Türkiye insan hakları hareketinin ve özellikle İHD’nin etkilerini hesaba katmak gerekir.

7) Baskılar:

İHD, 16 yıllık pratiğinde çeşitli baskılarla karşılaştı. 14 yöneticisi ve üyesi öldürüldü. Genel Başkanı Akın Birdal 12 Mayıs 1998’de dernek merkezinde silahlı saldırıya uğradı. Öldürülmek istendi. Vücuduna 7 kurşun isabet etti. Kimi “andıç” belgelerinde İHD susturulması ve etkisizleştirilmesi için hedef gösterildi. Yönetici ve üyeleri çeşitli barışçıl toplantılarda görüşlerini açıkladıkları için gözaltına alındı, tutuklandı. Son iki yıldır, çok dikkat çekici bir şekilde yargı baskısı uygulanmaya başlandı. Baskının boyutları için birkaç örnek vermek isterim. 2000 yılı Kasım ve Aralık aylarında 6 şubemiz geçici olarak kapatıldı. Kapatma süresi 10 günle 17 arasında değişti. Yargısal süreçler çok yoğun bir şekilde işletildi. Örneğin Diyarbakır şube başkanı Osman Baydemir hakkında, basın açıklamaları nedeniyle son iki yılda toplam 150 ceza soruşturması ve davaları açıldı. İstanbul şube başkanı Eren Keskin hakkında 90 civarında dava açıldı. İzmir şube yöneticileri hakkında 70 civarında dava açıldı. Tüm davalar düşünce açıklamaları nedeniyledir. İHD Genel Merkezi hakkında Anadolu Ajansı’nın iki yıl önceki bir haberi üzerine soruşturma açıldı. Tüm belgelerine ve bilgisayarlarına el konuldu. Anadolu Ajansı haberini bir hafta sonra düzeltti ve İHD’nin adının haberde “sehven” geçtiğini duyurdu. En son Ağustos 2002’de, Bingöl Cumhuriyet savcılığı, işkencenin önlenmesi için İçişleri Bakanlığı’na İHD adına verilen dilekçe için, Genel Başkan ve Genel Sekreter hakkında ceza soruşturması açtı. Son yıllardaki baskı, “yargı gölgesi” olarak nitelenebilir. 16 yıl içersinde yasalara aykırı faaliyette bulunma gerekçesiyle mahkemelerce feshine karar verilen tek bir şubemiz bulunmamaktadır.
1994-1995 yıllarında Türkiye’nin pek çok yerinde polis gösterilerinde “kahrolsun insan hakları” sloganları atıldı. Pek çok devlet yetkilisi, insan hakları savunucularını ve İHD’yi teröre, bölücülüğe destek vermekle suçladı.

Baskılarda yazılı ve görsel basın önemli bir rol oynadı. Sonradan, “andıç” doğrultusunda hareket ettiği anlaşılan kimi basın yayın organları, 1998 yılında manşetten Akın Birdal’ı hedef gösteriyordu. Tam da bu yayınlar sırasında Akın Birdal’a suikast düzenlendi. Medyanın İHD etkinliklerine yaklaşımı, ya “yok sayma” biçiminde oldu ya da olumsuzluğu çağrıştıran haber ve yorumlarla İHD’den bahsedildi. Bu aslında devlet politikasına paralel bir tutumdu. İHD etkinliklerine genellikle sol basın ve eğer inanç özgürlüğü alanında bir etkinliği söz konusu olmuşsa “islami basın” yer verdi. Bazı köşe yazarları ise, İHD’yi özellikle “terör” ve özellikle “bölücü” akımlarla birlikte anma çabası içersine girdi.

İnsan haklarının Türkiye’de tanıtılması konunda hiçbir yayın yapmayan kimi basın-yayın organları, insan hakları konusunu “kriminal” bir kavram olarak ele aldılar. Dolayısıyla İHD ve insan hakları konuları hakkında “tehlikeli” imajı yaratılmak istendi. Tüm otoriter sistemlerde aslında bu tür senaryolar yazılmaktadır. Gerçekte, yazılan senaryoda anlatılan insan hakları savunucularının ve örgütlerinin öyküsü değildir. Af Örgütü bir zamanlar, emperyalizmin-kapitalizmin bir uzantısı olarak niteleniyordu kimi ülkelerde, kimi zaman da komünizmin uzantısı. Türkiye’de de otoriter sistem yanlıları, insan hakları savunucuları hakkında böyle bir imajın yaratılması, böylelikle kamuoyunda insan hakları bilincinin yerleşmesine engel olma çizgisini izlediler. “Yok sayma” politikası halen sürmektedir. Örneğin, son yılların güncel konusu olan AB süreci ile ilgili olarak çeşitli yayınlar yapılmıştır. AB Kopenhag Siyasi Kriterleri açısından Türkiye’nin hukuk mevzuatını bir bütün olarak analiz eden tek çalışma, 1999 Helsinki Zirvesinden bu yana halâ İHD’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri ve Türkiye (Mevzuat Taraması) çalışması olduğu halde hiçbir yayın organında sözü edilmedi ve edilmiyor. Oysa tüm süreç orada ortaya konan artılar ve eksiklikler doğrultusunda gelişiyor. Ölüm cezası, işkence, kültürel haklar, ifade özgürlüğü ve benzeri insan hakları sorunları konusunda 16 yıldır olağanüstü bir çaba harcayan İHD’nin görüşlerine içerde başvurulmuyor, açıklama ve değerlendirmelerine yer verilmiyor, ama bu konularda başkasının hak ve özgürlüğü için bir tek gün çaba göstermemiş örgütlerin değerlendirmeleri gündeme getiriliyor. Oysa AB ilerleme raporlarında yer alan her konu, öncelikle Türkiye’de insan hakları savunucuları ve onların örgütlü güçleri tarafından gündeme getirilmektedir. İlerleme raporunda yer alıp da İHD’nin bilgisinin olmadığı ve üzerinde görüş açıklamadığı, rapor etmediği hiçbir konu bulunmamaktadır. Raporlar İHD açısından sürpriz değildir. Devlet organlarının “yok sayma” politikasının ikinci yüzü ise, tüm projeksiyonların İHD üzerine çevrili olması gerçeğidir. Bunun böyle olduğunu biz de devlet organları da bilmektedir. Çünkü, İHD’nin olmamış olayları değil, gerçekleşmiş olayları rapor ettiğini yetkili makamlar bilmektedir.

Yaratılmak istenen imajın aksine İHD, hakları ihlal edilenler açısından en önde gelen insan hakları örgütü olma özelliğini korumaktadır. Devlet organları ile İHD’yi karşılaştırmak doğru olmamakla birlikte, düşündürücü yönleri olan bir istatistikten de bahsetmek gerekir. İnsan haklarından sorumlu devlet bakanlığı, bir yıldır faaliyette bulunan, 81 il ve 831 ilçede kurulan insan hakları il ve ilçe kurullarına, yurttaşların toplam 1245 başvuruda bulunduğunu, Ekim 2002’de bir rapor halinde Başbakanlığa sundu. İHD’nin Diyarbakır şubesine son 9 ayda yurttaşların yazılı başvuru sayısı 822’dir. Aynı dönemde İstanbul şubesine başvuru sayısı 471’dir. Bunlar yalnızca yazılı başvurulardır. Oysa İHD, yazılı, sözlü, telefon ve faks dahil her tür başvuru ile ilgilenmektedir ve bu tür başvurular sayıya dahil edilmemiştir. Belirtilen durum, yaratılan baskıcı ortama ve İHD üzerindeki spekülasyonlara karşın, İHD’nin yurttaşlar için güvenilir bir insan hakları örgütü olduğunu göstermektedir.

Son olarak, Liberal Düşünce Topluluğu’nun 15/30 Ekim 2002 tarihlerinde yaptığı ve 3 Aralık 2002 tarihinde kamuoyuna açıkladığı kamuoyu araştırma raporuna da değinmek isteriz. Bu çalışmada 15 ilde, 3060 kişi ile görüşülmüştür. Buna göre ülke içinde en tanınmış insan hakları örgütü İHD’dir. İHD, çalışmaları olumlu bulunan örgütler arasında da en yüksek oyu alarak ilk sırada yer almaktadır.

8) İnsan hakları hareketinin sorunları:

Türkiye insan hakları hareketinin pek çok sorunları bulunmaktadır. Yasaların ve uygulamanın anti demokratik özellikleri yanında ve bunun da etkisi ile, örgütlenme özgürlüğünün kullanımına ilişkin genel olumsuzlukları Türkiye insan hakları hareketi de yaşamaktadır. Tek başına baskı altında çalışıyor olmak açıklayıcı olamamaktadır. Örneğin, insan hakları örgütleri mali açıdan son derece cılız örgütlerdir. Yurttaşlarımız genel bir zaaf olarak kendi gönüllü örgütlülüklerine olan mali ödevlerini yerine getirmede ihmalkar davranabiliyorlar. Genel bir eğilim olarak eleştiri hakkını kullanma alışkanlığı bulunmakla birlikte, ödev alışkanlığı, özellikle mali konularda, neredeyse yok denecek kadar cılızdır. Üyelerinin katkısı ve katılımı ile mali sorunların çözümü yerine, o anda yönetici organda görev yapanlara, mali sorunların çözümü de havale edilebilmektedir. Üyelere ulaşma ve onların etkinliklere anlamlı sayıda katılımını sağlama konusunda da ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Örneğin İHD, son dört yıldır, üye ilişkileri eylem planını uygulamaktadır. Burada amaç, İnsan Hakları Derneğini üyesine ulaşabilir kılmaktır. Üyelerimize ulaşabileceğimiz her tür adres (posta kutusu, e-mail adresi, telefon, faks dahil) temin edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye demokrasisinin genel zaaflarından birisi de örgütlü toplum kültürünün yerleşememiş olmasıdır. Bu kültürün yansımalarını insan hakları örgütlerinde de görebiliyoruz. Üretilen ürünlerin ve belirli insan hakları sorunlarına ilişkin tutumların üyelere ve kamuoyuna iletiminde çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Yazılı ve görsel basın (birkaç istisnayı minnetle anmak isterim, günlük gazetelerden Evrensel ve Özgür Gündem, internet sitelerinden Bianet, Minidev ve Sansürsüz Com ile DİHA Haber Ajansı) insan hakları örgütlerinin etkinlik ve değerlendirmelerine yer vermektedir. Dolayısıyla kamuoyuna ulaşmada zorluklar yaşanmaktadır. Bu konuda bir değerlendirmeyi de sunmak gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi aradan 5 yıl geçtikten sonra köy boşaltma eylemleriyle ilgili peş peşe kararlar verdi. Basın, bu ihlal kararlarını hayretle yazdı. Ama bu kararlara esas teşkil eden köy boşaltma olaylarını 1990-1998 yıllarında İHD açıklıyordu. Hatta İHD 1994 yılında köy boşaltmaları kitap halinde yayınladı ve İHD yöneticileri DGM’lerde yargılanıp beraat ettiler. Aradan 5 yıl sonra “aa, AİHM yine mahkum etti” diye haber vermek biraz garip değil mi?

Türkiye insan hakları hareketi, bugüne değin, cesareti ile göze çarptı. Ama yalnızca cesaretle gerçekleri açıklamak yetmemektedir. Kendi iç bünyesinde ve hareketin çeşitli kolları ile daha düzenli, sistemli ilişkileri geliştirmek durumundadır. Bu konuda İHD, TİHV, Mazlum-Der aralarındaki iletişimi güçlendirme doğrultusunda periyodik toplantılar yapmaya başlamışlardır. Zaman zaman, aralarına Af Örgütü Türkiye temsilciliğini de alarak, özellikle yurtdışı olaylar ve genel olarak işkence ve ölüm cezası konularında ortak tutumlar geliştirebilmektedirler. İnsan hakları hareketi, insan hakları alanında yeterli ölçüde akademik destekten yararlanmada eksikleri bulunmaktadır. Her ne kadar yönetici organlarında da akademisyenler bulunsa da, fikri düzeydeki İHD- TİHV İnsan Hakları Konferansları serisi daha yetkinleştirilebilir. İnsan hakları örgütlerinin, insan haklarının tanıtılmasında ve insan hakları bilincinin geliştirilmesinde, ihlallerin gizli ve bireyin bireysel sorunu olarak kalmayıp kamuya maledilmesinde olağanüstü katkıları bulunmakla birlikte, kendi iç örgütlülük seviyelerini daha işlevsel kılma sorunları da bulunmaktadır.

İnsan hakları örgütlerinin bünyelerinde, yaygın örgütlülüğü nedeniyle de, İHD’de, zaman zaman üyelerin değerlendirmelerinde, ideolojik-siyasi konumlanış kendisini gösterebilmektedir. Örnek olsun, merkez ve şubelerin tavrı olmamakla birlikte, inanç özgürlüğü alanında, sanki bu alan özel olarak Mazlum-Der’in ilgi alanındaymış gibi algılamalar da mevcuttur. Oysa insan haklarının bölünmezliği, bütünselliği ilkeleri doğrultusunda siyasal görüş ya da inanç farklılığı ne olursa olsun, ortada bir ihlal varsa, ortak tutum almayı gerektirir. Benzer sancıları, yönetici düzeyde değil ama Mazlum-Der’in de yaşadığını bilmekteyiz. İnsan hakları örgütlerinin, devlet organları ile ilişkilerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Devlet organları insan hakları örgütlerine potansiyel suçlu gözü ile bakma alışkanlıklarını değiştirmedikçe, bu iletişimsizlik ve yabancılaşmanın aşılması olası gözükmemektedir.

Sonuç:

Türkiye insan hakları hareketi ve özel olarak da İHD, Türkiye’de ve dünyada insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için çaba göstermektedir. Kamuoyu yaratma çalışmalarında sorunlar yaşamış olsalar da, bireylerin uğradıkları ihlalleri duyurmaktadır. Yetkili makamları uyarmaktadır. Kimi kez suç duyurularında bulunmaktadır. İşkence davalarını izlemektedir. Bir birey, insan hakları örgütlerine ulaştığında veya İHD o bireye ulaştığında, o bireyin sorunu çoğu kez tüm dünya kamuoyuna iletilmektedir. Halbuki işkenceciler ve onları koruyanlar, göz yumanlar, işkence ve onur kırıcı muamele yapıldığının bilinmesini istemezler. Gizli kalsın isterler. Türkiye insan hakları hareketi, insan haklarının korunması için yüksek bedeller ödemiştir ve ödemektedir. Ancak, Türkiye’de insan hakları ve demokratik standartların yükseltilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır. Daha çok ve sistemli çalışmak gerekmektedir.

Bir cevap yazın