Kadına Yönelik Şiddet, Ayrımcılık Politikalarının Sonucudur!

Kadın cinayetleri her geçen gün artarak devam ediyor. Kırıkkale’de boşandığı eşi tarafından çocuğunun gözleri önünde boğazı kesilerek katledilen Emine Bulut’un, cinayetin işlendiği esnada çekilen videosunun sosyal medyada yayılması ile birlikte dehşete tanıklık ettik. Her gün birden fazla kadın katlediliyor. Elbette tek bir kadın cinayeti ile duyarlılık oluşturmaktan daha fazla; bütün kadınların yaşamış olduğu şiddete, cinayetlere, her gün sözlü ya da fiziksel şiddete uğramalarının önüne geçmek için mücadele etmek gerekiyor. Son bir hafta içinde Tuba Erkol, boşanma aşamasında olduğu erkek tarafından katledildi. Tuba Erkol şikâyetçi olup evden uzaklaştırma kararı aldırmıştı. Bursa’da F.Y adlı kadın erkek arkadaşı tarafından darp edilerek mezarlık önüne atıldı. Samsun Bafra’da Samsun’un Bafra ilçesinde, Hasan Beykoz, eşi Meryem Beykoz ile kızı Emine Beykoz’u öldürdü. Adıyaman’da A.K isimli kadın abisi tarafından dövüldü ve bıçaklanarak yaralandı. Ardahan’da B.K adlı kadın başından vurularak öldürüldü. İstanbul’da bir erkek boşanmak isteyen eşini silahla yaraladı. Malatya’da bir kadın boşanmak istediği eşi tarafından silahla yaralandı.

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) üyesi CHP Milletvekili Necati Tığlı tarafından hazırlanan “Türkiye’de Kadın Cinayetleri ve Çocuk İstismarı Raporunda 1 Ocak 2019 ile 30 Haziran 2019 tarihleri arasında 214 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 99 kadın cinsel saldırıya uğradı. Kadın cinayetleri bir önceki yıla göre yüzde 4 oranında artmış durumdadır.

Kadına karşı şiddet, devletin kurumları ve toplum tarafından sürekli olarak yeniden üretiliyor. Görsel ve işitsel medya tarafından haberlerin veriliş şekli, bir neden üzerine kuruluyor ve neredeyse meşru kılınıyor. Sosyal medyada da aynı şekilde kadına yönelik şiddet körükleniyor, ayrımcılığı ve şiddeti öven paylaşımlarla ilgili hiçbir tedbir alınmıyor. Televizyon kanallarındaki çeşitli program ve dizilerde şiddet normalleştiriliyor. Televizyon yayınlarındaki şiddet içeriklerinden dolayı; RTÜK’ün CHP’li Üyesi İlhan Taşçı’nın verdiği bilgilere göre; RTÜK İletişim Merkezine ekranlardaki “şiddet” nedeniyle 8 aydır 16 bin şikâyet ulaştığını ancak bu süreçte bir tanesinin bile RTÜK Üst Kurul gündeminde ele alınmadığını, iktidara yakın televizyon kanalında iki sezondur kırılmadık parmak, dövülmedik kadın kalmadı diyerek bu alandaki korkunç gerçeği dile getirmiştir.

Kadınlara karşı şiddet en yakınları tarafından uygulanmaktadır. Koruma ve uzaklaştırma kararı aldırabilmiş az sayıdaki kadınlar dahi korunamadıkları için öldürülüyor. Toplumsal muhalefetin en hafifine dahi güvenlik güçlerini seferber eden devlet, konu kadınların korunmasına gelince gerekli önlemleri almayarak kadını failleri ile baş başa bırakıyor. Kadını, ev içine hapseden, çalışma hayatından uzak tutan, eşine tabi kılan, toplumsal hayatın içinde etkin ve yetkin yer almasını istemeyen devletin, söylem ve politikaları hem toplumda hem de ailede karşılık buluyor ve şiddeti süreklileştiriyor. Kadına yönelik şiddet ve istismarın failleri aile içinde ise şikâyet olmuyor ve aile içinde kapatılmaya çalışılıyor; kadın ve çocuklar bu şiddet ortamında yaşamaya devam etmek zorunda bırakılıyor.

Sığınma evlerinin sayıları azaltılarak ve kalma süreleri belli zamanda tutularak kadınların korunmasız bırakılması sağlanıyor. Kadınların uğramış olduğu şiddete kaşı gerek kolluk gerek yargı kurumlarında kadını değil şiddet içerse dahi aile bütünlüğünü koruma adı altında şiddet gören ile şiddet uygulayanı uzlaştırma yoluna giderek, kadını şiddet ortamına geri gönderiyor.

Diyanet İşleri başkanlığının kadın karşı şiddet nedeniyle verdiği beyan; şiddetin temelini oluşturan anlayışın beyanıdır. Diyanet İşleri başkanı “Dinimizde kadının canı, onuru ve hakları dokunulmazdır ve emanettir” diyerek kadının tüm haklarını erkeğe emanet olduğunu belirterek kadını nesnelleştiriyor. Oysa kadınlar olarak erkeğe ve onun toplamı olan erkek iktidara emanet değiliz.

Kadınları erkek şiddetinden korumak, devlet politikalarının toplumsal cinsiyet eşitliğini ön plana alan uygulamalara geçmesi ile mümkün hale gelecektir. Mevcut olan yasaların uygulanması konusunda ilgili kurumların isteksizliği hatta engellemesi sonucunda bu kadar kadın şiddet mağduru haline geliyor.

Türkiye’nin 1985 yılında onayladığı ve yürürlüğe koyduğu Birleşmiş Milletler CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ndeki maddeleri uygulamıyor. Bu komite tarafından kabul edilen 35 Nolu Genel tavsiye kararının 16. Paragrafında “Kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet dayalı şiddet, (tecavüz, aile içi şiddet veya zararlı uygulamalar da dâhil) belli durumlarda işkence, zalim, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele ile eşdeğerdir” denilmektedir.

İstanbul Sözleşmesi Türkiye tarafından 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalanmış ve 14 Mart 2012 tarihinde onaylanmıştır. Sözleşme’nin amacı, kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak; kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirme yolu da dâhil olmak üzere kadınlarla erkekler arasında maddi (fiili) eşitliği sağlamak; ev içi şiddetin tüm mağdurlarının ve kadına yönelik şiddet mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı çerçeve, politika ve önlemler geliştirmek; kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak; kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamaktır. Ancak yaşananlar bu sözleşme maddelerinin nasıl uygulanmadığını, maddelerine riayet edilmediği, kurumsallaştırılmadığını ortaya koymaktadır.

Ayrıca Anayasanın 6284 sayılı kanunun yeterince uygulanması sağlansa dahi şiddeti önleyecektir.

İktidar kaçındığı ve uygulamaktan imtina ettiği ve üstelik anti propagandasını yapmış olduğu yasa ve sözleşmelere uymalı.

Kadın sığınma evleri çoğaltılmalı ve iş imkânları korunaklı olarak sağlanmalı.

Kadına karşı şiddet uygulayanlara karşı etkin soruşturma yürütülmeli, cezasızlık politikalarından vazgeçilmeli ve iyi hal indirimleri ve kanaat gibi ceza indirimlerinden vazgeçilmeli.

Toplumsal cinsiyet eşitliği temelli kurumlar oluşturulmalı ve bu kurumlar erkek egemenliğinde değil, kadın temelli kurumlar haline getirilmelidir.

Ailenin korunması değil, bireyin korunmasını öne alan bir kolluk ve yargı revizyonu yapılmalı, görevliler bu çerçevede eğitilmelidir.

Kadına yönelik şiddeti meşru gösteren yayınlar derhal kaldırılmalıdır.

Eşit koşullarda yaşamak istiyoruz; hiç kimsenin, hiçbir inancın, kurumun emaneti değiliz.

İHD MERKEZİ KADIN KOMİSYONU