10 -17 Aralık 2011 İnsan Hakları Haftası

Bugün, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin 63. yıldönümü.

Evrensel Bildirge, Birleşmiş Milletler’in kurulmasından üç yıl sonra, 10 Aralık 1948 yılında kabul edilmiş böylece insanlık, çağdaş dünyanın en temel insan hakları belgesine kavuşmuştur.

Ne yazı ki Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır. 

2011 yılında da 11 Eylül 2001 saldırılarının sonrasında geliştirilen güvenlik eksenli politikalar uygulanmaya devam etmiştir. NATO’nun yeni strateji belgesi ve füze kalkanı sistemi dünyanın tekrar soğuk savaşla birlikte sıcak savaşlara gebe bir konumda olduğunu da göstermiştir. Güvenlik eksenli politikaların hak ve özgürlükleri “terör” bahanesi ile kısıtlamaya çalışması dünyadaki militarist ve otoriter yönetim anlayışlarını güçlendirmiştir.

Öte yandan uluslararası sermayenin küreselleşme politikalarının yol açtığı ağır ekonomik kriz tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Bu nedenle 2011 yılında dünya halkları derinleşen işsizlik, açlık ve yoksulluk birlikte artan yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve nefret söyleminin öne çıktığı hak ihlallerine maruz kalmıştır.

Buna karşın dünyanın her yerinde geniş halk kitleleri bu gidişe dur demek ve haklarını korumak için sokaklara çıkarak protestolarda bulunmuştur. Ancak devletlerin/hükümetlerin bu protestolara karşı gösterdiği tahammülsüzlük nedeniyle, özellikle bölgemizde ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan gelişmeler sırasında kitle gösterilerine yönelik müdahaleler ve bastırma girişimleri sonucunda başta yaşam hakkı olmak üzere ağır insan hakları ihlalleri yaşanmıştır. Bazı ülkelerde sürecin silahlı çatışma ve iç savaşa dönüşmesi nedeniyle ihlallerin boyutu daha da artmıştır.

2011 yılında dünyanın değişik bölgelerinde yaşanan deprem, sel, kuraklık vb. doğal afetlerin ardından kendi kaderleri ile baş başa bırakılan yüz binlerce insan, başta barınma, beslenme, sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı olmak üzere pek çok hak ihlaline maruz kalmıştır.

2011 yılına Türkiye açısından baktığımızda, Kürt Sorunu’nun Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi genel sorununun en önemli halkası olmayı sürdürdüğü görülmektedir. Diyalog ve çözüm süreçlerinde yaşanan tıkanma, şiddet ve çatışma ortamının tırmanmasına dolayısıyla da yaşam hakkı ihlallerinde kaygı verici bir artışa yola açmıştır. Bunun yanı sıra işkence yasağı ihlalleri, özel yetkili mahkemeler, kamuoyunu yakından meşgul eden çeşitli davalardaki adil yargılanma hakkı ihlalleri, keyfi ve uzun süren tutuklamalar, düşünce ve ifade özgürlüğü, tutuklu gazeteci ve insan hakları savunucuları, cezaevlerinde ölümler, vicdani ret, kadına yönelik şiddet, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler gibi başlıkların 2011 yılında öne çıktığını görüyoruz.

2011 yılında Türkiye’de, düşünce ve ifade ile örgütlenme özgürlüğünü kullanmak isteyen kişilere yönelik önemli ihlaller gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi söz konusu her iki hak da çoğulcu demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur, tüm hak ve özgürlük arayışlarının ilk adımıdır. Zira ifade edilemeyen hiçbir görüşün yaşam bulma ya da eksiklikleri giderme şansı yoktur. Türkiye’de legal siyasal faaliyet yürüten siyasî partilere ve toplumsal muhalefet örgütlerine yönelik yargı baskısı kesintisiz olarak uygulanmakta, bunlara yasa dışı silahlı örgüt muamelesi yapılmaktadır. Barış ve Demokrasi Partisi, Sosyalist Demokrasi Partisi, Toplumsal Özgürlük Platformu, Ezilenlerin Sosyalist Partisi gibi siyasî parti ve oluşumlar ile toplumsal muhalefetin en önde olan kurumu olan Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu’na (KESK) ve yöneticilerine yönelik sürekli ceza davaları açılmaktadır. KESK Başkanı dahil 25 kişiye keyfî ve haksız yere örgüt üyeliği suçlaması ile ceza verilmesi, Hopa Olayları nedeniyle Özgürlük ve Dayanışma Partisi ile Halkevleri üye ve yöneticilerine davalar açılması, örgütlenme hakkının ağır ihlaline örnek olarak gösterilebilir. Bu bağlamda 2011 yılı insan hakları haftasında “İfade Vermek Değil, İfade Etmek İstiyoruz” şiarıyla, düşünme ve düşüncesini ifade etme özgürlüğünün altını bir kez daha çizmek istiyoruz.

2011 yılında insan hakları açısından ayırt edici bir başka nokta ise Özel Yetkili ve Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri’nin hukuka aykırı uygulamaları olmuştur. Başka bir deyişle 2011 de adil yargılanma hakkı ihlalleri artarak devam etmiştir. Gerek bu mahkemeler gerekse özel yetkili savcılıklar eliyle yürütülen birçok soruşturmayla toplumsal muhalefetin tüm kesimleri üzerinde korku bulutları oluşturulmuştur. Yargı yoluyla cezalandırma Türkiye’de artık sistematik bir yöntem haline gelmiştir. Eski DGM’lerin devamı olan bu mahkemelerin kapatılması gerektiği açıktır.

İnsan hakları savunucularının durumu da yukarıda belirtilen gelişmelerden bağımsız değildir. Halen İHD’nin Genel Başkan Yardımcısı Avukat Muharrem Erbey ve İHD Onur Kurulu üyesi yayıncı ve yazar Ragıp Zarakolu ile birçok Şube Başkanı ve yöneticisi tutukludur. Yanı sıra onlarca üye ve yöneticisi hakkında açılmış soruşturma ve davalar mevcuttur. Ayrıca İHD üye ve yöneticilerinin dışındaki insan hakları savunucuları, avukatlar, akademisyen, yazar ve gazeteciler açısından da bu soruşturma ve yargılamalar olağan hale gelmiştir.  Bu bakımdan Birleşmiş Milletlerin insan hakları savunucularının korunmasına dair bildirge uyarınca söz konusu baskılara derhal son verilmesi gerektiğini belirtmek isteriz.

Yılsonuna doğru yaşanan Van depreminin yol açtığı ölüm ve yaralanmaların yanı sıra deprem sonrasında yardım ve önlemlerin hızlı ve gerektiği biçimde yapılmaması/alınmaması nedeniyle yaşam hakkı, barınma, beslenme, sağlık, mülkiyet, iş ve eğitim hakkı ihlallerinin yaşanıyor olması üzüntü vericidir. 

Elbette 2011’in insan hakları açısından öne çıkan bir başka önemli konusu ise temel hak ve özgürlükleri amasız ve fakatsız güvence altına alacak olan yeni bir anayasanın yapılması sürecidir. 

Genel olarak ifade etmeye çalıştığımız çeşitli hak kategorilerindeki yaşanan ihlallere bir de kurumlarımıza ulaşan veriler ışığında bakmakta fayda bulunmaktadır.

1 Ocak – 28 Kasım 2011 tarihleri arasında çıkan çatışmalarda, 101 asker, 163 militan, 21 sivil,  32polis, 13 geçici köy korucusu olmak üzere toplam 330 kişi yaşamını yitirmiş, 181 asker, 14 militan, 40 sivil, 37 polis, 12 geçici köy korucusu olmak üzere toplam 284 kişi yaralanmıştır. Ölümlerin 273’ü ve yaralanmaların 243’ü çatışmaların hız kazandığı 2 Temmuz 2011 tarihinden bu yana yaşanmıştır.

Güvenlik güçlerinin şiddeti sonucu ölümler 2011’de de devam etmiştir.  Yılın başından 28 Kasım 2011 tarihine kadar yargısız infaz, dur ihtarı ve rastgele ateş açma sonucu 19 kişi yaşamını yitirmiştir. Aynı dönemde 9 faili meçhul cinayet işlenmiştir . Cezaevlerinde 35 kişi, gözaltı merkezlerinde ise 4 kişi yaşamını yitirmiştir.

2011 yılında da “işkenceye sıfır tolerans” söylemi lafta kalmaya devam etmiştir. Kasım ayı sonuna kadar işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesiyle TİHV’e başvuru yapan kişi sayısı 473’tür. 207 kişi aynı yıl içinde işkence gördüğünü belirtmiştir. Resmi kayıtlı mekânlar dışındaki yerlerde (sokakta, araçlarda, toplantı ve gösterilere müdahale sırasında) İşkence ve kötü muamele uygulamalarının sıklığı artmakta, cezasızlık işkenceyi teşvik etmektedir. Hala işkence yapanlara resen dava açılmıyor, açılan davalar da çok uzun sürüyor, beraat ya da en asgari cezalar ile sonuçlanıyor. Kaldı ki mevcut mevzuatımızda da hala “zamanaşımı” gibi mutlak yasak anlayışıyla bağdaşmayan pek çok düzenleme bulunuyor. Öte yandan askeri ceza ve disiplin evleri de yoğun işkence ve kötü muamele iddialarına karşın hala her türlü denetimden uzak kapalı bir kutu durumunda. Buralarda yaşanan işkence ve kötü muamele olayları hakkında ancak bir ölüm gerçekleştiğinde kamuoyunun bilgisi olabiliyor.  Bu alanı yakından ilgilendiren İşkenceye Karşı Sözleşmenin Ek Seçmeli Protokolü 2011 yılında seçimden önce TBMM kapanmadan kabul edilebilmiştir. İşkence ve kötü muamele ile baş edilebilmesi için kabul edilen Seçmeli Protokol uyarınca bir yıl içerisinde Ulusal Önleme Mekanizması kurulması gerekmektedir. Bu mekanizme insan hakları örgütleri ile birlikte kurulmadığı sürece etkili olamayacaktır.

2011 yılında toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yönelik yine ciddi müdahaleler olmuştur. Müdahaleler sonucu 6 kişi yaşamını yitirmiş, 271 kişi yaralanmıştır. Güvenlik görevlilerinin aşır ve orantısız güç kullanımında kimyasal aparatlar ( biber gazı ) önemli bir yer tutmaktadır. Nitekim ölüm olaylarının tamamı gazın etkisi ya da gaz bombası kapsülünün isabet etmesi sonucu gerçekleşmiştir. Ayrıca bu tür müdahaleler sırasında 2604 kişi gözaltına alınmış, 418 kişi tutuklanmıştır. Müdahalelerde işkence dâhil her türlü kötü muamele yaşanmıştır.

2011 yılında cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısı artmaya devam etmiştir. 30 Nisan 2011 itibariyle bu rakam 124.074’e ulaşmıştır. Mahpusların 53.796’sı tutuklu, 70.278’i hükümlüdür. Çocuk mahpusların sayısı 2290’dır. Bunların 2072’si tutuklu, 218’i hükümlüdür. Yetişkin mahpuslarda tutuklu oranı %42.4 iken, çocuk mahpuslarda tutuklu oranı %90.4’tür. Tutuklama oranının yüksekliği baskıcı bir tutuklama rejimi olduğunu göstermektedir. Cezaevlerinde bulunan 243 hasta mahpustan 135 mahpus ağır hastalıkları nedeni ile tahliye edilmeyi beklemekte, ancak tahliye edilmemektedir.

Basın Özgürlüğü alanında yaşanan ihlaller 2011’de daha da artmıştır. Halen tutuklu olan gazeteci sayısı 71’dir. Yayını durdurulan gazete ve dergi sayısı ise tespitlerimize göre 7’dir. Erişime engellenen web sitesi ise sayısı 15506’dır. 

2011 yılında ifade özgürlüğü kapsamında 322 kişiye 673 yıl 3 ay 20 gün hapis cezası verilmiş,  57 kişi ise 225196 TL tutarında para cezasına mahkûm edilmiştir. Maalesef ifade özgürlüğü alanında hiçbir iyileştirici adım atılmamıştır.  Türk Ceza Kanunu’nun da (TCK) en az 14 maddede düşünceyi ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve cezalandıran hükümler bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Terörle Mücadele Kanunu başta olmak üzere birçok kanunda ifade özgürlüğünü sınırlayıp cezalandıran hükümler bulunmaktadır.

“26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” dolayısıyla Diyarbakır’da İHD, Mazlumder, Diyarbakır Barosu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Diyarbakır Tabip Odası ve KESK Diyarbakır Şubeler Platformu ortaklığında, panolara asılmak üzere hazırlanan ve üzerinde kolluk kuvvetlerinin işkence yapmasıyla ilgili fotoğrafların yer aldığı afişler “devletin askerî ve emniyet teşkilatını alenen aşağılandığı” gerekçesiyle TCK’nun 301. maddesi uyarınca toplatılmıştır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’ndaki kolay tutuklama sebeplerinin varlığı, gizli tanıklıkla ilgili hükümler, telefon dinleme ve teknik takip uygulamaları, düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller adil yargılanma hakkı önündeki önemli engeller olarak sıralanabilir. Bu bağlamda Ergenekon, KCK ve Hopa olayları vb soruşturmalarda yaşanan gözaltı ve tutuklamalar kitlesel bir boyut kazanmıştır. Örneğin, “KCK Soruşturması” çerçevesinde son 7 ayda (Mart-Kasım 2011), neredeyse tamamı BDP üye ve yöneticisi olan 4815 kişi gözaltına alınmış ve bunlardan 2057 kişi de tutuklanmıştır. Gözaltı ve tutuklama furyası devam etmektedir.

Türkiye kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetin çok yoğun olduğu bir ülke olma özelliğini korumaktadır. 2011 yılında her gün ortalama 3 kadın öldürülmüştür. Hukuk sisteminin halen cinsiyetçi öğelerden arındırılamamış olması, yargı ve kolluk güçlerinin uygulamalarında kadına, erkek egemen kimliğin ötekileştirici bakışıyla bakmaları ülkemizi kadınlar için yaşanması zor bir ülke haline getirmektedir.

Ayrıca ülkede cinsel kimlikleri, kadın ve erkek olarak mutlaklaştıran erkek egemen zihniyet karşısında farklı cinsel yönelimi olanlar ciddi ayrımcılığa ve nefret içerikli saldırı ve şiddete maruz kalmaktadırlar.

Dünya ekonomik krizinin faturası işçi ve emekçilere çıkarılmaktadır. Bunun yanı sıra işyerlerinde sağlık ve iş güvenliği açısından etkin denetim mekanizmalarının işletilememesi nedeniyle her geçen gün iş kazaları ve meslek hastalıkları artmakta işçilerin sağlıklı yaşam hakları ellerinden alınmaktadır. 2011 yılının ilk 11 ayında gerçekleşen iş kazaları sonucunda 506 işçi yaşamını yitirirken 2818 işçi de yaralanmıştır.

Evrensel Bildirgenin 63. yılında insanların korkudan ve yoksulluktan kurtulma hakları olduğunu ve bu hakları için direnmeleri gerektiğini belirtmek isteriz.

  

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ MERKEZ YÖNETİM KURULU

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI YÖNETİM KURULU

 

 

Bir cevap yazın