Kadına Yönelik Şiddet Bir İnsanlık Suçudur!

Bugün, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü olarak ilan edilmesine vesile olan Mirabel kızkardeşlerin Dominik Cumhuriyet’inde militarist güçler tarafından tecavüz edilerek öldürülmesi olayının 48. yıldönümü. Ne Mirabel kardeşler şiddete uğrayan ilk kadınlardı, ne de ulusal bayramları olan Newrozu kutlamak isteyen ve bu nedenle polisler tarafından yerlerde sürüklenerek işkence edilen Hakkârili, Vanlı kadınlar son şiddet mağduru olacaklar. Toplumda iktidar el değiştirdikten ve eril güçler egemen güç haline dönüştükten bu yana kadına yönelik şiddet bütün kadınların ortak yaşadığı evrensel, yaygın, sistemli bir işkence olarak tüm dünyada devam ediyor.

Cinsiyete, cinsel kimliğe dayalı şiddet, uluslararası sözleşmeler yoluyla korunan evrensel insan haklarının ihlalidir. Bu ihlal, kişi güvenliği hakkının, en yüksek standartta fiziksel ve manevi sağlığa sahip olma hakkının, işkence, aşağılayıcı, insanlık dışı muamele yasağının ve yaşam hakkının doğrudan ihlali anlamına gelmektedir. İnsan Hakları Derneği olarak düzenli olarak açıkladığımız İnsan Hakları Aylık ve Yıllık Raporları, dünyanın birçok coğrafyasında olduğu gibi Türkiye’de de kadına yönelik ciddi ve sistematik suçların işlendiğini, Kadına Yönelik şiddetin her boyutuyla akıl almaz bir biçimde sürdüğünü göstermektedir. ‘Namus’ adına işlenen kadın katliamları, ev içi şiddet, cinsel şiddet, ekonomik sömürü, ana dilini kullanmadan yoksunluk ve bu nedenle kamu hizmetlerinden yararlanamama, devlet kaynaklı şiddet, yoksulluk, Kadının neredeyse günlük yaşamı haline dönüşmüş durumda. İnsan hakları savunucuları olarak kadına yönelik gerçekleşen hak ihlallerindeki ciddi artış bizleri son derece kaygılandırmakta. Militarist erkek egemen devlet zihniyetinin şiddet politikalarındaki ısrarı en çok da kadını vurmakta. Yükselen ultra milliyetçi dalga, toplumda farklı olanın ‘öteki’ sayılması ve ayrımcılığa uğraması, linç kültürü toplumsal barış ortamına ciddi zarar vermekte ve gencecik çocuklarını yitiren anneler bunu sorguladıklarında Başbakan tarafından ‘askerlik yan gelip yatma yeri değildir!’ yanıtını almaktadırlar. Biz kadınlar, ihlal raporlarındaki her bir rakamın aslında kaybettiğimiz bir gencimiz, ‘namus’ adına katledilen bir kadın arkadaşımız, işkence gören bir çocuğumuz olduğunun bilincindeyiz ve bu nedenle de kadına yönelik şiddetle mücadeleyi aynı zamanda bir demokrasi ve haklar mücadelesi olarak sürdürmekteyiz.

25 Kasım’ın 48. yıldönümünde bizler yine buruğuz, yine yaralıyız, yine her gün erkek bir elin aramızdan aldığı kadınlardan dolayı eksiğiz. Çünkü;
* ev içi şiddet sonucu Ayşegül’ler, Fatma’lar, Meryem’ler, Xezal’lar küçücük çocuklarının gözleri önünde katledilmekteler
* ‘namus’ adına her gün birilerinin yüreği susturulmakta
* kendi köyleri yakılıp zorla boşaltıldığı için başkalarının fındık, pamuk tarlalarında çalışmaya giden mevsimlik tarım işçisi kadınlar her türlü ayrımcılığa maruz kalmakta ve onur kırıcı koşullarda yaşam mücadelesi vermekte
* toplumsal muhalefette yer aldığı için her türlü devlet şiddetine maruz kalmakta
* ana dilinden başka dil bilmediği için kamu hizmetlerine yeterince erişememekte
* başörtüsü yasağından dolayı öğrenim ve çalışma hakkından yoksun bırakılmakta
* gencecik evlatlarını Kürt sorunundaki geleneksel devlet politikalarındaki ısrar nedeniyle yitirmekte, yürekleri yangın yerine dönmektedir.

İnsan hakları savunucuları olarak bizler, kadının cinsel, fiziksel, psikolojik bütünlüğünün dokunulmaz olduğunu; kadının insan haklarının temel insan hakkı olduğunu bir kez daha hatırlatıyor; kadına yönelik her türlü şiddetle mücadelenin aynı zamanda demokrasi ve özgürlük mücadelesi olduğunu yüksek sesle ifade ediyoruz.

KADINA YÖNELİK ŞİDDET BİR İNSANLIK SUÇUDUR!
BEDENİME, ÖZGÜRLÜĞÜME, KİMLİĞİME DOKUNMA!

İHD’Lİ KADINLAR

Bir cevap yazın