“İşkence Yoktur” Diyebilmek İçin Kanıt Gerekir!

Değerli Basın Mensupları,

3 Eylül tarihinde TBMM’de hükümet programının görüşmeleri sırasında Sayın Başbakan Recep Tayip Erdoğan, program üzerine görüşlerini bildiren bazı milletvekillerinin işkencenin sürdüğüne ilişkin yaptıkları konuşmalara karşılık aşağıdaki cümleleri sarf etmiştir:

“Ve değerli arkadaşlar, bakınız burada yine özellikle bir şeyi vurgulamak istiyorum. O da, bizim bu dönem içerisinde sıfır tolerans, işkence noktasında… Evet, iddialı olarak söylüyorum, işkencede sıfır tolerans. (AK Parti sıralarından alkışlar) İspatınız varsa, çıkar konuşursunuz. Öyle lafla, belli mahfilleri yanlarına, arkasına alarak bunu söyleyemezsiniz. İspat gerektirir bu. Varsa ispatınız söylersiniz, biz de gereğini yaparız. Bizim hükümet olarak sorumluluğumuz, bu tür bir ispat olduğu zaman gereğini yapmaktır. Ama, iddia da, müddei de, iddiasını ispatla mükelleftir. Ve ülkemde benim şu anda işkence diye bir olay yoktur ve bunu bildikleri hâlde, birilerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmesini de Avrupa Birliğine giderek yalan yanlış haberler taşımasını da anlamak mümkün değildir, bunu da burada söylemek zorundayım ve biz, bunların da gidip belli yerlerde kavgasını veriyoruz, onu da anlatmak durumundayım. Biz burada hep beraber el ele vereceğiz…”(3 Eylül 2007 tarihli Meclis Tutanakları)

Hükümetin “işkenceye sıfır tolerans” söyleminin önemli olduğuna inanıyoruz. Ancak böylesi bir söylemin gereklilikleri açısından sorun yaşandığını da ilgili tarafların kabul etmesi gerekir. Burada işkence, kötü muamele, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele veya cezalandırmanın önlenmesi konusunda hükümete aşağıdakileri bir kez daha hatırlatmak gereğini duymaktayız. İşkencenin önlemesinde hükümetin sorumlulukları, negatif sorumluluğu olduğu kadar pozitif sorumluluğu da kapsar. Negatif sorumluluk, işkence, kötü muamele, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele veya cezalandırmanın mutlak bir biçimde yasaklanmasını gerektirirken, Pozitif sorumluluk, bu fiillerin işlenmesi olası yerlerin daimi ve düzenli olarak denetimi, kamuoyu ile yapılanların paylaşılması ve önleme sorumluluğunu içerir. Pozitif yükümlülük aynı zamanda, iddiaların etkili bir biçimde soruşturulması ve sorumluların yargı önüne çıkarılmasını ve eğer suçlu bulunur ise cezalandırılmasının sağlanmasını içerir. Oysa yeni seçilen Parlamento üyeleri henüz görevlerine başlamamışken, AKP Hükümeti, 28 Temmuz 2007’de apar topar Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkındaki Kanun üzerinde birtakım değişiklikler yaparak milletvekillerinin devlete ait bir kurum olan cezaevlerini denetleme yetkisini ciddi şekilde sınırlandırmış ve politik tutuklu ve hükümlüler, görüşme kapsamından çıkartılmıştır. Oysa ki geçmiş dönemlerde gözaltı merkezleri ile cezaevlerinin denetlenmesi esnasında birçok işkence vakası yerinde tespit edilmişti. Buna, 25 Aralık 1995’de o dönemin milletvekili Sabri Ergül’ün Manisa Emniyet Müdürlüğünde 14 gencin işkence gördüğünü yerinde tespit ettiği Manisa vakasını örnek gösterebiliriz.
Benzer şekilde Terörle Mücadele Yasası ile Polis Vazife ve Salahiyetleri Yasası’nda yapılan değişiklikler, güvenlik görevlilerine işkence ve yargısız infaz gerçekleştirme konusunda ciddi serbesti getirmiştir. Son olarak Nijeryalı bir mültecinin Beyoğlu Emniyet Müdürlüğünde ölmesi son derece ciddi vahim bir gelişmedir. Sadece 2007 yılının Haziran ayında Türkiye’nin üç ayrı ilinde üç gözaltında ölüm vakası yaşanmıştır.

Kamu idaresi tarafından özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişilerin yaşam hakkı başta olmak üzere kişi güvenliği ve bütünlüğünü korumak Devletin sorumluluğu altındadır. Kamu görevlileri tarafından özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişilerin işkence, kötü muamele, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da cezalandırmaya maruz kaldıklarını içeren şikâyetlerinde, ispat yükümlülüğünün devlete ait olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz. Yerel yasal mevzuatımız, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatları da bu yöndedir ve bu içtihatlar kamu idaresini bağlamaktadır.

Dolayısıyla, hükümet sorumluluğunu “ispat olduğu zaman gereğini yapmak” ile sınırlayamaz! Böylesi bir sınırlama Hükümetin “işkenceye sıfır tolerans “ söylemini de yaralar ve yükümlü olduğu sorumluluklardan uzaklaştırır. “İşkenceye sıfır tolerans” söylemi, işkencenin varlığı üzerine kurulmuştur ve önemlidir. Ancak “bugün ülkemde işkence yok” denebileceğine ilişkin göstergeler henüz mevcut değildir. Bunun böyle olmadığını sadece İnsan Hakları Örgütlerine yapılan başvurular değil, İnsan Hakları İl ve İlçe Kurullarına yapılan mağdur şikayetlerine bakarak da görmek mümkündür. Kaldı ki, insan hakları örgütlerinin yaptığı izlemeler de Türkiye’de işkencenin sayısal olarak biraz azalmış, ancak halen devam etmekte olduğunu göstermektedir. Burada hükümetin sorumluluğu, Türkiye’yi işkenceden arındırmak isteyen tüm birey ve örgütlü yapıları “mahfil” olarak göstermek değil, onlarla işbirliği yaparak işkencenin tam anlamıyla ortadan kaldıracak mekanizmaları geliştirmektir. Bunlardan biri de BM İşkenceye Karşı Sözleşmenin Ek Protokol’ünü onaylayarak alıkonulma yerlerinin denetimine olanak sağlayacak Bağımsız İzleme Kurullarının oluşturulmasıdır.

Değerli Basın Mensupları,

İnsan Hakları Derneği’nin raporlarında, gerek 2002 -2006 yılları, gerekse 2007 yılının ilk altı ayına baktığımızda sayısal veriler ortadadır. 2007 yılının ilk altı aylık döneminde 376 kişinin işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını göstermektedir Ayrıca MAZLUMDER’ in Ocak Haziran 2007 bilançosuna baktığımızda “işkence/işkence iddiası ve kötü muamele” iddialarına ilişkin 75 olayın olduğunu göstermektedir. MAZLUMDER’İN bilançosuna göre “yerinde infaz /işkence ile ölüm”e ilişkin meydana gelen 6 olayda 4 kişinin öldüğü ve 3 kişinin yaralandığı belirtilmiştir. Yine TİHV raporlarında da benzer verilere yer verilmektedir.

İşkencenin bu denli yaygın ve sürekliliğini koruyan bir olgu olmasının en önemli nedeni, işkence yapan kişilerin birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de otoritelerce korunarak cezasız bırakılmasıdır. Son bir buçuk yıldaki gelişmeler; özellikle de 28 Mart 2006’da Diyarbakır’da polisin 7’si çocuk 10 kişiyi sokak gösterileri esnasında öldürmesi, 2007 Newroz/Nevruz ve 1 Mayıs kutlamaları sırasında güvenlik güçlerinin göstericilere yönelik tutumları ve işkenceyi sokağa taşırma pratiği, AB’ye üyelik sürecinin de etkisiyle ülkede başlatılan “demokratikleşme” projesine son verildiğini, bu bağlamda da “işkenceye sıfır tolerans” anlayışına ters düşmektedir.

Değerli Basın Mensupları,

Samimiyet, cesaretli olmayı ve yüzleşmeyi gerektirir. Eğer Hükümet “işkenceye sıfır tolerans” söyleminde samimi ise (ki öyle olduğuna inanmak istiyoruz) o zaman kendi yurttaşlarına ve onların özgür iradeleri ile oluşturduğu sivil örgütleri dinleme, saygı gösterme ve iddialarını inceleme ve insanlığın utancı olan işkence, kötü muamele, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelenin ortadan kaldırılmasındaki çalışmalarına destek vermesi beklenir. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmek, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan her bireyine tanınmış bir haktır ve iç hukukta etkin ve adil bir sonuç elde edemeyen işkence mağdurlarının gitmek zorunda kaldığı bir yoldur. Eğer AİHM’e dava taşınması istenmiyorsa, bunun yolu, kendi mahkemelerimizde işkencecilerin hak ettiği cezaya çarptırılması ve mağdurların zararlarının telafi edilmesinden geçer.

İHD ve MAZLUMDER işkenceyi insanlığa karşı işlenen suç olarak tanımlamakta ve tek bir işkence vakası yaşanmayana kadar insan onuruna aykırı muamelelerin takipçisi olmaya devam edeceğini yüksek sesle tekrarlamaktadır.

 

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

GENEL MERKEZİ 

 MAZLUMDER

(İNSAN HAKLARI VE MAZLUMLAR İÇİN DAYANIŞMA DERNEĞİ)

Bir cevap yazın