Yaşasın 8 Mart!

Maalesef her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart’a, binlerce kadının katledildiği, binlerce kadına şiddet uygulandığı bir ortamda giriyoruz. Kadına yönelik şiddet tüm boyutlarıyla devam ederken bizler insan hakları savunucuları kadınlar olarak bir kez daha 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde kadın hakları mücadelesine bağlılığımızı dile getiriyoruz.

Kadın kurtuluş mücadelesi devam ediyor. Ama dünyanın birçok bölgesinde yaşanan savaşlar da devam ediyor. Erkek egemen ve militarist devlet politikaları maalesef ki kadınlara savaşı dayatıyor. Savaşın en büyük mağdurları da kadınlar oluyor. Bugün dünyanın birçok bölgesinde Rojova’da, Filistin’de, İsrail’de, Libya’da, Suriye’de, Ukrayna’da kadınlar, savaş mağduru oluyorlar.

Coğrafyamızda da yerleşik devlet politikası erkek egemen şiddeti ve feodal değer yargılarını kadınlara dayatmaya devam ediyor. Kadınların kendi mücadeleleri sonucu elde ettikleri en büyük kazanım olan İstanbul Sözleşmesi’nden imza çeken resmi yetkililer, kadınlara maalesef ki ayrımcı politikalar uygulamaya devam ediyorlar. Kadına yönelik şiddet ve kadınlara karşı ayrımcılık konusunda iç hukuk uygulanmadığı gibi altına imza atılan uluslararası sözleşmeler de sürekli ihlal ediliyor. Çözüm üretmesi gerekenler fail oluyor. Yasalar ihlal ediliyor. Kadınların kazanımları yok ediliyor.

Kadına yönelik şiddeti, resmi politika haline getiren iktidar anlayışı maalesef ki kadınların hukuk alanındaki tüm kazanımlarını da ellerinde almaya çalışıyor. Bugün nafaka konusunda dönen tartışmalar işte bu anlayışın ürünü.

Devlet dili kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik maalesef ki şiddet ve nefret üreten bir yaklaşımı sergiliyor. Bu erkek egemen, feodal ve militer anlayış, devletin tüm imkanları kullanılarak, topluma dayatılmaya çalışılıyor.

Kadınlar yaşamın her alanında baskıya ve ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Sokakta şiddete uğruyoruz, evde şiddete uğruyoruz, gözaltında şiddete uğruyoruz, cezaevinde şiddete uğruyoruz ve iş yerlerimizde şiddete uğruyoruz.

Yoksulluk ve kriz yükseldikçe savaşçı politikalar daha da derinleşiyor ve bu savaşçı politikaların en büyük mağdurları da kadınlar oluyor. Coğrafyamızda bir yıl önce yaşanan büyük depremin acıları ve sıkıntıları maalesef kadınlar açısından hala devam ediyor. Barınma hakları tamamen yok edilmiş olan kadınlar büyük bir yoksulluk içinde yaşamaya devam ederken, temel ihtiyaçlarına bile ulaşamıyorlar. Devletin kullandığı şiddet dili maalesef ki topluma yayılıyor. Bu şiddet dilinin toplumsallaşması sonucunda kadın cinayetlerinde büyük bir artış var. Son bir ayda 36 kadın, erkekler tarafından katledildi, 17 kadın da şüpheli bir biçimde yaşamını yitirdi. Bu sayılar son derece korkunç olduğu gibi aynı zamanda kadına yönelik şiddetin de büyüklüğünü gösteriyor.

Kadınların ifade ve örgütlenme özgürlükleri, büyük baskı altında. Kadın örgütleri maalesef ki yaptıkları sokak gösterilerinde sürekli polis taciziyle karşılaşıyorlar, işkenceye ve kötü muameleye maruz kalıyorlar. Yine adli ve siyasi nedenle cezaevinde olan kadınlar, çıplak arama dayatmasına maruz kalıyorlar çeşitli işkence ve kötü muamele uygulamalarına maalesef ki maruz kalıyorlar.

Geçtiğimiz yıl Kandıra Cezaevi’nde yaşamını yitiren adli mahpus Duygu Koral’ın yaşadığı işkence sonucunda yaşamını yitirmiş olması, cezaevinde kadına yönelik şiddetin en somut örneği idi. Ayrıca cezaevlerinde çok sayıda hasta mahpus kadın bulunmaktadır. Maalesef ki ağır hastalıkları olan kadın mahpuslarla ilgili olarak Adli Tıp Kurumu’nun verdiği tıp etiğinden yoksun raporlar nedeniyle hasta mahpus kadınlar, cezaevinde yaşamaya devam etmektedirler.

Trans kadınlar da büyük baskılara maruz kalıyorlar. Her şeyden önce yaşama hakları ihlal ediliyor. Birçok trans kadın, erkekler tarafından katlediyorlar. Barınma hakları, devlet güçleri tarafından engelleniyor. Örneğin birkaç gün önce İstanbul’da, Beyoğlu Bayram Sokakta yaşayan trans kadınların evleri mühürlendi, birçoğu yaşlı ve hasta olan trans kadınlar, devlet güçleri tarafından maalesef ki sokağa atıldılar.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin ayrımcı sığınmacı politikasından maalesef en çok kadınlar etkileniyor. Sığınmacı kadınlar, gerek yaşamın içinde gerek sokakta gerekse geri gönderme merkezlerinde şiddete ve nefret diline maruz kalıyorlar.

Yaşanan ekonomik kriz de en çok kadınları vuruyor. Maalesef ki ekonomik kriz nedeniyle kendilerine gerekçeler üreten erkek şiddeti, kadına daha fazla şiddeti dayatıyor.

Bütün bu baskı ortamına rağmen büyük ekonomik çöküntüye, savaşçı politikalara, yaşanan şiddet ortamına rağmen “kadın mücadelesi” devam ediyor. Bu yıl da 8 Mart’ta bir kez daha kadın kurtuluş mücadelesinin gücünü hatırlıyoruz ve insan hakları savunucuları olarak “size inat her yerdeyiz” diyoruz.

Evde, işte, okulda, sokakta, gözaltında, cezaevinde… Her yerde savaşa karşı, erkek şiddetine karşı, ayrımcı politikalara, homo fobi ve trans fobiye karşı “biz varız, var olmaya devam edeceğiz” diyoruz.

Yaşasın 8 Mart!!

İHD’Lİ KADINLAR